revizyon ile organize matbaacılık brnckvvtmllttrhaberi

Güzel Sanatlar : Ebru Sanatı

bru, kâğıt üzerine, özel yöntemlerle yapılan geleneksel bir süsleme sanatıdır. Ebru sözcüğüne köken olarak, bulut anlamına gelen Farsça “ebr” sözcüğü gösterilmektedir. Bu sözcükten türetilen ve “bulut gibi” ya da “bulutumsu” anlamına gelen “ebri” sözcüğü Türkçe'de değişerek “ebru” biçimini almıştır. Gerçekten de ebru bulut izlenimi uyandıran bir görünümdedir. Ebru sözcüğü bir başka görüşe göre “yüz suyu” anlamına gelen Farsça “âb-rûy” tamlamasından gelmektedir.Ebru sanatının ne zaman ve hangi ülkede ortaya çıktığı bilinmemekle birlikte bu sanatın doğu ülkelerine özgü bir süsleme sanatı olduğu kesindir. Bazı İran kaynaklarında ilk kez Hindistan'da ortaya çıktığı yazılıdır. Hindistan'dan İran'a, oradan da Osmanlılar'a geçmiştir. Gene bazı kaynaklara göre de ebru Türkistan'daki Buhara kentinde doğmuş ve İran yoluyla Osmanlılar'a geçmiştir. Batıda ebru “Türk Kâğıdı” diye adlandırılır.
Ebrunun YapılmasıEbrunun yapılışı oldukça zevkli ve sabır isteyen bir iştir. Önce uygun bir kâğıt seçmek gerekir. Çünkü her kâğıda ebru yapılmaz. Kâğıt, boyayı iyice emecek nitelikte ve dayanıklı olmalıdır. Eskiden hattatlar (güzel yazı ustaları) yazı yazmak için yüzeyine “ahar” denen özel karışımlı (nişasta ve yumurta akı) bir sıvı sürülen ve bu yüzden “aharlı” denilen kâğıt türünü yeğlerlerdi. Ebrucular ise bu tür kâğıtlar boyayı iyi emmediği için “aharsız” da denen ham kâğıt kullanırlardı.Ebru yapmak için genellikle dikdörtgen biçiminde, büyükçe ve yayvan bir tekne gerekir. Geven denilen otun gövdesinden elde edilen ve beyaz renkli bir tür zamk olan kitre, belli bir oranda, suyla bir kabın içinde karıştırılır. Kitre yerine salep, keten tohumu, ayva çekirdeği, gazyağı gibi birçok değişik madde de kullanılmaktadır. Kitre ile yapılan bu karışım 12 saat kadar bekletilir ve zaman zaman karıştırılır. Kitre bu süre sonunda erir ve karışım boza kıvamını alır.Daha sonra küçük fincanlarda ebru için boya hazırlanır. Bu amaçla kullanılacak boya çok ince toz haline getirilmeli ve suda eriyip dağılmayan bitkisel ve kimyasal boyalardan olmamalıdır. Fincanda su ile iyice karıştırılarak sıvılaştırılan boyalara ayrıca iki kahve kaşığı taze sığır ödü katılır. Bu işlemin amacı iyice ezilmiş boyanın dibe çökmeden yüzeyde kalmasını sağlamaktır. Bu biçimde hazırlanan değişik renkteki boyalar özel tekneye boşaltılmış olan boza kıvamındaki sıvının yüzüne serpilir. Yüzeyde birikintiler halinde kalan bu boyalar daha sonra tahta bir çubukla karıştırıldığında ya da yayıldığında şaşırtıcı ve ilginç desenler ortaya çıkar. Ayrıca hazırlayanın isteğine göre belli desenler de elde edilebilir. Bu desenlerin üzerine yatırılan özel kâğıt, 5-10 saniye sonra, iki ucundan tutularak kaydırmadan ve oynatmadan, kitap sayfası açar gibi bir yana doğru kaldırılır. Kâğıt, boyalı tarafı üste gelmek üzere uygun bir yere serilerek kurutulur. Böylece ortaya binlerce ayrıntı ve renk taşıyan desenler çıkar. Eğer, bu desenlerin arasına bir yazı ya da herhangi bir çiçek motifi yerleştirilmek istenirse, başka bir yöntem uygulanır. Yazı ya da motif, bir kâğıda yazılır ya da çizilir. Keskin bir araçla kenarları kesilip kalıp çıkartılır ve ebru kâğıdına zayıf bir yapıştırıcı ile yapıştırılır. Kâğıdın, yapıştırılan desenin bulunduğu yüzeyi yukarıda anlatıldığı gibi teknenin içine yatırılır. Elde edilen ebru kuruduktan sonra, hafifçe yapıştırılmış olan bölüm sökülünce yazı ya da motiflerin yerleri boş kalır. Bu yöntem hattat ve ebru ustası Necmeddin Okyay (1883-1976) tarafından bulunduğu için bu yöntemle yapılan ebrulara “Necmettin Ebrusu” denir. Ebrunun “battal ebru”, “taraklı ebru”, “çiçekli ebru” gibi daha birçok türü vardır.Ebru ciltçilikte ve hattatlıkta çok kullanılırdı. Bazen elde edilen ilginç ve güzel desenler bir tablo görünümünde olduğu için bu amaçla da kullanıldığı oldu. Türkler'den Hatip Mehmed Efendi (18.yüzyıl), Şeyh Sadık Efendi (19.yüzyıl), Bekir Efendi (20.yüzyıl başları) gibi çok usta ebru sanatçıları yetişmiştir. Bu sanatın Necmeddin Okyay'dan sonra yetişen son ustaları arasında Mustafa Düzgünman (doğumu 1920) ve Niyazi Sayın (doğumu 1927) özellikle anılabilir.

6 Mart 2009 Cuma | etiket | 0 comments [ Devamını Oku ]

Bilgisayar : Anakart

GA_googleAddSlot("ca-pub-8160334565061760", "Turkcebilgi300x250");
GA_googleFillSlot("Turkcebilgi300x250");
A nakart (İngilizce: mainboard veya motherboard), bilgisayarın birincil ve en merkezi baskı devresidir.Tipik bir anakart, bilgisayarın işlemci ve bellek slotları, ses kartı, grafik kartı, ethernet kartı gibi aygıtlar için genişleme yuvaları, parçaların birbirleri arasında iletişimini üstlenen kuzey ve güney köprülerinin tümünü üzerinde barındırır. Bununla birlikte, bazı komponentler anakart ile bütünleşik (onboard) olabilir. Bu duruma ses ve ethernet kartlari için çok sık, grafik kartı için biraz daha az, CPU ve RAM için ise pek nadiren rastlanır, ve bu sistemler genellikle çok küçük yapıda sistemler veya notebooklardır.
Anakart üzerinde bulunan yuvalar1. ISA (Industry Standart Architecture): Standart endüstri mimarisi. Genelde anakartların güç kaynağına en uzak noktalarında bulunan siyah, uzun kart yuvalarıdır. Yaklaşık on yedi yıldır kullanılan ve eski bir mimari olan ISA, yeni nesil birçok anakartta bulunmamaktadır. ISA standartına sahip kartların bulunması da hızlı ve sonsuz PCI modellerin tercih edilmesi sebebiyle gün geçtikçe zorlaşmaktadır. 1984 yılında 8 bit’lik ISA standardı, 16 bit’lik veri iletim değerine çıkarılmıştır.2. PCI (Peripheral Component Interconnet): Çevresel Bileşen Bağlantısı. 1993 yılında Intel tarafından geliştirilen PCI da, ISA gibi standart bir kart yuvasıdır. ISA slotların hemen yanında ve beyaz renklidirler. PCI slotlar teoride 64 bit’lik bir değerde veri transferine olanak sağlarlar. Ama uygulamada oluşan uyumluluk problemleri sebebiyle 32 bit’lik veri yolu olarak kullanılırlar. Veri taşıma hızları 33 ya da 66 MHz’dir. 32 bit’te 33 MHz’lik bir PCI veriyolunun taşıma kapasitesi 133 Mb/sn’dir. PCI yuvaları da ISA gibi plug&play (tak ve çalıştır özelliği) desteğine sahiptir. Günümüzde ses kartları, modemler, tv kartları vs. bilgisayar veriyolunu ve slotlarını kullanırlar.3. AGP (Advantage Graphics Port): Gelişmiş Grafik Portu. Sadece ekran kartları için tasarlanmış özel bir veri yolu mimarisidir. Grafik uygulamalarının gitgide artması, işlemci ile ekran kartları arasındaki iletişimin giderek daha hızlı olması gerekliliğini doğurmuş ve AGP veriyolunun tasarlanmasına yol açmıştır. AGP 32 bit genişliğindedir ve 66 MHz frekans hızına sahiptir. Bu değerler 266 Mb/sn’lik veri transfer hızına erişmesine olanak tanır. Ayrıca özel bir sinyalleşme metodu ile bu hız 2 hatta 4 katına çıkabilir. 2
AGP(2 kat hızlı) standardında veri akış hızı 533 Mb/sn’dir. 4
AGP(4 kat hızlı) portu ise 1 Gb/sn hıza erişebilir.4. Portlar: Kasanın arkasında bulunan fare, klavye, yazıcı, tarayıcı gibi bileşenlerin bağlandığı girişlerdir. Bunları seri ve paralel portlar, PS/2 klavye ve fare portları ile USB portu olarak sıralayabiliriz. Seri port, diğer bir deyişle “com portu” harici modemlerin bağlanmasında kullanıldığı gibi fare girişinin yapılmasında da görev alabilir. Paralel port yazıcı ya da tarayıcı gibi bileşenlerin bağlanmasında görev alırken, PS/2 klavye ve fare portları da isminden anlaşılacağı üzere klavye ve fare bağlantıları için kullanılır. Bunların dışında anakart üzerine entegre olan ekran kartı, ses kartı gibi bileşenlerin bağlantıları da birer porttur. Ayrıca CD-ROM sürücüler ve sabit diskler IDE portunu kullanarak anakart üzerine bağlanırlar.

Hastalık :Böbrek Taşı - Tedavi

GA_googleAddSlot("ca-pub-8160334565061760", "Turkcebilgi300x250");
GA_googleFillSlot("Turkcebilgi300x250");
T edavi:
Hafif belirtilerde:Yapılan tetkiklerle bulunan taşın çapı 4 mm. den küçük ve belirtiler de çok şiddetli değilse, hastanın her gün içtiğinin birkaç katı daha fazla su içmesi önerilir. Bu idrarla birlikte taşın atılmasına ve başka taşlar oluşmasını engellemeye yardımcı olur.Birkaç hafta veya ay beklenir. Aynı zamanda diyetine de dikkat etmesi önerilir.Bir iki hafta sonra tekrar röntgen veya ultrason tetkiki yapılarak taşın üriner sistem boyunca daha aşağılara ilerlediği görülürse aynı tedaviye devam edilir. Herhangi bir değişiklik olmaz ise başka tedavi yöntemlerine geçilir.Hareketsiz bir yaşamdansa bolca hareket etmek, örneğin yürüyüş yapmak taşın düşürülmesinde yarar sağlayacaktır.Bekleme esnasında taş hareketi ile oluşan ağrıların giderilmesi amacıyla ağrı kesiciler kullanılabilir.Yine taşın düşürülmesi beklenirken idrarın süzgeç görevi yapabilecek bir maddenin içinden geçirilerek yapılması düşürülecek taşın yakalanmasına olanak verir. Böylece taşın kimyasal analizi yapılarak ileride taş oluşumunu engelleyebilecek diyetsel önlemler alınabilir.
Taşın ÇıkarılmasıKendiliğinden düşmeyen taşlar, çok fazla ağrı ve kanamaya neden olan büyük taşlar, idrar akışını durdurarak kalıcı böbrek hasarına sebep olabilecek taşlar, akut batın tablosu oluşturan taşlar çeşitli tedavi yöntemleriyle vücuttan uzaklaştırılmalıdırlar.
Ureteroskopi:Bu yöntem orta veya alt üriner sistemin küçük taşlarının çıkarılması için kullanılır. Cerrahi bir işlem gerektirmez. Lokal veya genel anestezi ile yapılır. İnce uzun, kolay bükülebilen, fiberoptik bir aletle urethradan mesaneya girilir, taş tesbit edilir ve özel bir aletle çıkarılır veya laser kullanılarak kırılır. Bu tedaviden sonra hastaya birkaç gün için silikon bir tüp takılır.litotripsi.gif (10711 bytes)
Litotripsi:(Taşın kırılması)Özellikle son 20 yıldır hızla gelişen teknikler sayesinde böbrek taşları çeşitli yöntemlerle kırılarak toz haline getirilmekte ve bu şekilde vücut dışına atılımları sağlanmaktadır. bu iş için şok dalgalarını veya ses dalgalarını kullanan litotripter olarak adlandırılan makinalar geliştirilmiştir.1980 lerin başlarında üretilen ilk litotripter ler hastanın leğen kemiğine ve böbreklerine zarar vermemek için çok dikkatli kullanılmaları gerekiyordu.Taşları ancak 2-3 parçaya bölebiliyordu. Oysa son yıllarda geliştirilen modern litotripterler taşları oldukça küçük parçalara ayırabilmekte ve iyice ufalanan taş parçacıkları idrarla kolayca atılabilmektedir.Hastaya gevşemesi için bir sakinleştirici verilir ve local veya genel anestezi uygulanır. İşlem genelde bir saatten uzun sürmektedir. Hasta birkaç gün içinde normal günlük yaşamına dönebilir. Bazı durumlarda taş kırma seansınıntekrarlaması gerekebilir.
Ultrasonik Litotripsi:Ureteroskopi benzeri bir işlemle spinal anestezi yapılan hastada taşa yüksek frekanslı ultrason dalgaları verilerek taş kırılır.Fazla başvurulan bir yöntem değildir.
Elektrohidrolik Litotripsi: ( EHL )Bu teknikte küçük taşlar elektrikle üretilen şok dalgaları ile kırılır. Genel anestezi gerektirir. Kolay bükülebilen bir ureteroskop kullanılır. Kullanımında bazı zorluklar oluşabilir.
Extracorporeal Shock Wave Litotripsi (ESWL)Günümüzde en sık kullanılan ve en çağdaş yöntemdir. Vücut dışında oluşturulan ve vücuda odaklanan şok dalgaları için taşların kırılarak toz haline getirimesi esasına dayanır.ESWL nin ilk çıkan tiplerinde hastaya sakinleştirici ve/veya anestezi verilerek su dolu özel bir tankın üzerine asılmış sedyenin üzerine yatırılır. Röntgen ışınları ile taşın yeri belirlenip bu bölge şok dalgakları ile taş ufalanıncaya kadar bombardımana tutulur. bu ilk makinalarda hastanın şişman veya zayıf olması, taşın ureterin alt bölümlerinde olması sonuç alınmasını zorlaştırmakta idi.Son teknolojiye göre üretilen makinelerde ise su tankı yerine özel yastıklar kullanılmakta, hastalarda boy ve kilo kısıtlaması olmamakta, taşın pozisyonunu belirlemek için daha az X ışınına ihtiyaç duyulmakta veya X ışını yerine ultrasonografi kullanılmakta, çok az hastada genel anesteziye gereksinim duyulmaktadır. ayrıca sistin taşları ve alt ureterdeki taşların kırılması da daha kolay olmaktadır. Tedavi süresi de kısalmıştır.ESWL ile kırılan taşlar idrarla kendiliğinden kolayca atılabilmektedir.
Perkutanöz NefrolitotomiESWL nin etkili olamdığı bazı durumlarda kullanılır.Taşın çapı 3 cm den büyükse, pozisyonu ve şekli ESWL uygulamaya müsait değilse, böbrek fonksiyonları aşırı zayıflamışsa, hayatı tehdit eden bir kalp hastalığı varsa veya kalp pili kullanıyorsa, hasta hamile ise , mesane hastalığı varsa, idrar yollarında anomali varsa cerrahi bir işlem olan perkutanöz nefrolitotomi uygulanır.Cerrah veya urolog lokal anestezi ile hastanın belinde 1 cm büyüklüğünde bir delik açarak nefroskop denilen bir aletle direk olarak böbreğe veya idrar yollarına girerek taşa ulaşır.Küçük taşlar direk olarak, büyük taşlar ise ultrasonik, elektrohidrolik veya laserli cihazla kırılarak boşaltılır. Boşalmanın sağlanabilmesi için geçici olarak bir tüp takılır. Hastanın birkaç gün hastanede kalması gerekmektedir. 2 hafta içerisinde hasta normal günlük yaşamına döner.
Diğer cerrahi yöntemlerAçık nefrolitotomi denilen geniş bir operasyon çok seyrek olarak fazla komplike vakalarda, parsiyel nefrektomi denilen böbreğin bir kısmınınalınması işlemi ise böbreğin geriye dönüşümü olmayacak kadar ağır hasar gördüğü durumlarda seyrek olarak uygulanır.Tekrarlayan Taşlarda tedavi:Burada amaç taşın kimyasal yapısının belirlenerek bu kimyasalın idrarda kristalleşmesini önlemektir.

Hastalık : Siroz

GA_googleAddSlot("ca-pub-8160334565061760", "Turkcebilgi300x250");
GA_googleFillSlot("Turkcebilgi300x250");
S iroz; normal karaciğer hücrelerinin yerine skar (nedbe) dokusunun oluştuğu duruma verilen isimdir, ve bu durum karaciğerin tüm fonksiyonlarında azalmaya neden olur. İlerlemiş hastalarda, hasar o kadar ciddidir ki, tek çözüm yolu karaciğer naklidir. Karaciğer parankiması (karaciğerin vazifelerini yürüten esas kısmı)nın harâbiyeti, yeni bağ dokusunun teşekkülü ve karaciğer hücrelerinde büyüme ve sayıca artışla karakterlenen yaygın, müzmin, ilerleyici ve kötü gidişli karaciğer iltihâbı. Siroza yol açan sebepleri şöylece sıralayabiliriz: Siroz ABD deki en sık ölüm nedenleri arasında sekizincidir ve her yıl 25 bin kişinin ölümüne neden olur. Ve yine binlerce kişinin karaciğerinin normal fonksiyonları yapma kabiliyetinde yavaş yavaş azalmaya neden olur.Sirozun çok sayıda nedeni vardır. ABD ve Avrupada, en sık nedenler; aşırı alkol tüketimi ve kronik Hepatit-C virüs enfeksiyonudur.Alkolik siroz, 10 veya daha fazla yıl süresince aşırı alkol tüketimi soucunda meydana gelir. Ancak sosyal içicilerde de (toplumsal olaylarda (toplantı, eğlence gibi) alkol tüketen kişiler) siroz meydana gelme olasılığı vardır. Alkolün karaciğer hücreleirne toksik etkisi vardır. Neden bazı insanların alkolün zararlı etkilerine daha dayanıklı olduğu bilinmemektedir, ancak kadınlar erkeklerden daha az alkol tüketseler de alkolik siroza yakalanaya daha yatkındırlar.Kronik hepatit-C enfeksiyonu, karaciğer hücrelerinde inflamasyona neden olmakta ve sonuçta siroz gelişebilmektedir. Kronik hepatit-C hastası olan her 5 kişiden birinde 20 yıldan sonra siroz gelişmektedir. Kronik Hepatit-B, benzer şekilde karaciğer hasarı yapmaktadır ve dünyada sirozun en sık nedenidir. Hepatit-D sadece Hepatit-B hastalarında rastlanmaktadır.Sirozun daha nadir nedenleri arasında karaciğer hücrelerini veya safra kanallarını tutan otoimmün hastalıklar, ilaçlara bağlı şiddetli yan etki gelişimi, çevresel zehirlere uzun süre maruz kalma, genelde tropikal bölgelerde bulunan bakteri ve parazitler, karaciğer konjesyonu (sıvı birikimi denilebilir) ile birlikte olan kalp yetmezliği atakları. Diğer bir neden de alkole bağlı olmayan steatohepatittir; bu durumda karaciğerde yağlanma ve bunu takiben nedbe dokusu oluşumu meydana gelir.Nadir görülen bazı kalıtsal hastalıklar da siroza neden olabilir. Bu hastalıklar; hemakromatozis (karaciğer ve diğer organlarda aşırı demir birikimi), Wilson hastalığı (anormal miktarda bakır depolanması), alfa-1 antitiripsin eksikliği (karaciğerdeki özel bir enzim eksikliği).BelirtilerErken dönemlerde genelde herhangi bir şikayete rastlanmaz. Ancak karaciğer hücreleri öldükçe, organ sıvı tutulumunu düzenleyen ve kan pıhtılaşmasını sağlayan proteinleri daha az üretmeye başlar ve bilirübin maddesini işleme kabiliyeti kaybolur. Bunların sonucunda meydana gelen belirti ve bulgular şunlardır: - halsizlik - iştah kaybı - bulantı ve kusma - güçsüzlük - kilo kaybı - bacakarda ve karında sıvı birikimi - artmış kanama ve çürükler - sarılık, deride ve gözlerde sararma - kaşıntıHasar arttıkça, karaciğer kanı temizleyememeye başlar ve birçok ilacı daha az işleyebilir hale gelir, böylece ilaçarın etkinliğinde artış meydana gelir. Artan toksik (zehirli) maddeler özellikle beyinde birikir. Bunlara bağlı gelişen belirtiler: - ilaçlara hassasiyetin artması - kişilik ve davranış değişiklikleri, bunalr zihin bulanıklığı, boş bakışlar, unutkanlık, konsantre olamama veya uyku düzensizlikleri, - şuur kaybı - komaNedbe dokusu oluşumu, aynı zamanda kan akımını etkiler ve karaciğer toplar damarındaki basınç artar; bu duruma portal hipertansiyon adı verilir. Mide ve yemek borusundaki kan damarları genişler ve vücut bu bölgelerde yeni damarlar oluşturarak karaciğere uğramadan kanı geçirmeye çalışır. Bu damarlara varis adı verilir ve duvarları daha incedir. Bunlardan herhangi birisi hasara uğrarsa meydana gelen kanama saatler içerisinde ölümle sonuçlanabilir. Eğer kan kusmaya başladı iseniz, hemen acil servise müracaat edin.TanıDoktorunuz normal bir anamnez ve fizik muayene yapacaktır. Doktorunuz karaciğerin işlevlerini değerlendirmek amacı ile çeşitli kan testleri isteyebilir. Karaciğerin bilgisayarlı tomografisi, ultrason veya radyoizotop ile karaciğer görüntülenebilir. Siroz tanısını kesinleştirmek için biyopsi yapılabilir.Siroz sürekli ilerleyen bir hastalıktır, geri döndürülemez veya tedavi edilemez. Ancak meydana gelen hasar ve belirtiler tedavi ile durdurulabilir veya yavaşlatılabilir.Sirozdan korunmak için yapılacak en iyi şey aşırı alkol tüketiminden uzak durmaktır. Eğer karaciğerle ilgili herhangi bir probleminiz varsa alkolden tamamen uzak durmanız gerekir. Ayrıca Hepatit B ve C den korunmak, uyuşturucu kullanmamak, güvensiz seksten ve çok eşlilikten kaçınmak korunmada alınacak önlemler arasında sayılabilir. Dövme vs yaptıracaksanız kullanılan aletlerin steril olduğundan emin olun. Sağlık personeli iseniz hastaların kan örneklerine maruz kalabileceğinizi unutmayın ve bu konuda dikkatli olun. Hepatit-B aşısı olun, 3 doz yapılan aşı %90 koruma sağlar.TedaviTedavi sirozun nedenine ve evresine bağlıdır. Meydana gelen karaciğer hasarı geri döndürülemeyeceğinden, tedavide amaç hastalığın ilerlemesini durdurmak ve meydana gelebilecek diğer komplikasyonları önlemektir.Nedenden bağımsız olarak tüm siroz hastaları, alkolden uzak durmalı ve karacieğeri etkileyebilecek ilaçların kullanımı konusunda kontrollü olmalıdırlar (asetaminofen gibi). Allta yatan hastalığın da tedavisi yapılacağından tedavi protokolleri farklılık gösterebilir.Tedavinin odak noktası genelde komplikasyonlardır. Sıvı birikmesini önlemek için az tuzlu diyet veya diüretik ilaç kullanımı önerilebilir. Toksik maddelerin vücuttan hızlıca atılması için laksatif (dışkıyı arttırıcı ve kolaylaştırıcı) ilaçlar kullanılabilir. Kaşıntı ve enfeksiyonlara yönelik tedavi verilebilir. Yine portal hipertansiyon için tedavi düzenlenebilir.Kanayan varisler çeşitli şekillerde tedavi edilebilir. Bunlar arasında damarın bağlanası, balonla sıkıştırılması veya skleroterapi sayılabilir. Skleroterapide, damar içine kimyasal bir madde verilir ve damarın kuruması sağlanır. Transjugular intrahepatic portosystemic shunt (TIPS) yönteminde kan için yeni-yapay bir yol yapılır ve varislerdeki kan basıncı ortadan kaldırılır.Eğer karaciğer hasarı ileri derecede ise tek tedavi yöntemi karaciğer naklidir. Nakil yapılan hastaların %80-90 ı yaşamaktadır, ve bağışıklık sistemini ibaskılayan siklosporin gibi ilaçlar sayesinde yeni karaciğer bağışıklık sisteminin saldırılarından korunmakta ve yaşam süreleri uzamaktadır.Erken dönemde tanı konabilen hastalarda sonuç son derece başarılıdır. Bu hastaların çoğu uzun yıllar normal bir hayat sürmektedirler. Ancak alkol kullanımına son vermeyen alkolik sirozlularda ve ilerlemiş hastalarda sonuç iyi değildir. Bu hastalarda kanamalar veya beyin fonksiyonlarının kaybı sonucu ölüm meydana gelir. Sirozlu hastalarda enfeksiyon gelişme riski ve böbrek yetmezliği gelişme riski artmıştır.

Hastalık : Panik Atak

GA_googleAddSlot("ca-pub-8160334565061760", "Turkcebilgi300x250");
GA_googleFillSlot("Turkcebilgi300x250");
K işi aniden başlayan ve çok yoğun olarak çarpıntı, titreme, nefes darlığı, baş dönmesi, ölecekmiş ya da kontrolünü kaybedecekmiş korkusu yaşıyorsa bu durum psikiyatrik bir rahatsızlık olan "panik bozukluğu"na işaret eder. Kişi kalp krizi ya da beyin kanaması geçireceği, felç olacağı, aklını kaybedeceği korkusuyla sık sık acil servislere başvurur, tetkikler yaptırır. Aynı korkuyla yalnız kalmaktan, kalabalık yerlere girmekten, araba kullanmaktan kaçınması, kişinin yaşam kalitesini ileri derecede bozabilir. Panik bozukluğunun, belli bir oranda, uzun süreli "psiko-sosyal stres" sonrasında ortaya çıktığı bilinmektedir. Panik hastalığında beyin kimyası bozulur. Klinikde biyoelektriksel beyin haritalaması ile beynin stresli ve dezorganize alanları belirlenir. İlaç tedavisinin yanında etkin bir şekilde uyguladığımız psikoterapi ve "Neuro-Biofeedback" tekniği ile hastalık belirtileri önemli ölçüde azaltılmaktadır.Öncelikli olarak psikiyatrik bir tablo olmakla birlikte, özellikle kalple ilgili yakınmaların ön planda oluşu nedeniyle hem hastada hem de hekimde bir kalp rahatsızlığı karşısında bulunduğu izlenimi uyandıran ve halen ilk başvurunun sıklıkla kalp hastalıkları uzmanlarına yapıldığı bir hastalık... Ani olarak ortaya çıkan ve panik kavramına yakışan yoğun bir sıkıntı (anksiyete) yaşantısı... Ölüm korkusu, delirme korkusu ve kontrolünü kaybedeceği kaygısı... Acil başvurular arasında önemli bir oranı oluşturan ve toplum içinde gittikçe artan bir sıklıkta görülen bir hastalık...Yukarda tanımlanan bu tablo, psikiyatri dilinde Panik Bozukluğu olarak adlandırılır.. Panik atağı ise bu hastalığın temel klinik görünümüdür.Panik Bozukluğu ilaç tedavisine oldukça iyi yanıt verir, ancak ilaçla sağlanan iyileşmenin psikoterapiyle de pekiştirilmesi gerekmektedir. Böylece panik atağı konusunda bilgilenmek, panik atağı sırasında görülen aşırı soluk alıp vermeyi kontrol edebilmek gevşeme ve üzerine gitme alıştırmaları ile rahatlamak mümkün olabilecektir.Panik ataklarınız mı var? Hastalığınız konusunda bilgilenmek ve panik atağınızın üstesinden gelmek mi istiyorsunuz? O halde aşağıdaki yazıları dikkatle okuyunuz ve tedaviniz için size önerilen uygulamaları, hekiminizle sıkı bir işbirliği içinde yürütünüz.
ANKSİYETE BOZUKLUKLARIİnsanların yaşamlarını devam ettirmeleri, tehlikeli durumlardan korunmaları açısından anksiyete ve stres oldukça önemlidir. Anksiyete kısaca kaygı veya bunaltı olarak tarif edilebilir. Anksiyeteli kişi sıkıntılı ve heyecanlıdır, aniden kötü bir haber alacak veya kötü bir şey olacakmış gibi hissedebilir. Bu ruhsal belirtilere çarpıntı, nefes darlığı, terleme, titreme gibi bedensel belirtiler de eşlik edebilir.Anksiyete normalde tehlikeli durumlarda kişinin kendisini korumasına yardımcıdır ve belirli hedeflere ulaşmak için zorlayıcı olmaktadır. Tehlikenin algılanması ile döğüş ya da kaç ilkesi uygulanır. Örneğin ısırmak amacıyla üzerine koşarak gelen bir köpeği gören kişide ilk tepki köpekten kaçmaktır. Köpeğin saldırısı tehlikelidir, bu saldırıya duyarsız kalmak kişinin yaralanmasına sebep olur. Bu tehlikeyi sezerek korkmak kişinin kendisini koruma mekanizmalarını harekete geçirmek açısından önemlidir. Benzer şekilde sınava girme kaygısı sayesinde sınavlara daha iyi hazırlanılır. İşinde başarısız olma kaygısı olan kişiler işini daha dikkatli yaparlar.Sağlıklı kişilerde korku ve kaygının nedeni bellidir. Hastalık durumunda ise nedensiz korku ve kaygı duyulur. Hastalık düzeyinde kaygı tek başına olabilir ve bu anksiyete bozukluğu olarak adlandırılır veya depresyon, alkol-madde bağımlılığı, tiroid bezi hastalıkları gibi çeşitli bedensel ve ruhsal hastalıklara eşlik edebilir.Kişinin yaşamı boyunca anksiyete bozukluğu geçirme oranı % 25 dolayındadır. Çoğu kişi bu hastalığı doktora başvurmadan kendi başına atlatmaya çalıştığı için psikiyatriye başvuranların sayısı oldukça düşüktür.Ansiyete bozuklukları çeşitlidir:1. Panik bozukluğu 2. Yaygın anksiyete bozukluğu 3. Sosyal fobi ve diğer fobiler 4. Obsesif kompulsif bozukluk 5. Travma sonrası stres bozukluğu
1.PANİK BOZUKLUĞU (PANİK ATAK)Anksiyete belirtileri ataklar halinde gelir. Ataklar genelde 15-30 dakika kadar sürer. Atakların sıklığı ve şiddeti tanı açısından önemlidir. Panik atağın ne zaman geleceği bilinmez ve bu da kişilerin kaygısını artıran sosyal uyumunu bozan en önemli etmenlerden biridir.Genelde gençlik döneminde ortaya çıkar. Gerçek nedeni bilinememektedir, ancak sıklıkla stres yaratan önemli yaşam olayları ile ilişkisi vardır (okulu bitirmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak, yeni bir işe başlamak, yakınını kaybetmek, ağır hastalık geçirmek gibi).Panik atağı sırasında aşağıdaki belirtilerden en az dördü bir arada bulunmalıdır:
Çarpıntı
Terleme
Nefes darlığı, boğuluyormuş gibi hissetme
Titreme
Baş dönmesi
Bulantı
Yaşadıklarının gerçek olmadığı hissi
Ateş basması veya üşüme hissi
Bedeni uyuşuyormuş gibi hissetme
Göğüs ağrısı
Ölüm korkusu
Aklını yitirme veya çıldırma korkusuPanik ataklarda yukarıdaki belirtiler yanında aşağıdaki özellikler de önemlidir:
Ataklar genelde aniden ortaya çıkar, atak ortaya çıktığında bunu durduracak bir yol yoktur.
Kaygının şiddeti ile yaşanılan durum arasında genelde bağlantı yoktur.
Atak genelde birkaç dakikada geçer, ancak bazen daha uzun süre devam eden ataklar olabilir.Atakların sıklığı kişiye göre değişir, ayda bir iki tane olabileceği gibi bazılarında hemen her gün görülebilir veya sık tekrarlayan ataklardan sonra uzun bir süre atak görülmeyebilir. Panik ataklarının ortaya çıkışı belli bir nedene bağlı olabilir veya nedensiz olarak kendiliğinden ortaya çıkabilir. Sadece baş dönmesi ve çarpıntı belirtileri ortaya çıkıyorsa sınırlı belirtileri olan ataktan bahsedilir. Sınırlı belirtileri olan ataklar iyileşme sürecinde olabileceği gibi ağır atakların öncü belirtileri de olabilir. Panik ataklar panik bozukluğunda görülmesinin yanında fobiler ve travma sonrası stres bozukluğunda olduğu gibi diğer anksiyete bozukluklarında da görülebilir.Ruhsal belirtilere bedensel belirtilerde eşlik ettiği için hastalar genelde bedensel sorun olduğunu düşünür ve öncelikle başka branştan hekimlere başvururlar. Yaşadıklarının ruhsal bir sorun olabileceğini akıllarına getirmezler veya kabul etmek istemezler.Panik atakları genelde tehlikeli değildir, ancak kişi kontrolünü yitirdiği duygusuna kapıldığı için tedirgindir. Tedavi edilmediği taktirde ciddi sonuçlar doğurabilir. Panik atağı geçirmiş kişilerin en büyük korkusu aynı şeyi tekrar yaşamaktır. Bu nedenle panik yaratan durumdan uzak durmaya çalışırlar sonuçta fobiler ortaya çıkabilir. Bunların içinde en önemlisi agorafobidir (açık alan korkusu). Kişiler dışarıya çıktığında panik yaşayacağı korkusu ile evde kalmayı tercih eder ve bir süre sonra hiç sokağa çıkamaz olabilir. Bu durumda yaşam kalitesi düşer, sosyal aktiviteler ve hobiler için harcanan zaman azalır, kişi kendisini hasta ve diğer kişilere bağımlı hissetmeye başlar, yalnız başına evde duramaz veya sokağa çıkamaz, çalışamaz veya işine gidemez duruma gelebilir. Hastalar panik ataklar sırasında sıklıkla acil servislere başvururlar. Zamanla depresyon, alkol-madde bağımlılığı ve intihar görülebilir.Aslında bütün bunların olmaması için bir an önce doktora başvurmak önemlidir. Sonuçta panik bozukluğu uygun ilaç tedavisi ile kolayca tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır.
PANİK ATAKLARI NEDEN OLUR?Gerçek neden bilinememektedir. Neden olan faktörler kısaca biyopsikososyal olarak ifade edilebilir. Bu konuda çeşitli teoriler vardır. Bazı araştırmacılar beynin temporal lobunun işlev bozukluğu veya hastalığın öğrenme yolu ile geliştirilmiş olduğunu ileri sürmektedir. Bazı araştırmalarda ise beyinde nörotransmitter (haberci) dediğimiz maddelerin düzenlenmesi ve işlevlerinde bozukluk olduğu öne sürülmektedir.Stresli yaşam olayları panik atakların ortaya çıkışını tetiklemektedir. Yakın dönemde kayıp yaşamış veya yakınlarından, işinden veya bulunduğu çevreden ayrılmış kişilerde yaşamlarındaki bu değişikliklerle panik ataklarının başlangıcı arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Araştırmacılara göre stresli yaşam olayı kişinin direncini düşürmekte ve bu dönem hastalığın ortaya çıkışını kolaylaştırmaktadır.Ailesel yatkınlık vardır. Panik hastalarının yakınlarında panik ataklar ve depresyon gibi başka ruhsal bozukluklar sıktır. Hastalık genelde 25 yaşından önce başlar. Kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazladır. Çocuklarda da görülebilmektedir.Kafeinli gıdalar ve kokain gibi uyarıcılar atağı ortaya çıkarmaktadır.Panik ataklar panik bozukluğunda olduğu gibi tek başına ortaya çıkabildiği gibi kalp hastalıkları, solunum yolu ve endokrin hastalıklar gibi çeşitli bedensel hastalıklara da eşlik edebilir veya alkol madde bağımlılığı ile birlikte görülebilir.
PANİK BOZUKLUĞU VE PANİK ATAKLAR NASIL TEDAVİ EDİLİR?Yapılan araştırmalar panik atak geçiren kişilerin psikiyatriye başvurmadan önce ortalama 10 ayrı doktora başvurduğunu göstermiştir. Bu hastaların panik atağı geçirdiği genelde anlaşılamamakta ve bu nedenle yanlış tanı ve tedavi sık olmaktadır. Panik ataklar sıklıkla kalp krizi ile karıştırılmaktadır. Bu hastalar atak sırasında sıklıkla “kalp krizi geçiriyorum” kaygısı ile acil servise başvururlar. Aynı şekilde ataklar kalp hastalığı ile karıştırılıp buna yönelik tedavi başlanabilmektedir.Bu nedenle doğru tanı konması önemlidir. Doğru tanı koyabilmek için ayrıntılı fizik muayene, ruhsal muayene yapılmalı, nörolojik, endokrin, kalp ve solunum sistemi hastalıkları araştırılmalıdır. Bedensel bir hastalığın ortaya çıkması panik atak olmadığını göstermez. Bazı bedensel hastalıklara panik ataklar da eşlik ediyor olabilir. Bu durumda yine panik atakları önlemeye yönelik tedavi başlanmalıdır.Panik bozukluğunun en uygun tedavisi ilaç kullanımının yanında bilişsel ve davranışçı terapi tekniklerinin kullanılmasıdır. Gevşeme egzersizlerinin de hastaya öğretilmesi faydalı olabilir. Panik atakları sırasında ilaç kullanımının pek faydası olmaz. Uygun doz ve uygun süre ilaç kullanımı ile atakların tekrarlaması önlenir. Yine diğer terapi yöntemlerinde amaç atakların tekrarını önlemektir.Panik atağını uyaran gıdalardan uzak durulması, uyku ve yeme alışkanlıklarının düzenlenmesi atakları önlemeye yardımcıdır

Eğitim Sistemi

GA_googleAddSlot("ca-pub-8160334565061760", "Turkcebilgi300x250");
GA_googleFillSlot("Turkcebilgi300x250");
Eğitim Sistemi Türk Milli Eğitiminin genel gayesi, milleti meydana getiren bütün fertleri milli şuur etrafında bölünmez bir bütün haline getirmek, ilmi düşünmeye, geniş bir dünya görüşüne sahip örf ve adetlerine bağlı, kendine ve topluma faydalı, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesine yükseltebilecek insanların yetiştirilmesidir.Milli eğitimde öğretim iki bölümde incelenir. Biri Örgün, diğeri ise Yaygın eğitimdir.A. Örgün EğitimAnaokullar (okulöncesi eğitim), ilköğretim, ortaöğretim ve yüksek öğretim kurumlarını içine alır.Anaokulları (Okulöncesi Eğitim)İlköğretime hazırlık mahiyetinde 3-6 yaşlarındaki çocukların okulöncesi eğitimlerini yapan yerlerdir. (Bkz. Anaokulu)İlköğretimMilli eğitimin genel gayelerine ve temel ilkelerine uygun olarak her Türk çocuğuna iyi bir vatandaş olmak için gerekli temel bilgi, beceri kazandırarak, onu milli örf, adet ve ahlak anlayışına uygun olarak yetiştirmek, kabiliyeti doğrultusunda hayata ve üst öğretime hazırlamaktır.6-14 yaşlarındaki çocukların eğitim ve öğretimini içine alan ilköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için mecburi ve devlet okullarında parasızdır.İlköğretim kurumları, beş yıllık ilkokullar, üç yıllık ortaokullar, ilkokul ve ortaokulun birlikte bulunduğu ilköğretim okulları, yetiştirici ve tamamlayıcı sınıflar ile özel eğitime muhtaç çocuklar için kurulan okullar ve sınıfları içine almaktadır.İlkokullar: Mecburi öğretim çağındaki kız ve erkek çocuklarının eğitim ve öğretimlerini sağlamak üzere devlet tarafından açılan ve özel kanunla açılmasına izin verilen beş yıl süreli okullardır. (Bkz. İlkokul)İlköğretim okulları: 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda gerekli değişiklikler yapılarak 1971-1972 öğretim yılında “İlköğretim Okulları” uygulamasına 18 okulda deneme olarak başlandı. 1992-1993 eğitim-öğretim yılında yeni açılanlarla birlikte yatılı “ilköğretim okulları (bölge)” 118’e, normal “ilköğretim okulları” sayısı ülke genelinde 3092’ye çıkarıldı. 2000 yılına kadar mecburi eğitimin sekiz yıl, 2000 yılından sonra mecburi eğitimin 11 yıl olarak uygulanması için kanuni hazırlık çalışmaları devam etmektedir (1993).Ortaokullar: İlköğretimin ikinci basamağını içine alan ortaokullar, ülkemizde ikinci derece yaygın olan eğitim müesseseleridir. Şu anda ortaokullar bağımsız veya ilköğretim okulları ile liselerin bünyesinde, ilkokul mezunlarına üç yıl eğitim ve öğretim veren okullardır. 2000 yılına kadar bütün ortaokullar “ilköğretim okulları” bünyesine girecektir.Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

Pipes Output

Blog Archive

etiket bulutu

Widget edited by Davut Erarslan