revizyon ile organize matbaacılık brnckvvtmllttrhaberi

Psikoloji : Manik Depressif

Manik Depressif hakkında bilgi
Manik Depressif Nöbetler halinde ortaya çıkan, ciddi duygusal bozukluklar ve bunlara paralel olarak düşünce ve davranış bozuklukları ile belirli bir akıl hastalığı. Psikoz, çöküntü (depresyon) veya taşkınlık, düşünce saplantısı (mani) şeklinde olan duygusal durum, normal neşe ve elem sınırlarının dışındadır ve çok aşırılık gösterir. Mizaçtaki taşkınlığa hiperaktivite (aktivitede artma), çöküntüye ise hipoaktivite (aktivitede azalma) eşlik eder. Nöbetler arasında kişi normal görünür.

Nöbet
Manik Depressif Nöbetler halinde ortaya çıkan, ciddi duygusal bozukluklar ve bunlara paralel olarak düşünce ve davranış bozuklukları ile belirli bir akıl hastalığı. Psikoz, çöküntü (depresyon) veya taşkınlık, düşünce saplantısı (mani) şeklinde olan duygusal durum, normal neşe ve elem sınırlarının dışındadır ve çok aşırılık gösterir. Mizaçtaki taşkınlığa hiperaktivite (aktivitede artma), çöküntüye ise hipoaktivite (aktivitede azalma) eşlik eder. Nöbetler arasında kişi normal görünür. Nöbetlerin ne zaman geleceği ve hangi örneğe uygun olacağı, önceden kestirilemez.

Başlangıç yaşı 25-30 yaşları arasındadır. Kadınlarda erkeklerden fazladır. İrsi oluş miktarı % 85'tir. Genel nüfus arasında görülme oranı ise % 4'tür.

Sebepler çeşitlidir; irsiyet, hormonal, sosyo-ekonomik sebepler, travmalar, (çarpmalar), çevre faktörleri vs. olabilir.

Hastalık ortalama 4-6 ay sürer (mani). Sonra kısa duraklama; daha sonra 3-4 ay süren depresyon (melankoli); yine bir süre duraklama; 3-4 ay sürebilen mani tarzında sürekli devam eder.

Tedavi: Hastane tedavisi gerekir. Elektroşok ilaç tedavileri ile iyi neticeler alınmaktadır.

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

10 Mart 2009 Salı | etiket | 0 comments [ Devamını Oku ]

Fizik : Işığın Kırılması

Işığın kırılması hakkında bilgi
Işığın kırılma indisi farklı bir saydam bir maddeden diğerine giderken yönünde bir değişme olur. İste buna kırılma diyoruz.Bir bardak alıp içine bir kasık koyup bakarsak pek bir farklılık görmeyiz fakat bardağa su doldurursak içindeki kasığı eğilmiş görürüz.

I şığın kırılma indisi farklı bir saydam bir maddeden diğerine giderken yönünde bir değişme olur. İste buna kırılma diyoruz. Bir bardak alıp içine bir kasık koyup bakarsak pek bir farklılık görmeyiz fakat bardağa su doldurursak içindeki kasığı eğilmiş görürüz.

Bardak boşken bardağa bir metal para koyunuz. Bardağa bir pipet aracılığıyla bakarak metali görmeye çalısınız simdi ise bardağı su ile doldurunuz ve çubuk vasıtasıyla tekrar bakininiz. Metal para biraz önce baktığınız yerde mi? Nedenini açıklar mısınız!

Gölde gördüğümüz balıkların hiçte göründükleri yerde olmamaları, gök kuşağının oluşması,çölde insanların serap görmesi gibi bir çok olayın nedenin tamamen kırılmadır...

Işık çok yoğun bir ortama girerken düzlemin normaline doğru yaklaşır.. ve tabiki ışık olayları tersinir olduğu için az yoğun ortama girerken de normalden uzaklaşır.

Kırılma indisi: Işığın her ortamdaki hızı farklıdır. Işığın boşluktaki hızına c dersek ve saydam ortamdaki hızına v dersek kırılma indisi : n=c/v olarak bulunur. Kırılma indisi ışığın rengine bağlıdır,bu nedenle ışık prizmadan geçtiğinde renklerine ayrılır.

Politika : Aristokrat

Bir aristokrasinin, seçkin bir zümrenin üyesi demektir. Aristokratik: Aristokrasiye ait olan anlamındadır. Günümüzde aristokrasi bir devlet yönetim şekli olmaktan çıkmış soyluluk anlamına gelen bir kelime olmuştur.
B ir aristokrasinin, seçkin bir zümrenin üyesi demektir. Aristokratik: Aristokrasiye ait olan anlamındadır. Günümüzde aristokrasi bir devlet yönetim şekli olmaktan çıkmış soyluluk anlamına gelen bir kelime olmuştur.

Spor : Voleybol

Voleybol hakkında bilgi
Meşin bir topun iki direk arasına gerilmiş olan ağ üzerinden vurulup aşırılarak, karşılıklı oynanan bir takım oyunu. Voleybol ilk defâ 19. yüzyıl sonlarında Amerika’da oynanmıştır. Yurdumuzda ise 1919’da Amerikalılar tarafından gemi takımlarının aralarında yaptıkları maçlar vâsıtasıyla tanıtıldı. İlk defâ bir okul sporu olarak İstanbul okullarında oynanmaya başlandı. 1948 yılında ise Türkiye Birinciliği ile Türkiye çapında oynanan bir spor kolu hâline geldi.


Voleybol sporu yurdumuzda Voleybol Fed
M eşin bir topun iki direk arasına gerilmiş olan ağ üzerinden vurulup aşırılarak, karşılıklı oynanan bir takım oyunu. Voleybol ilk defa 19. yüzyıl sonlarında Amerika’da oynanmıştır. Yurdumuzda ise 1919’da Amerikalılar tarafından gemi takımlarının aralarında yaptıkları maçlar vasıtasıyla tanıtıldı. İlk defa bir okul sporu olarak İstanbul okullarında oynanmaya başlandı. 1948 yılında ise Türkiye Birinciliği ile Türkiye çapında oynanan bir spor kolu haline geldi.Voleybol sporu yurdumuzda Voleybol Federasyonu denetiminde faaliyetlerini sürdürmektedir. Voleybol 1964’ten beri Olimpiyat spor oyunları içerisinde yer almaktadır. Milletlerarası Voleybol karşılaşmaları 1947’deParis’te kurulan Milletlerarası Voleybol Federasyonu (FIVB) tarafından yönetilmektedir. Bu federasyona üye olan ülke sayısı 145’tir. FIVB yönetim merkezi İsviçre’nin Lozan şehrindedir.

Voleybol takımı altı oyuncudan meydana gelir. Voleybol sahası 18 m uzunluğunda, 9 m genişliğindedir. Saha tam ortadan iki direk arasına gerilmiş bir ağ ile bölünmüştür. Erkekler için ağın yüksekliği 2,43 m, bayanlar için ise 2,24 metredir. Her iki yarı alanın sağ taraflarında 3 m genişliğinde bir servis atma koridoru bulunur. Deri kaplı olan voleybol topunun çapı 16.5 cm civarında, ağırlığı ise 196-280 gr arasındadır. Sahayı çevreleyen çizgiler 5 cm kalınlığındadır. Sahanın ortasında bulunan ağın alt kenarının yerden yüksekliği 1 m, genişliği 9,5 metredir. Ağ yan çizgilerden en az 50 cm dışta bulunan direklere bağlanır. Ağın oyun sahası dışındaki kısmına 1 metresi ağa bağlı, 80 cm’si ağın üstünde olmak üzere iki renkli bir anten bağlanır. Voleybol resmî müsabakalarda sadece zemini tahta veya sentetik bir maddeyle kaplı olan sahalarda oynanır.

Voleybolda sporcuların gayesi, topu filenin üzerinden, kaidelere uygun olarak rakip alana göndermek ve orada yere değmesini sağlamaktır. Top servis bölgesinde bulunan sağ arka oyuncunun, servis atışı ile oyuna sokulur. Servis atışında, top tek elle vurulmalı ve filenin üzerinden ağa değdirmeden rakip alana gönderilmelidir. Modern voleybolda çok tutulan servis atışlarının birisi “Flooting” veya “Japon Servisi” olarak bilinen servistir. Çok sert olmayan bu servisler, havada yön değiştirmesi ve beklenmeden önce ani düşmesiyle, topu karşılayan takımın oyuncularını zor durumlara düşürmesidir. Topa takımda en fazla üç kere vurulabilir. Bir oyuncu topa iki kere arka arkaya vuramaz. Takım sahaya, sağ ileri, orta ileri, sol ileri, sağ geri, orta geri, sol geri olacak şekilde yayılır. Oyuncular hep servis değişiminde yerlerini değiştirerek saat dönüşü yaparlar. En az iki farkla 15 sayıya ulaşan takım o seti kazanır. 14-14, 15-15 gibi beraberliklerde 2 sayılık farkı elde eden takım tarafından alınır.

Günümüzde voleybol, futboldan sonra çoğunlukta amatör olarak yapılan en yaygın spor kolu haline gelmiştir. İnsanların boş zamanlarında, paydos saatlerinde oynayacakları spor oyunları arasında voleybol (geniş bir yer kaplamayan sahasıyla) tercih edilen bir spor dalıdır. Ülkemize 1919 yılında giren Voleybol sporu 1936 yılına kadar amatör olarak yapıldı. 1936’da ilk Voleybol Federasyonu, Spor Oyunları Federasyonuna bağlı olarak kuruldu. 1958 yılında bağımsız Voleybol Federasyonu kuruldu. Bu tarihlerden sonra millî voleybol takımı kuruldu. Millî voleybol takımımızın milletlerarası karşılaşmalarda aldığı en iyi dereceler, 1975 Akdeniz Oyunlarında ve 1984 Balkan Voleybol Şampiyonasında üçüncülük oldu.

Din : Türkler ve İslamiyet

9. yüzyılın ortalarından itibaren gelişen askeri, ticari ve dini ilişkiler neticesinde Türkler büyük gruplar halinde birbiri arkasından Müslüman olmaya başladılar. 9. asrın ikinci yarısında Samanilerin hakimiyetine geçmiş olan şehirlerin ( Talas, İsficab) halkının çoğunluğunun Müslüman olduğunu söyleyebiliriz. Ancak büyük rakamlara ulaşan din değiştirmeler 10. yüzyılda başlamıştır.

Nasr b. Ahmed'in Talas seferi ve İsficab beglerinin faaliyetleri sonunda Balasagun'un batısındaki Ordu şehrinde oturan Türkmen meliki İslam'ı kabul etmiş ve İsficab beylerine vergi vermeye başlamıştır. Türk boyları arasında kalabalık bir grup halinde Müslümanlığı ilk kabul edenler, Balasagun ile Talas'ın doğusundaki Mirki kasabasında oturan Türkmenler olmuştur.
Türklerin İslamı Kabul Sebepleri
Türkler Müslümanlıktan başka diğer dinlere de zaman girmişlerdir. Fakat Musevilik, Hıristiyanlık ve Budizm gibi dinler çok az sayıda taraftar bulmuşlardır. Hatta bu dinlerin yayılmasına karşı sert tepkiler bile olmuştur. Buna karşılık İslamiyeti kabullerinde böyle bir durumda karşılaşmıyoruz.

12. asırda yaşamış din adamı ve tarihçi Süryani Mihail (ölm. 1199) şu bilgiyi vermektedir "Türk Milleti tek tanrıya inanmakta idi. Arapların da tek Allah'a inanmaları Türklerin islam dinini kabul etmelerine sebep olmuştur." Süryani Mihail'in bu tesbiti bir gerçeği ortaya koymaktadır.

Türklerin M.Ö. 3. asırdan itibaren her şeye kadir olan ebedi Gök Tanrıya inandıkları tarihi hakikat olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple kendi "Tanrı" anlayışlarına ters düşmeyen İslamın Allah'ını kolaylıkla kabul etmişlerdir. Diğer tarafdan İslamın cihat mefkuresi ile Türklerin savaşçılık ruhu ve dünyaya hakim olma idealleri birbirini tamamlıyordu. Cihadın faziletleri ve mücahitlere ahirette vaat edilen mükafatlarda, Türkler, kendi ideallerini bulmuş oluyorlardı. Esasen kendi inançlarında öldürdükleri düşman nisbetinde öteki dünyada mükafatın vaad edilmiş olması yeni dini kabulde teşvik edici bir sebep olmuştur.

Hz. Muhammed'in (SAV) Türkler hakkındaki hadisleri, Türkler arasında İslam peygamberine karşı bir sempati ve yakınlığın doğmasına sebep olmuştur. Keramet sahibi olan ve gaipden haber veren Kamlar ile İslamın Evliya ve mürşitleri birbirlerinin yerine geçerken daha doğrusu birbirleri ile kaynaşırken meydana gelen değişiklik pek farkedilmiyordu.

Türk töresi ile İslam'ın ortaya koyduğu nizam arasında bilhassa ahlaki meselelerde büyük benzerlik dikkati çekmektedir. Bu hususlar Türklerin inanç ve ideallerine uygun gelen ve zamanın en mükemmel bir dinine ve medeniyetine neden ve nasıl girmiş olduklarını ortaya koymaktadır.
Müslümanlığın Türkler Üzerindeki Etkileri
Türkler'in Müslümanlığı kabulü bu milletin kaderi üzerinde de son derece önemli bir yer işgal geder. Yeni bir din veya medeniyetin kabulü, cemiyette inanış, düşünüş ve yaşayış gibi çeşitli bakımlardan meydana getirdiği değişiklik ve gelişmeler dolayısıyla bir milletin tarihinde en önemli bir hadise olma özelliğini daima korumaktadır. Böyle bir değişiklikle milletlerin varlıklarını koruduğu, yeni bir iman ve hızla ileri bir seviyeye eriştiği veya bunun tam aksine milli bünyelerinin sarsıldığının, hatta milli benliklerini kaybettiklerinin örneklerine tarihte sık sık rastlanmaktadır. Din değiştirmenin bir milletin hayatında meydana getirdiği değişikliklerin Türk tarihinde açık olarak görebiliriz.

Türkler Müslüman olmadan önce gerek Türkistan'da ve gerekse yayıldıkları ülkelerde Budizm, Maniheizm, Musevilik, ve Hıristiyanlık gibi dinleri kabul etmişlerdir. Ancak bu dinleri kabul kısmen olmuş ve büyük Türk kitlesi kendi Gök-Tanrı dinlerine bağlı kalmışlardır. Türklerin kısmen de olsa kabul ettikleri bu dinlerin ortaya koyduğu nizam, onların töre ve yaşayışlarına uymadığı için, kısa zamanda onların milli benliklerini kaybetmelerine sebep olmuştur.

Gök Türk Hakanı Bilge Kağan, vezir'i Tonyukuk'tan bir Budist mabedinin yapılmasını istediği zaman bu Bilge vezirin ona verdiği "Savaşı ve hayvan etini yemeği yasaklayan ve miskinlik telkin eden bu dinin kabulu Türkler için felaket olur" cevabı bu husustaki ileri görüşünü ve endişesini bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.

İslamiyetin kabulü Türklere yeni bir ruh ve kuvvet vermiş, Asya steplerinden Avrupa içlerine kadar uzanan sahalarda büyük ve uzun ömürlü devletlerin kurulmasında başlıca sebep olmuştur. Bunlardan daha önemlisi İslam dininin ortaya koyduğu nizam ile Türk töre ve yaşayışı birbirine uyduğu ve birbirini tamamladığı için Türkler milli varlıklarını devam ettirmişlerdir.

İslam dinini kabul eden Türk boylarından hiçbirisi, diğer dinleri kabul eden Macarlar, Bulgarlar, Hazarlar ve Peçenekler gibi milli varlıklarını kaybetmemişlerdir. Diğer bir ifade ile dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış olan Türk Milleti varlığını İslam dini sayesinde koruyabilmiştir. İslamiyetin bu olumlu etkisi, devlet idaresinden sanata kadar toplum alanının her alanında kendisini göstermiş, ilham kaynağı olmuş ve ölümsüz eserlerin meydana gelmesini sağlamıştır.

Astronomi : Tam Güneş Tutulması

29 Mart 2006 günü meydana gelecek 21.yüzyıl’ın dördüncü, Türkiye’den izlenecek ilk tam güneş tutulması olayı bazı Afrika ve Asya ülkeleri ile birlikte görülecek. Böyle bir tutulma son olarak 11 Ağustos 1999 günü yani yaklaşık 7 yıl önce Türkiye’den izlendi. Bundan sonra yurdumuzdan izlenebilecek Tam Güneş Tutulması 30 Nisan 2060 tarihinde meydana gelecek.

Tam Güneş Tutulması 29 Mart 2006 günü sabahı Brezilya kıyılarında görülmeye başlanacak, Nijerya’dan Afrika kıtasına girecek, Nijer, Çad, Libya ve Mısır’ın Libya sınırından geçerek Akdeniz’e ulaşacak. Türkiye’ye Antalya kıyılarından saat 11:37 civarında girecek, Ordu’dan 15:25 civarında Karadeniz’e çıkacaktır. Gürcistan, Rusya ve Kazakistan geçişi sonrası Güneş Batımı ile sona erecek.

Olay, yurdumuzda Antalya’dan başlayarak sırasıyla, Konya, Karaman, Aksaray, Nevşehir, Kırşehir, Kayseri, Yozgat Sivas, Tokat, Amasya, Ordu, ve Giresun, illerinden geçen 183.5 km genişlikte bir şeritten tam tutulma olarak izlenebilecek.

Olayın meydana geleceği tarihte yurdumuzun özellikle güney bölgelerinin meteorolojik şartlarının elverişli olması izleme açısından Türkiye’yi diğer Asya ülkelerine göre avantajlı duruma getirmektedir. Özellikle Antalya ve Konya illerimiz gözlem şansı yüksek bölgeler olacaktır. Güneş tutulmalarına tam tutulmaların tam tutulma anı dışında hiçbir şekilde çıplak gözle bakılmamalıdır. Güvenli gözlem için gerekli önlemler alınmadığında kalıcı göz hasarları ile karşı karşıya kalınmaktadır. Eski çağlarda güneş tutulması Eski çağlara dönüp baktığımızda geçmişteki insan topluluklarının yazılı, yazısız kültür miraslarında Güneş ve Ay tutulmalarının nedeni hep doğaüstü güçlerle açıklanmaya çalışılmıştır. Yapılan tasvirlerde tutulmalar sırasında ya bir tanrı, ya bir kötü ruh ya da uğursuz bir hayvan Güneş’i veya Ay’ı söndürmeye, yok etmeye çalışmaktadır. Dünya üzerinde farklı kıtalarda gelişmiş farklı kültürlerin hemen hemen hepsi tutulmalar sırasında gelebilecek olası tehlikelerden korunmak için benzer inanışlar geliştirmişlerdir. İlk insanların bu olağanüstü doğa olayı karşısında nasıl dehşete kapılmış olabileceğini tam güneş tutulmalarını ancak tam tutulma hattından izleyenler hissetmektedir. Yaşamları süresince belki sadece bir kez gördükleri böyle aniden gelen bu değişim karşısında akıllarından geçenler, o günlerde yaşadıkları veya daha sonra yaşayacakları tüm felaketlerin nedeninin bu olaya bağlanması, olmalıdır. Güneş tutulmaları nasıl meydana gelir? Dünya Ay’ın gölgesi ya da yarıgölgesinden geçtiğinde güneş tutulması meydana gelir. Bu sırada Güneş, Ay ve Dünya hemen hemen aynı doğrultuda sıralanmış, Ay’da yeniay evresine çok yaklaşmıştır. Eğer Ay’ın yörüngesi Dünyanın Güneş etrafında döndüğü yörüngeyi içinde bulunduran ekliptik düzlemi ile çakışık olsaydı, bu durumda her yeniayda bir Güneş tutulması olacaktı. Halbuki Ay’ın yörünge düzlemi ile ekliptik düzlemi arasında 5º 17’ lık bir açı olduğundan bu düzlemler kesişir. Her iki düzlemin arakesitine düğümler çizgisi denir. Bu çizgiyi oluşturan doğrunun Güneş’in görünen yörüngesini kestiği noktaları da Ay yörüngesinin düğümleri olarak tanımlanmıştır. Bir tutulma olabilmesi için ilk şart, yer merkezli ekliptik koordinat sisteminde Dünya ve Güneş doğrultusunun yeniay evresi sırasında düğümler çizgisine yakın olmasıdır . Güneş bu iki düğümün her birinden 173.31 günde bir geçmektedir. Bu geçiş dönemlerine tutulma mevsimi denilmektedir. Şekillerde gösterilen özel şartlar da yerine geldiği taktirde güneş tutulması gerçekleşecektir. Düğümler çizgisi sabit değildir ve yılda 19.3548º olmak üzere dönemi 18.6 yıl süren bir presesyon hareketi yapmaktadır. 29 Mart 2006 günü bu özel şartlar yerine gelecek ve bir tam güneş tutulması olacakwidth=440 border=0> Güneş Tutulması Türleri Ay Güneş'ten yaklaşık 400 kere daha küçük, fakat bize Güneş'ten 400 kere daha yakın olduğundan gökyüzünde ikisi de aynı büyüklükte görülmektedir. Ay, Dünya çevresinde basıklığı az da olsa elips şeklinde olan bir yörüngede dolanmaktadır. Bundan dolayı Dünyaya olan uzaklığı her an değişmektedir. Eğer tutulma anında Ay Dünyaya yeteri kadar yakınsa, görünen büyüklüğü Güneş'in görünen büyüklüğünden daha büyük olduğundan Güneş diskinin tamamı örtülmekte ve tam tutulma meydana gelmektedir. Örtülme Güneş’in görünen büyüklüğünün Ay’dan daha büyük olduğu zamana denk gelirse, tutulma halkalı tutulma şeklinde görülmektedir. Güneş’in ve Ay’ın Dünyaya en uzak ve en yakın olduklarında görünen büyüklükleri yay dakikası cinsinden yukarıdaki şekilde gösterilmiştir. width=300 border=0>Tam Güneş Tutulması Eğer tutulma anında Ay Dünyaya yeteri kadar yakınsa, görünen büyüklüğü Güneş'in görünen büyüklüğünden daha büyük olduğundan Güneş diskinin tamamı örtülmekte ve tam tutulma meydana gelmektedir. Dünya Ay’la karşılaştırıldığında çok büyük olduğu için tam tutulma ancak gölgenin Dünya üzerine düştüğü yerlerden izlenmektedir. Gölge çapının büyüklüğü o sıradaki Dünya-Ay ve Güneş-Dünya uzaklıklarına bağlıdır. Bir tam tutulma sırasında bu çap en çok 268 km, halkalı tutulmada ise 375 km olabilmektedir . Ay’ın Dünya üzerine düşen yarı gölgesinin çapı 7000 km’dir. Uygun şartlar yerine geldiğinde tam tutulma anı 7 dakikadan biraz daha fazla sürebilmektedir. Ay Dünya’ya en uzak konumunda 406740 km en yakın konumunda 356410 km uzaklıktadır. width=400 border=0> align=right border=0>Uydu fotoğrafından da anlaşılacağı gibi tam güneş tutulmaları sırasında tam tutulma anı Dünya üzerinde hareket eden Ay gölgesinin geçtiği hat boyunca izlenebilmektedir ve bu hatta tam tutulma hattı denir. Halkalı Güneş Tutulması Örtülme Güneş’in görünen büyüklüğünün Ay’dan daha büyük olduğu zamana denk gelirse, şekilden görüldüğü gibi gölge konisinin devamının Dünya üzerine düştüğü yerlerden tutulma halkalı tutulma şeklinde görülmektedir. Halkalı tutulmanın halkalı evresi en çok 12 dakika sürmektedir. Dünya Güneşe en yakın konumunda Ocak ayının başında (~147.1 milyon km), en uzak konumunda Temmuz ayının başında (~152.1 milyon km) bulunur.
width=440 border=0>Tam gölgenin Dünya üzerine düşmediği güneş tutulmaları parçalı tutulma olarak izlenebilmektedir. Bütün güneş tutulmaları sırasında yarıgölgenin Dünya üzerine düştüğü her yerden tutulma parçalı tutulma olarak izlenmektedir. Tutulmaların süresi Ay’ın Dünyaya göre en uzak ve en yakın konumunda olmasına bağlıdır. Tutulma Ay en yakın konumda iken oluyorsa 5 saat 14 dakika, en uzak konumda iken oluyorsa 6 saat 15 dakika sürecektir. Bütün tutulmaların parçalı tutulma evresi çok uzun sürmektedir. Güneş tutulmalarına tam tutulmaların tam tutulma anı dışında hiçbir şekilde çıplak gözle bakılmamalıdır. Güvenli gözlem için gerekli önlemler alınmadığında kalıcı göz hasarları ile karşı karşıya kalınmaktadır. Tutulma sırasında güneş diskinin % 99 ‘u örtülmüş olsa bile önlem alınmadan çıplak gözle Güneş’e bakıldığında güneş ışınımının zarar verdiği bilinmektedir.GÜNEŞ TUTULMASI VE GÖZ SAĞLIĞI Güneş ışığını bir yerde yoğunlaştırabilirsek çok yüksek sıcaklıklara ulaşabiliriz. Örneğin kağıt üzerinde bir mercek yardımıyla odaklayacağımız güneş ışınımı kısa sürede kağıdın tutuşmasına yol açacaktır. Şimdi bu kağıt parçasının yerinde gözünüzün olduğunu düşününüz ! Hiç kimse bunu düşünmek bile istemeyecektir. Önceden özel güneş filtreleriyle donatılmamış mercek sistemli hiçbir optik araçla (el dürbünü, teleskop, fotoğraf makinası) güneşe bakılması son derece sakıncalıdır. Aksi durumda bu araçlar güneş ışığını gözünüzün içine odaklayabilmektedir. Güneş tutulmaları sırasında hiçbir önlem almadan çıplak gözle Güneş’e bakabileceğimiz kısa süreli tek an tam tutulma anıdır. Gerekli önlemleri almadan çıplak gözle Güneş’e bakarken gözbebeğimizde duyduğumuz acıyla başımızı çevirme güdüsü hayati önem taşımaktadır. Güneş tutulmaları sırasında kullanılabilecek kalitesiz bir filtre bu acıyı hissetmememize neden olabilmektedir. Böyle bir durumda göz dibinin acıya duyarlı olmaması nedeniyle kızıl ötesi ışınım gözümüzün retinasını hiç acı vermeden yakabilmektedir. Güneş ışığı bir prizmadan geçirildiğinde bu ışığın mordan kırmızıya bir dizi farklı renkten meydana geldiği görülmektedir. Güneş ışınımı spektrumunun gözle görünen bölgesini bu renkler oluşturmaktadır. Mor rengin dalga boyu 400 nm ( 1 nanometre 1 milimetrenin milyonda biridir) kırmızının da 750 nm’dir. Güneş ışığının spektrumu yalnız görünen bölgeyle sınırlı değildir. Mor ötesi ve X ışınımlarına denk gelen daha kısa dalga boylarından kızıl ötesi ve radyo dalgalarına denk gelen daha uzun dalga boylarına kadar uzanmaktadır. Mor ötesi ışınımların dalga boyları 400 nm’den (görünen mor ışık), 15 nm’ye (X ışınımı) kadar yayılmaktadır. Kızılötesi ışınımların dalga boyları 800 nm ( gözle görülen kırmızı ışık) ile 1 mm ( radyo dalgaları) arasında değişmektedir. Bu ışınımların taşıdıkları enerji sıcaklık olarak hissedilebilmektedir. Güneş gözlemi sırasında amatör ve profesyonel astronomların kullandığı çok çeşitli güneş filtreleri vardır. Bu filtrelerin, güneş ışığının şiddetini düşürmenin yanısıra bu ışınımla gelen mor ötesi ve kızıl ötesi ışınımlarını da geçirmemek gibi iki temel görevi vardır. Bu filtrelerin yüzeyi alüminyum, krom veya gümüşten olmak üzere çok ince bir film tabakasıyla kaplanmaktadır. Bu metal tabaka kızıl ötesi ışınımın geçmesini engellemektedir. 29 MART 2006 TAM GÜNEŞ TUTULMASI width=427 border=0> Aşağıdaki şekilde de görüldüğü gibi yerkürenin neredeyse yarısını kat eden tam tutulma hattından gözlenecek 29 Mart 2006 tutulması 21. yüzyılın dördüncü tam Güneş tutulmasıdır.

width=200 border=0>Aşağıdaki şeklin üzerinde koyu mavi renklerle gösterilen dar bant tam tutulma hattını göstermektedir. Güneş tutulmasında tam tutulma anı, sadece bu hattın içinde olanlar tarafından izlenebilecektir. Dört kıtada da, bu hattın dışında kalanlar tutulmayı parçalı tutulma olarak gözleyebilecektir. Şekilde açık mavi renklerle gösterilen sınır çizgileri parçalı tutulma sırasında bulunulan yerde Ay’ın Güneş diskinin ne kadarını örteceğini göstermektedir. width=275 border=0> Tutulma, Ay’ın gölgesinin Brezilya’nın kuzey-doğu kıyılarına saat 11:36’da düşmesiyle başlayacak ve gölge, genişliği 129 km olan dar bir koridor boyunca doğuya doğru ilerleyecektir. Tam tutulmanın bu kıyılardaki süresi tam tutulma hattının merkezinde 1 dakika 53 saniye olacaktır. Hızla Atlas okyanusunu geçen gölge, ekvatoru kestikten sonra saat 12:08’de Gana’da Afrika kıyılarına ulaşacak, 3 dakika 24 saniye sürecek tam tutulma anı sırasında Güneş ufuktan 44 derece yükseklikte olacaktır. 184 km genişliğindeki tutulma hattı içinde ilerleyen gölgenin hızı 0.958 km/sn’ye ( saatte 3450 km’ye) kadar düşecektir. Tam tutulma hattının merkezinden 50 km güneyde bulunan Gana’nın başkenti Accra’da bulunanlar, tam tutulmayı 2 dakika 58 saniye süreyle izleyeceklerdir. Belirtilen sürenin tam ortası saat 12:11’e denk gelecektir. Gölge, bir süre yoluna yeryüzünün en çöllenmiş ve yerleşimin çok az olduğu bölgelerden devam ederek saat 13:05 ‘de kuzeyine ulaştığı Nijer’i terk edip Çad’ın kuzey batısından geçerek güneyden kuzeye kat edeceği Libya’ya girecektir. Merkezi tutulma hattı üzerinde koordinatları 23º09’ kuzey enlemi ve 16º43’ doğu olan nokta tam tutulmanın 4 dakika 7 saniye ile en uzun süreceği yer olacaktır. Burada Güneş’in ufuktan yüksekliği 67º , tutulma hattının genişliği de 183.5 km olurken tam tutulmanın ortası saat 13:11:18’ de gerçekleşecektir. Gölgenin hızının 0.697 km/s’ye (saatte 2510 km) düştüğü bu tutulma da 21 Haziran 2001 den bu yana izlenmiş en uzun tam tutulma olacaktır.

width=400 border=0> Akdeniz’i Girit’le Kıb-rıs’ın arasından geçen gölge saat 13:54’de güney sahillerimize ulaşacaktır. Ülkemizin turizm merkezi Antalya’da bulunanlar tam tutulma hattının 50 km kuzey batısında kalacaklarından tam tutulmayı 3 dakika 11 saniye izlerken, merkezi tutulma hattı üstünde olan Manavgat ve çevre-sinde tam tutulma 35 saniye daha fazla sürecektir. Gölge Karadeniz sahiline ulaştığında saatler 14:10’u gösterecek, bu sırada Güneş’in ufuktan yüksekliği 47º, tutulma hattının genişliği 165 km, gölgenin hızı da 0.996 km (saatte 3585 km) olacaktır. Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında 6 dakika geçiren gölge Gürcistan’ın batı kıyısıyla buluşacak ve Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te de tutulma parçalı olarak izlenecektir. Hazar denizinin kuzeyinden geçerek Rusya’nın içlerine ilerleyen gölge Kazakistan’a ulaştığında saatler 14:30’u gösterecek ve burada Güneş’in ufuktan yüksekliği 32º olurken, gölgenin hızı da 1.508 km/sn’ye (saatte 5430 km) yükselecektir. Tam tutulma süresi kısalarak 2 dakika 57 saniyeye inecektir. Geriye kalan 17 dakika boyunca gölge Asya’nın iç bölgelerine doğru ilerlerken giderek hızlanacağından buralarda tam tutulma süresi azalacaktır. Gölge, Kazakistan’ın kuzeyini kat ettikten sonra yeryüzünü terk etmeden bir kez daha Rusya’ya girecek ve Güneş batarken son kez Moğolistan’ın kuzey sınırı boyunca tam tutulma izlendikten sonra 14:48’de Dünya’yı terk edecektir. Ay’ın Güneş’in önünden geçerken oluşturduğu gölge 3 saat 12 dakika boyunca yeryüzünde 14500 km yol kat etmiş olacaktır.Hazırlayan: Dr. Tamer Ataç Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Astronomi Laboratuvarı

Felsefe : Evren

Evren hakkında bilgi
Evren, sonsuz uzamda bulunan tüm madde ve enerji biçimlerini içeren bütünün adıdır. Yani "evren" astronominin, astrofiziğin konu edindiği şeylerin tümüdür. İçinde "her şey" olan bu dev çorba, sonsuzluk veya hiçlik olarak tanımlanabilecek uzayın içinde yer alır. Daha doğrusu, uzaya FON olan siyah hiçliğin içindeki her şeydir evren... Dolayısıyla aslında sonsuz uzayın-hiçliğin içinde de değildir. Zira "hiçliğin" içi olmaz.

Fakat olmayan şeylere de (sıfır gibi) onlardan bahsedebilmek ve düşü
Evren varolmuş olan, varolan ve varolacak olan her şey. Bütün bir doğal dünya. Gözlemlenen ya da varolduğuna ina­nılan madde ve enerjinin tümünü birden içe­ren fiziki sistem. Yıldızları, gezegenleri, yeryüzünü, gaz ve bulutları, vb. kapsayan, maddeyle dolu mekanın bütünü. Tikellerden tümellerden meydana gelen bütün. Kendisine aşkın olar Tanrı dışında, varolan her şeyi kapsayan sistem. Evren, sonsuz uzamda bulunan tüm madde ve enerji biçimlerini içeren bütünün adıdır. Yani "evren" astronominin, astrofiziğin konu edindiği şeylerin tümüdür. İçinde "her şey" olan bu dev çorba, sonsuzluk veya hiçlik olarak tanımlanabilecek uzayın içinde yer alır. Daha doğrusu, uzaya FON olan siyah hiçliğin içindeki her şeydir evren... Dolayısıyla aslında sonsuz uzayın-hiçliğin içinde de değildir. Zira "hiçliğin" içi olmaz. Fakat olmayan şeylere de (sıfır gibi) onlardan bahsedebilmek ve düşüncelerimizde kullanabilmek için bir isim vermek zorunda olduğumuzdan evreni çevreleyen bu "hiçliğe" uzay-uzam gibi isimler vermişizdir.

Bakış açısına göre evren, aslında "tek" şeydir de... Zira bilinen en büyük bütündür. Fakat sadece "evren" kavramını kullanarak düşünüp konuşamayacağımız için onu farklı ve daha küçük parçalara ayırır ve sınıflandırırız. Böylece "dil" ortaya çıkar. Dili kullanan insanlar bir süre sonra kavramların aslında gerçekliklerinin olmadığını sadece fonksiyonları olduğunu unutur ve kendi yarattıkları kavramların mutlaka bir gerçekliğe işaret ettiğine ("tanrı" kavramında olduğu gibi) inanmaya başlar. Buradan olarak, aslında tek şey vardır ve bunun adı da (bize göre tabi ki) "Evren" dir. Evren oluşmuş ve/veya oluşturulmuş sistemler bütünüdür.

Müzik : Çökertme Türküsü

Çökertme Türküsü Çökertme'den çıktım da Halil'im aman başım selamet Bitez de yalısına varmadan Halil'im aman koptu kıyamet Arkadaşım İbrahim Çavuş Allah'ıma emanet Burası asbat değil Halil'im, Bitez de yalısı Ciğerime ateş saldı aman kurşun yarası Güvertede gezinirken aman kunduram kaydı İpekli mendilimi örüzger aldı Çakır da gözlü Gülsüm'ümü kolcular aldı Gidelim gidelim Halil'im Çökertme'ye varalım Kolcular görürse Halil'im nerelere kaçalım Teslim olmayalım Halil'im ateş açalım...

Edebiyat : Deneme

Deneme hakkında bilgi
Alm. Experiment (n), Versuch (m), Probe (f), Fr. Essiai (m), experience (f), İng. Test, Experiment. Bir gerçeğin veya ileri sürülen bir fikrin doğruluk derecesinin veya yanlışlarının bulunması için yapılan araştırmalar. Denemelerin sâhası oldukça geniştir. Tarımda (meselâ tohumun filizlenme gücünün tesbiti için), havacılıkta (meselâ paraşütle atlama denemeleri), kuyumculukta (mâdenî paraların ayarının tesbiti için) vs. maksada göre denemeler yapılır.

A lm. Experiment (n), Versuch (m), Probe (f), Fr. Essiai (m), experience (f), İng. Test, Experiment. Bir gerçeğin veya ileri sürülen bir fikrin doğruluk derecesinin veya yanlışlarının bulunması için yapılan araştırmalar. Denemelerin sâhası oldukça geniştir. Tarımda (meselâ tohumun filizlenme gücünün tesbiti için), havacılıkta (meselâ paraşütle atlama denemeleri), kuyumculukta (mâdenî paraların ayarının tesbiti için) vs. maksada göre denemeler yapılır.

Modern ilim anlayışının üç temel unsurlarından biri olan deneme (tecrübe), Müslüman fen âlimlerinin asırlar evvelinden bildikleri ve uyguladıkları bir husustur. Çünkü İslâm dîni tecrübe ve denemeye önem veren bir dindir. Asr-ı saâdette yaşanan şu hâdise tecrübe etmenin yalnız ilim konularına değil, sanat, zirâat, ticâret gibi günlük hayâtın her cephesine önemli bir unsur olarak gitmesini sağlamıştır.

Teknoloji denemeleri: 1) Bir cismin zorlanmalara karşı koyma, esneme, vb. gibi yeteneklerinin anlaşılması için yapılan fiziksel veya kimyâsal işlem. 2) Bir makinanın kullanış özelliklerinin veya yapısının kontrol edilmesi için yapılan işlem.

Kontrol denemeleri: Malzemeler üzerinde yapılan bu denemeler onların şartnâmeye uygun olup olmadıklarının veya kendilerine bâzı özel, termik işlemlerin uygulanmasından sonra istenilen özellikleri kazanıp kazanmadıklarının anlaşılması için yapılır.

Araştırma denemeleri:Malzemeleri değişikliklere uğratarak onlara daha iyi özellikler kazandırmak maksadıyla laboratuvarda yapılan denemelerdir.

Kompozisyonda yazı çeşidi veya tür olarak deneme için (Bkz. Edebî Türler).

Arkeoloji : İskender Lahti

İskender Lahti, İÖ 4. yüzyılın son çeyreğinde yapıldığı sanılan, adını üstündeki kabartmalar arasında bulunan Büyük İskender figüründen alan lahit. Osman Hamdi Bey'in 1887'de yaptığı Sayda (bugün Lübnan'da) kazılarında ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde sergilenmektedir.

Kime ait olduğu bilinmemekle birlikte, İskender'in olmadığı kesindir. Lahit, yassı bir taban bölümünün üstünde yanlamasına duran bir dikdörtgenler prizması biçimindedir; tepesinde bir Yunan tapınağınınkini andıran bir beşik çatı vardır. Prizmanın dört yan yüzüyle çatının üçgen alınlıkları kabartmalarla kaplıdır. Uzun yüzlerden birinde Yunanlılarla Persler arasındaki bir çarpışma canlandırılmıştır. Bu kabartmanın sol yanındaki, at üstünde betimlenmiş figür İskender'dir. Sırtında Herakles' in simgesi olan aslan postu vardır. Öbür uzun yüzde bir aslan ve geyik avı sahnesi yer almaktadır. Dar yüzlerden birinde ve bunun üstündeki alınlıkta birer çarpışma sahnesine yer verilirken, öbür dar yüzde bir pars avı, alınlıkta ise gene Perslerle Yunanlıların çarpışması konu edilmiştir. Eski Yunan sanatında âdet olduğu gibi, beyaz mermerden yapılmış İskender Lahti' nin de bütün kabartmaları çeşitli canlı renklerle boyanmıştı. Epeyce solmuş ve yer yer kaybolmuş olmakla birlikte, bu boyaların izleri bugün de seçilebilmektedir.

Hukuk : Genel Mahkemeler

Genel Mahkemeler hakkında bilgi
Genel Mahkemeler 1. Sulh Hukuk Mahkemesi: Kanunda belli edilen işlerle birlikte, ihtilaf konusu iki milyon TL'ye kadar olan davalara bakar (Bu rakam enflasyonla alakalı olarak zamanla değişmekte ve ayarlamalar yapılmaktadır.) Tek hakimle vazife görmektedir. Her ilçede bir Sulh Hukuk Mahkemesi bulunur. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi: Bu mahkeme de tek hakim esasına göre çalışmaktadır. Hukuk davalarından, yine kanunla belli edilen ve Sulh Hukuk Mahkemesinin vazifesi içine girmeyen davalara ba
Genel Mahkemeler 1. Sulh Hukuk Mahkemesi: Kanunda belli edilen işlerle birlikte, ihtilaf konusu iki milyon TL'ye kadar olan davalara bakar (Bu rakam enflasyonla alakalı olarak zamanla değişmekte ve ayarlamalar yapılmaktadır.) Tek hakimle vazife görmektedir. Her ilçede bir Sulh Hukuk Mahkemesi bulunur.

2. Asliye Hukuk Mahkemesi: Bu mahkeme de tek hakim esasına göre çalışmaktadır. Hukuk davalarından, yine kanunla belli edilen ve Sulh Hukuk Mahkemesinin vazifesi içine girmeyen davalara bakar. Her ilçe de en az bir Asliye Hukuk Mahkemesi bulunur.

3. Sulh Ceza Mahkemesi: Tek hakimle vazife yapar. Hangi konularda görev yapacağı alakalı kanunda gösterilmiştir. Her ilçede Sulh Ceza Mahkemesi görev yapar.

4. Asliye Ceza Mahkemesi: Sulh ve Ağır Ceza Mahkemelerinin vazifesi dışında kalan işlere bakan ve tek hakimle çalışan bir mahkemedir.

5. Ağır Ceza Mahkemesi: Bir başkan ve iki üye olmak üzere, üç hakimden kurulan, toplu hakim esasına göre çalışan bir mahkemedir. Ağır cezayı gerektiren davalara bakar.

Mahkemelere davaların açılışı: Mahkemelerin faaliyete geçmesi, bir iddia ve müracaat ile başlar. Yani mahkemeler olaya re'sen (kendiliğinden) el atmazlar. Hakkının tesbitini isteyen veya zarar gören biri, vekili veya amme davalarında savcı, mahkemede dava açar. Kendisine suç ihbarında bulunulan savcı, önce bir hazırlık tahkikatı (hazırlık soruşturması) yapar. Sözkonusu fiil ile ilgili bazı ip uçları ele geçirirse ilgili kişi hakkında dava açar. Değilse takipsizlik kararı verir. Hukuk davalarında ise dava, ilgili kişi veya vekili tarafından doğrudan doğruya yetkili ve görevli mahkemeye açılır. İdari ihtilaflarla ilgili davalarda, zarar gören kişi veya vekili davayı doğrudan doğruya ilgili mahkemelerde açar. Savcı sadece ceza mahkemelerinde sözkonusu olmaktadır. Hukuk ve idare mahkemelerinde savcı değil davacı bu işi yapmaktadır. Dava açarken belli bir miktar “harç” yatırmak gerekmektedir. Aksi halde davaya bakılmaz.

Mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimin teminatı: Anayasa'nın 138. maddesine göre hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında yasama meclisinde, yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadırlar; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.

Mahkemelerde duruşmaların aleniliği: Anayasa'nın 141. maddesine göre, mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir. Küçüklerin yargılanması hakkında kanunla özel hükümler konulur.

Mahkeme kararı: Anayasa'nın 141. maddesine göre, bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır. Yani mahkemeler mesnetsiz, delilsiz keyfi karar veremezler. Mahkemede her türlü ispat vasıtası delil olarak kullanılabilir. Delilleri değerlendirmek hakime aittir. Hakim gerekirse bilirkişiye müracaat edebilir ve keşfe karar verebilir. Hukuk davasında delili taraflar topladığı halde, ceza davasında savcı da, mahkeme de bizzat delil toplamakla meşgul olur. Varsa şahitler dinlenir. Hakim ilk celsede karar veremezse davayı başka bir güne tehir eder (erteler).

Anayasa'nın 36. maddesine göre, hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz. Hiç kimse, kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir adli merci önüne çıkarılamaz (tabii hakim ilkesi). Bu hükme göre, suç işleyen kişi, suçun işlendiği yer ve zamanda mevcut olan kanunlara göre yargılanır. Suç işlendikten sonra yeni düzenlemelerle sanığın durumunu ağırlaştırıcı işlemler yapılamaz. Yapılırsa, bu o kişi hakkında değil, daha sonra suç işleyenler hakkında uygulanabilir.

Mahkemelerin vereceği gerekçeli kararlar sonucu ilgili kişi veya kişiler suçlu bulunursa, hak ettikleri ceza verilir. Bu cezalar kesinleştikten sonra, yetkili merciler tarafından infaz edilir, yerine getirilir. Kişi, para cezasına çarptırılmışsa ve ödemiyorsa icra daireleri kanalı ile zorla ödetilir. Mallarına haciz konur ve gerekirse satışa çıkarılır. Şayet bir alacak davası söz konusu ise satılan mallardan alıcının alacağı ödenir. İlgili kişi hapse mahkum olmuşsa, derhal hapishaneye gönderilir.

Mahkemelerin verdiği kararlar için temyiz yoluna gitmek mümkünse, yani Yargıtay'a müracaat etmek yetkisi varsa, temyiz yoluna müracaat için kanunda belirtilmiş süre geçmedikçe alt mahkemenin verdiği karar kesin sayılmaz. Bu süre geçince kesinleşmiş sayılır. Şayet yetkili kişi veya savcı, re'sen (kendiliğinden) temyiz yoluna gitmişse, Yargıtayın vereceği karara kadar hüküm yerine getirilmez. Yargıtay alt mahkemenin verdiği kararı bozarsa, alt mahkeme bu karara uyar ve gereğini yapar veya eski kararından dönmez. Yargıtay tekrar bozarsa bu sefer alt mahkeme Yargıtay kararına uymak zorundadır. İlgililer Yargıtay'ın verdiği karara karşı Yargıtay Genel Kurulu'na müracaat edebilirler. Yargıtay Genel Kurulu'nun vereceği karar kesindir.

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

Dil : Zazaca

Dımılice (Zazaca) Doğu Anadolu Bölgesinde zaza (kırmanç) olarakta bilinen Kürtler tarafından konuşulan kadim Kürtçe'nin pahlavanik diller kategorisine giren bir dildir.

Kürt dili birden çok lehçe ve ağızdan oluşmaktadır. Kürtçe'nin dört büyük lehçesinden biri de Kırmanccadır (Zazaca). Kırmancca, bu lehçeler içerisinde Kurmancca ve Sorancaya oranla Hewremani ya da Gorani olarak bilinen lehçeye daha yakındır. Kurmancca ile Soraniceyi bir grup, Kirmancca ile Hewremancayı diğer bir grup olarak kabul etmek mümkündür.

Bazı İranoloji kaynaklarında Kürtçe'nin lehçeleri başlı başına ayrı diller olarak sınıflandırılır.

Zazalar kırmanccayı (Zazacayı, Dımıliceyi, Kırdceyi) konuşan Kürtlerdir. Bu lehçeyi konuşan Kürtler'e Bingöl, Tunceli, Diyarbakır, Bitlis, Adıyaman, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Muş, Siirt, Urfa, Malatya ve Kars illerinde rastlanır.

Zazaca konuşulan her yerde Zazaca aynı adla adlandırılmaz. Mesela Tunceli „Kırmancki“, Bingöl yöresinde „Kirdki“, Palu ve Maden yöresinde „Zazaki“, Siverek yöresinde „Dımılki“ denilmektedir.

Son on-onbeş yıldır Kirmancların (Zazaların) Kürt olmadıklarının iddia eden grupların genelde politik amaçlarla söyledikleri bir kenara bırakılırsa, Kurmancca, Soranca, Kırmancca ve Hewremanicenin Kürt dilinin lehçeleri olduğu konusunda, Kürtler arasında bir tereddüt gözetlenmemektedir.

Ziya Gökalp konuyu irdelerken farklı bir yaklaşım sergiliyor, bunlara „Kürtçenin Lehçeleri“ değil, „Kürdı-i Kadim“e bağlı „Kürt Dilleri“ demenin daha doğru olacağını belirtiyor.

Kırmancca (Zazaca) ile ilgili çalışmalara esas olarak yabancı kaynaklarda karşılaşılır. Bu çalışmalar çoğu kez dar kapsamlıdır.

Bu konu üzerinde duran yabancılar arasında iki ayrı egilim göze çarpmaktadır. Bunlardan bazıları Kırmanccayı Kürt dilinin lehçesi olarak kabul etmezler. Örneğin, Oskar Mann, Kırmanccayı Gorancanın bir lehçesi olarak kabul ederken, Gorancayı da Kürt dilinden saymıyor. Onu izleyn Karl Hadank yine aynı görüştedir.

Diğer grup ise onu Kürt dilinin lehçelerinden biri olarak kabul etmektedir. Örneğin Peter Lerch 1857-1858'de Petersburg'da Forschungen über die Kurden und die iranischen Nordchäldaer adlı çalışmasında Kürtçeyi Kurmanci, Zaza, Kelhuri, Gûrani ve Luri olmak üzere 5 lehçeden ibaret sayar. E. B. Soane de Kırmanccayı (Zazacayı) Kürtçenin lehçesi sayanlardandır. Öteden beri Kürdoloji çalışmalarının yapıldığı Paris Sorbon Üniversitesi ekolünün yaklaşımı da bunlardan farklı değil.

Kürtçe dilinin temel sorunlarından biri standardizasyon yetersizliğidir. Genel olarak Kürt dili ve onun bir kolu olarak Kırmancca bu güne kadar okul dili olabilmiş değiller.

Tarih : 1789 Fransız Devrimi

1789 Fransız Devrimi hakkında bilgi
1789 yılında Fransa'da patlak veren devrim, burjuvazinin iktidara gelişine başlangıç oldu, derebeyliği ve mutlak monarşiyi ortadan kaldırdı ve ülkenin birliğini gerçekleştirdi. Yüzyıl başlangıcı filozoflarından (Rousseau, Voltaire, Diderot) esinlenmiş özgürlük, kardeşlik ve eşitlik ideallerinin, Avrupa'ya yayılmasına imkân verdi. 18. yüzyıl sonlarında iktidarı elinde tutan aristokrasi (soylular sınıfı), zayıflamış ve yoksul düşmüştü: ticaretin gelişmesiyle zenginle
1789 yılında Fransa'da patlak veren devrim, burjuvazinin iktidara gelişine başlangıç oldu, derebeyliği ve mutlak monarşiyi ortadan kaldırdı ve ülkenin birliğini gerçekleştirdi. Yüzyıl başlangıcı filozoflarından ( Rousseau, Voltaire, Diderot) esinlenmiş özgürlük, kardeşlik ve eşitlik ideallerinin, Avrupa'ya yayılmasına imkân verdi.

18. yüzyıl sonlarında iktidarı elinde tutan aristokrasi (soylular sınıfı), zayıflamış ve yoksul düşmüştü: ticaretin gelişmesiyle zenginleşen burjuvazi kendisini eskisinden daha güçlü buluyor ve iktidara katılmak hakkı istiyordu. Yetersiz ürünlerin ve fiyat yükselişlerinin kurbanı olan halk, açlık tehlikesiyle karşı karşıyaydı. O dönemde devlet maliyesi de durmadan açık veriyordu.

Bunun için, kral Louis 16 Üçlü Meclis'i (Etats generaux) toplantıya çağırmağa karar verdi; buna, her türlü fazla vergi ödemeyi reddeden ve imtiyazlarının korunmasını isteyen soylu sınıf da taraftardı. Üçlü Meclis toplantısında soyluların, din adamlarının ve halkın temsilcileri, isteklerini dile getireceklerdi. Bunun için de bütün Fransa'da, şikâyet defterleri kaleme alınmağa başlamıştı.
Kurucu Meclis (Constituante)
Üçlü Meclis 5 mayıs 1789'da toplandı. Ama pek kısa zamanda, halk temsilcileri, imtiyazlılara karşı çıktılar ve bir Kurucu Meclis toplayacaklarını bildirdiler. 20 haziranda 600 temsilci bir Anayasa tespit etmeden dağılmamağa ant içti. Kralın reddetmesine karşı Paris halkı (baldırıçıplaklar sankülot deniyordu) onların bu eylemini destekledi: 14 temmuzda Bastil'i aldı.

Yeni bir Fransa örgütleniyordu: az-çok her yerde patlak veren ayaklanmaları yatıştırmak için, soylu sınıfın imtiyazları kaldırıldı (4 ağustos gecesi), insan ve Yurttaş Hakları Bildirisi oya konulup kabul edildi. Kurucu Meclis, tanrısal hakka dayanan monarşiyi lâğvetti: artık kral, ülkeyi yasalara göre yönetecekti, idare, adliye, maliye yeniden örgütlendi; din adamları devlet otoritesine tabi tutuldu.
Silâh başına, yurttaşlar
l ekim 1791'de Kurucu Meclis'in yerini alan Yasama Meclisi'nde (Assemblee legislative), ticaret burjuvazisinden gelme jirondenler hâkimdi. Bu meclis, yurt dışına göç etmiş olan ve yabancı krallıkları Fransa'ya askeri müdahalede bulunmaları için kışkırtan soyluların işini bitirmek amacıyla, Avusturya'ya savaş ilân etti (nisan 1792). Ama jirondenlerin monarşi karşısındaki politikası fazlasıyla uzlaştırıcı görüldü. 10 ağustosta baldırıçıplakların bir başkaldırısı, kralı devirdi ve hapsettirdi.

O zaman iktidar jakobenlerin eline geçti ve bunlar, hem devrimci hareketi canlandırdılar, hem de eski imtiyazlılara karşı baskıyı arttırdılar (birinci terör, eylül kıyımları). Genel seçim ve oy hakkı tanındı.


Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik


21 eylül 1792'de, bir gün önce kazanılan Valmy Zaferi'nin sevinciyle, Yasama Meclisi yerini bir Ulusal Konvansiyon'a bıraktı, o da cumhuriyeti ilân etti; daha sonra kralı idama mahkûm etti ve bu hüküm, 21 ocak 1793'te yerine getirildi.

Louis XVI'nın ölümü, Fransa'ya karşı, Avrupa devletlerinin çoğunun oluşturduğu bir ortak cephe kurulmasına yol açtı. Daha mart ayında, Belçika'yı istilâ etmeyi başarmış olan Fransız ordusu geri püskürtüldü. İstilâ korkusu, kralcı köylülerin Fransa'nın batısında ayaklanması ve ekonomik bunalım, baldırıçıplaklarla montanyarları (aşırı jakobenler) jirondenleri devirmeğe, sonra da tutuklatıp hapse tıkmağa yöneltti.
Bir Rüyanın Sonu
Montan3'ar temsilcilerden oluşan ve Danton'un, sonra da Robespierre'in önayak olduğu Halk Kurtuluş Komitesi, kitle halinde askere almalar, elkoymalar, tutuklamalar, idamlar, hayat pahalılığına karşı kararnameler, zenginlerin mallarına vergi koymalar gibi bir dizi sert tedbirler aldı. Bu, iç ayaklanmalara hızla son verdiren ve sınırları güvenliğe kavuşturan «büyük terör» dönemiydi.

Ama Konvansiyon, Robespierre ile Saint Just'ün giderek daha kanlı bir niteliğe bürünen diktatörlüğüne de tepki gösterdi; ikisi de 27 temmuz 1794'te giyotine gitti: Thermidor tepkisi. Bu tepkiyle Halk Kurtuluş Komitesi'nin aldığı tedbirler kaldırıldı ve terör sorumluları idam edildi.

Ülkede ciddi bir ekonomik bunalım başgöstermişti, ama Fransız ordusu bu sıra Avrupa'da zafer kazanıyordu. Fransa'yı yönetmek için. Konvansiyon, 26 ekim 1795'te beş üyeden meydana gelen bir Direktuvar kurdu. İktidar, burjuvazinin eline geçmiş ve eşitlik ilkesine dayalı bir cumhuriyet kurma rüyası da uçup gitmişti.
Kordelyelerle Jakobenler
Montanyarlar'dan çoğu, Danton (1759-1794), Camille Desmoulins (1760-1794) ve Marat (1743-1793) tarafından kurulmuş olan Kordelyeler Kulübü'ne veya Jakobenler Grubu'na (Robespierre, Saint Just) bağlıydı. Marat dışında (Charlotte Corday tarafından katledildi) birinciler, ılımlılıkla suçlanarak ikinciler tarafından giyotine gönderildi. Sonunda Jakobenler de Thermidor tepkisi döneminde idam sehpasında can verdi.
Marseillaise (Marseyez)
Bu yurtseverlik şarkısı, 1792 yılında genç bir Fransız subayı olan Claude Rouget de Lisle tarafından Ren Ordusu için Savaş Şarkısı başlığıyla bestelenmişti. Marsilyalı federasyon temsilcileri tarafından Paris'e getirildi ve 1795 yılında Marseillaise adıyla milli marş olarak kabul edildi.
Dağ ve Ova
Kurucu Meclis'te jironden temsilciler (en tanınmışları Gironde Bölgesi'nden gelmişlerdi) sağda oturuyorlardı. En başkaldırıcılar, basamakların solunda, ta yukarıda otururlardı: bunun için bunlara «dağlı» anlamına montanyarlar denmiştir. Tarafsız ve kararsızlara gelince, onlar aşağıda oturur ve «ova» veya «bataklık» kesimini oluştururlardı.

Biyografi : Osman Gazi

Osman Gazi hakkında bilgi
Osman Gazi (1258 - 1326) Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gazi, 1258'de, Söğüt'te doğdu. Babası Ertuğrul Gazi, annesi Hayme Hatun'dur.
Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gazi ( 1258 - 1326), 1258'de, Söğüt'te doğdu. Babası Ertuğrul Gazi, annesi Hayme Hatun'dur.

1281’de, 23 yaşındayken Kayı Boyu'nun yönetimini üstlenen Osman Gazi, ata binmekte, kılıç kullanmakta ve savaşmaktaki becerisiyle ün kazanmıştır. Aşiretin ileri gelenlerinden, Ömer Bey'in kızı Mal Hatun ile evlenmiştir; bu evlilikten ileride Osmanlı Devleti'nin başına geçecek olan oğlu Orhan Gazi doğmuştur.

Osman Gazi, sık sık dergahına gittiği Ahi şeyhlerinden Edebali'nin görüşlerine değer verir ve ona büyük saygı duyardı. Osman Gazi, bir gece Şeyh Edebalî'nin dergâhında misafirken, bir rüya gördü. Sabah olunca rüyasını Şeyh Edebalî'ya anlattı:

"Şeyhim, rüyama girdiniz. Göğsünüzden bir ay çıktı. Yükseldi, yükseldi, sonra benim koynuma girdi. Göbeğimden bir ağaç büyümeye başladı. Büyüdü, yeşillendi. Dal, budak saldı. Dallarının gölgesi bütün dünyayı tuttu. Rüyam ne mânâya gelir?"

Şeyh, bir süre sustuktan sonra şöyle dedi:

"Müjdeler olsun ey Osman! Hak Tealâ, sana ve senin evlâdına saltanat verdi. Bütün dünya, evlâdının himayesinde bulunacak, kızım da sana eş olacak."

Bu olaydan sonra Şeyh, kızı Bala Hatun'u Osman Bey'e vermiştir. Bu evlilikten Alaeddin doğmuştur.

Söğüt'te temelleri atılan, 600 yıl süreyle üç kıtada hüküm sürecek olan Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi, 1326'da Bursa'da Nikris (goutte) hastalığından vefat etmiştir.

Coğrafya : Ege Bölgesi

8 5.000km2 dolayındaki yüzölçümüyle Türkiye topraklarının yaklaşık %11’ini kaplayan, kuzeyde Marmara Bölgesi’ne, doğuda İç Anadolu Bölgesi’ne, güneydoğuda Akdeniz Bölgesi’ne komşu olan bölgemiz batıda da Ege Denizi’yle çevrilidir (adını komşu olduğu denizden alır). Marmara Bölgesi’yle olan sınırı batıda Baba Burnu’ndan başlayarak Edremit Körfezi’nin kuzeyinde yükselen Kaz Dağı’na uzanır. İç Anadolu Bölgesi’yle olan sınırı ise İnönü’nün güneybatısından başlayıp Sultan Dağları’nın kuzey ucuna ulaşır. O noktadan başlayarak Ege Bölgesi Akdeniz Bölgesi’ne komşu olur ve bu bölgeyle olan sınır ise Köyceğiz Gölü’nün batısına kadar uzanır.

Ege Bölgesi asıl Ege ve İçbatı Anadolu olmak üzere iki bölüme ayrılır. Ege Bölümü’ndeki illerimiz; İzmir, Manisa, Aydın, Denizli, Muğla İç batı Anadolu’daki iller; Uşak, Kütahya, Afyonkarahisar’dur.
Nüfus
Ege Bölgesi sık nüfuslanmışır. 1990 sayımına göre bölge nüfusu 8.2 milyondur. Nüfus yoğunluğu bakımından Marmara Bölgesi’den sonra ikinci sırada yer alır. Bölge nüfusunun yarısından çoğu kentlerde yaşamaktadır.

Bölge nüfusunun önemli bir bölümü, kıyı kesimi ile çöküntü ovalarında toplanmıştır. Kıyı kesiminde de nüfus dağılışı bakımından yöreler arasında önemli farklılıklar görülür. Ovalarda nüfus yoğun, ovaları ayıran dağlık kesimlerde nüfus seyrektir. Güneydeki Menteşe yöresi Türkiye’nin en az nüfuslanmış yerlerindendir. İçbatı Anadolu ise genel olarak az nüfuslanmıştır.
Yüzey Şekilleri
Ege Bölümü’nde başlıca dağ sıraları ve bunları birbirinden ayıran vadi olukları, doğu-batı doğrultulu çukurluklar oluşturur. Bu çukurluklar, aralarında kalan doğu-batı doğrultulu yüksek kütlelere dağ sıraları görünümü kazandırır. Çukurlukların batı uçları yakın bir dönemde deniz basmasıyla koy ya da körfez biçimini almış ama daha sonra kısmen ya da tamamen alüvyonlarla dolmuştur ve parçalı bir yapı gösterir. Yer yer 2000m’yi geçen dağ kütleleri görülür. Bunlar İçbatı Anadolu’nun 1000m’yi geçebilen düzlüklerinden daha alçak olan Ege Bölümü’ndeki ovalar üzerinde heybetli bir görünüm kazanır. Ege Bölgesi’nde yerin temelini jeologlaron Menderes Masifi adını verdikleri Saruhan-Menteşe eski kütlesi oluşturur. Paleozoyik zaman ortalarında kıvrılmalara uğramış daha sonra aşınarak düzleşmiş olan bu eski temel, Tersiyer Dönem içinde yeniden yer hareketlerine uğrayınca, bir daha kıvrılamayıp kırılmıştır. Belli kırık çizgileri boyunca bazı parçaların çökmesiyle sözü edilen oluk biçimli çukurlar (graben) ortaya çıkmış, bunların arasında da sert ve kristalli kayaçlardan oluşan eski dağ kütleleri (horst) yükselmiştir. Bu eski kütle yeniden kıvrılmamakla birlikte, çevresinde biriken deniz dibi tortulları kıvrılırken onlara kalıp olmuştur.

Doğu-batı doğrultulu çukur alanlarla bunları ayıran aynı doğrultulu yüksek alanlar kuzeyden güneye doğru şöyle sıralanır: Edremit Körfezi ve Edremit Ova’sı çukur alanı, Bakırçay Ovası’ndan Madra Dağı (1.334m) ve Kozak Kütlesi’yle (1.051m) ayrılır. Bakırçay Ova’sı ile Gediz Ovası arasında Yunt Dağı (1.075m) yer alır; Gediz Ovası’na kuzeyden Akhisar, güneyden de Nif (Kemalpaşa) Ovaları birer körfez gibi katılır. Gediz Ova’sı ile daha güneydeki Küçük Menderes Ova’sı arasına Bozdağlar (2.159m) girer. Bu kütle doğu kesiminde güneydeki Aydın Dağları’yla birleşir, batı kesiminde ise Nif Dağı’na (1.506m) ve kuzeydek Spil Dağı’na (1.513m) bağlanır. Daha güneyde Küçük Menderes ve Büyük Menderes Ovaları arasında Aydın Dağları (1.819m) uzanır. Bu dağlar batıya doğru bükülüp incelenerek Samsun (Dilek) Dağı (1.237m) üzerinden komşu Sisam (Samos) Adasına geçer. Geniş bir alanı kaplayan Büyük Menderes Ova’sı Menteşe yöresi içine Çine ve Bozdoğan Ovalarıyla sokulur.En güzeydeki çukur alanı, Bodrum ve Datça yarımadaları arasında yer alan Gökova Körfezi’dir.

Batı Anadolu’da yer alan ovalar, genellikle dördüncü jeolojik zamanda meydana gelen epirojenik hareketlerle oluşmuştur. Bu hareketler sonucunda bazı alanlar yükselmiş (horst) ve bugünkü dağlık alanları meydana getirmiş, bazı alanlar ise çökmüş (graben) ve çöküntü alanları oluşmuştur. Bu çöküntü alanlarının akarsular tarafında alüvyonlarla doldurulması sonucunda da günümüzdeki ovalar oluşmuştur. Bölgemizdeki en önemli ovalar ise Bakırçay, Gediz, Küçük ve Büyük Menderes, Balıkesir ve Akhisar ovalarıdır. Ege Bölgesi’nin güneydoğusunda yer alan ovalar ise çökme olaylarının yanında karstik olayların da etkisi ile oluşmuştur. Denizli, Tavas, Çivril gibi ovaların oluşumunda karstik olaylar oldukça etkilidir.

Meriç deltası, hızlı ilerleyen taşkın alanlarına sahip bir ovadır. Meriç Irmağının taşıdığı alüvyonlarla oluşmuştur. Bakırçay Deltası, aynı adı taşıyan akarsuyun, Çandarlı Körfezi’ni doldurması ile oluşmuştur. Yer yer tuzlu bataklıklar bulunan ovada, eski uygarlıkların kalıntıları da yer alır. Küçük ve Büyük Menderes Deltaları da birer çöküntü alanının(graben) ucunda oluşan birikinti ovalarıdır. Büyük ve Küçük Menderes Irmakları, Ege Denizi’nin seviye değişikliklerine de bağlı olarak tarihi dönemlerde hızla denizi doldurmuştur. Öyle ki, İlkçağ’da bir liman kenti olan Milet, Büyük Menderes’in denizi doldurması ile bu gün kıyıdan bir hayli ileride kalmıştır.

Bölgenin İçbatı Anadolu Bölümü’nde dağ sıraları yerine aralıklı da dizileri görülür. Bu dağlar, güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda birkaç dizi oluştur. Bu dizilerden en doğuda yer alan Emir Dağları (2.307m), Türkmen (1.826m), Domaniç (1.845m) Dağları bölge sınırları dışındaki Uludağ’a kadar uzanır. Bu dağlar dizisi batıda aynı doğrultudaki Afyon-Karahisar-Kütahya-Orhaneli üzerinden geçen bir çukur alanla izlenir. Bu çukur alanın batısında Kumalar (2.247m), Ahır(1.915m), Murat (2.309m), Şaphane (2.120m), Akdağ (2.089m), Eğrigöz (1.931m) dağları yer alır. Bu dizinin daha batısına gidildikçe geniş bir plato uzanır. Gediz Ovası’na dik yamaçlarla inen ve yüksekliği kuzeydoğuda 1.000m’yi aşan bu platoya Gördes-Uşak Plato’su adı verilir. Platonun güney kenarındaki Kula kenti çevresinde sönmüş volkan konileri ve yeni lav akıntıları görülür.

Ege Denizi’ne dökülen akarsularımız; Batı Anadolu akarsuları, geniş çöküntü hendeklerine yerleşmiştir. Bu çöküntü alanları boyunca batıya doğru akarak Ege Denizi’ne dökülürler. Denize ulaştıkları alandaki koy ve körfezlerde geniş delta ovaları oluşturmuşlardır. Bu akarsular bölgemiz ve ülkemiz tarımı için oldukça büyük değer taşır. Bunların başlıcalrı Bakırçay, Gediz, Küçük ve Büyük Menderes’tir.
İklim
Ege Bölgesi genellikle yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı olan Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Bu genel durum daha çok Ege Bölümü için geçerlidir. İçbatı Anadolu’da ise denizden uzaklık ve yükselti nedenleriyle iklim koşullarında değişiklik görülür. Kuzey kesimlerinde sık sık soğuk baskınları görülür. Yıllık ortalama sıcaklıkta coğrafi enlemin etkisiyle güneyden kuzeye ve yüksekliğin etkisiyle batıdan doğuya doğru azalma görülür. En soğuk ay genellikle ocak, en sıcak ay ise temmuz ayı olarak tespit edilmiştir.

Ege Denizi kıyıları boyunca tam bir Akdeniz yağış rejimi görülür. Yazlar kurak geçer; yağışlar kış aylarında toplanmıştır. Aşağı yukarı bütün meteoroloji istasyonları da yıllık ortalama yağış tutarı 500 mm’nin üstünde, genellikle de 1000 mm’nin altında olarak saptamışlardır.
Bitki örtüsü
Ege Bölgesi’nde kıyıdan itibaren 600-800 m yüksekliklere kadar maki toplulukları ile akrışık olarak kızılçam ormanları görülür. Makilerin cılızlaştığı ve toprak örtüsünün inceldiği alanlarda, çoğunlukla dikenli çalılardan oluşan ve “garik” adı verilen bir bitki topluluğu görülür ve genellikle İzmir civarı ile Karaburun yarımadası ve Bodrum civarında yaygındır. Orman alanları Ege Bölümü’nün alçak kesimlerinde makiliklerin, İçbatı Anadolu’da ise step görünüşlü alanları üstünde yer alır. Ormanların alt basamaklarında çeşitli meşelere rastlanır;iğne yapraklı ormanlar arasında en yaygın tür kızılçam ve karaçamdır. Ayrıca Kozak Dağı’nda fıstık çamı yaygındır. Türkiye’nin en önemli çamfıstığı üretim alanıdır. Bütün kıyı kesimlerde zeytinliklere rastlanır. Kuzeyden gelen soğuk hava etkilerinden korunan turunçgiller bölgenin güneyine sığınmıştır. Ayrıca kekik, adaçayı, lavanta çiçeği gibi kokulu bitkiler ve Akdeniz iklimine uyan kaktüsler, frank inciri gibi bitkilerde yaygındır. Maki türleri arasında çeşitli meşe türleri (pırnal meşesi, palamut meşesi) kocayamiş, mersin ağacı, defne, yabani zeytinlere rastlanır. ŞehirlerBölgenin en kalabalık nüfuslı kenti İzmir; İstanbul ve Ankara’dan sonra Türkiye’nin üçüncü büyük yerleşme merkezidir. Karalar içine derin biçimde sokulan ve aynı adı taşıyan bir körfezin bitim yerinde kurulmuş olan İzmir, coğrafi konumu sayesinde Batı Anadolu’da çok geniş bir alanın ticaret limanı (İzmir’e gelen mallar, gemilere yüklenmeden önce kentte işlenir) ve ülkemizin İstanbul ‘dan sonra ikinci büyük ticaret merkezi haline gelmiştir. Kent İzmir Körfezi bitiminde bir ayçe (hilal) biçiminde yayılır; kuzeyde Bostanlı’dan başlayan bu ayçe, 27 km’yi aşkın bir eğri oluşturarak, körfezin güneyinde Üçkuyular’da sona erer; daha sonra, Balçova, İnciraltı gibi yerleşmelerde batıya doğru uzanır.

Eskiçağ’da İonia’dan gelen göçmenlerin Bayraklı ve Bornova arasında, o zamanlar deniz kıyısında bulunan bir tepe üstünde kurdukları sanılan kent (Smyrna) Pagoa Dağı (Kadife Kale) eteğinde ikinci kez kurulmuş, Roma ve Bizans egemenliklerinden sonra 1424’te Osmanlı topraklarına katılmış, 1919’da Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, 1922’de de kurtarılmıştır. Bölgenin ikinci büyük kenti Denizli’nin topraklarının büyük bir bölümü, Pamukkale havzasında ve çevresindeki tepelik, dağlık alanda yer alır. Selefkilerden Antiokhos 2’nin karısının adı (Laokide) adı verilerek kurulan kent, Selefkiler ve Bizanslılardan sonra da günümüzdeki yerine taşınmış, yeni kurulduğu yerde bulunan Doğuzlu Köyü’nün adı zamanla Denizli’ye çevrilmiştir. Bölgenin üçüncü, İçbatı Anadolu Bölümü’ünde başlıca kenti olan Kütahya, Eskiçağ’da, geniş bir ovanın kenarında yükselen Yellice Dağı eteklerinde, Hisar Tepesi adı verilen yerde kurulmuş, Ortaçağ’da Bizans döneminde Kotyaion adıyla oldukça gelişmiştir. Günümüzde hisar kalıntılarının bulunduğu tepenin eteklerinden kuzeydeki ovaya doğru yayılan kentin etkinlik merkezi, Hisar tepesi önünde yer alır. Önemli sanayi ve havacılık merkezidir. Bölgenin dördüncü büyük kenti Manisa, Eskiçağ’da aynı adı taşıyan dağın (Magnesia) kuzey eteklerinde kurulmuş, Roma döneminde gelişmiş, Bizanslılardan 14.yy başlarında Saruhanoğulları’na kısa bir süre sonra da Osmanlılara geçmiş, bir süre şehzadelerin valilik yaptıkları bir merkez olmuş ve önemli anıtlarla süslenmiştir.
Ekonomi
TARIM: Ege Bölgesi’nde nüfusun çoğunluğu iklim toprak koşulları ve ulaşım kolaylıklarının da elverişliliğiyle geçimini tarımdan sağlar. Ege bölümünde Akdeniz iklimine uygun bazı bitkiler (zeytin,üzüm, vb.) ağır basar. Ege bölümünden, İçbatı Anadolu bölümüne geçildikçe, tarımın niteliği değişir; tahıl ekimi artar ve hayvancılık geçimde daha önemli yer tutar. Tahıl ekiminde buğday başta gelir, onu arpa ve mısır izler. Buğday özellikle Afyon ve Denizli’de üretilir bu illeri İzmir, Aydın ve Muğla izler. Arpa ise Afyon ve Manisa illerinde, mısırın da başlıca ekim alanı Manisa’dır. Pirinç ekimine ovalarda az miktarda yer verilir. Bölgede yaş ve kuru sebze üretimine de önem verilir. İklim koşulları uygun olduğu için, turfanda sebze (domates, fasulye vb.) yetiştirilerek öbür bölgelere yollanır. Soğan ve patates ekimi yaygındır; baklagillerden en çok nohut ekilir. Kavun ve karpuz üretimi de yaygın biçimde yapılmaktadır.

Bölgede yatiştirilen sanayi bitkileri arasında tütün, pamuk, susam, keten ve şekerpancarı baş sıralarda yer alır. Edrmit Körfezi kıyıları yağ zeytini üretimi kesir ağaç sayısı bakımından başta gelir bakımından önemlidir. Üzüm bağlarına da bölgenin her yerinde rastlanır. Üzüm ayrıca şarap ve pekmez yapımında da kullanılır. Kuru üzüm İzmir yöresinde, kış soğuna dayanamayan incir ise kıyı kesimlerde yetişir. Ülkemizdeki incir ağaçlarının yaklaşık olarak %81’i Ege Bölgesi’ndedir. Turunçgiller bölgenin özellikle güney kesiminde yetişir; Bodrum’da mandalina; Aydın ve Nazilli arasında portakal yetişir.

HAYVANCILIK: Ege bölgesinde hayvancılık çok gelişmemiştir. Üstelik yakın dönemde otlakların daralması nedeniyle, hayvan sayısında azalma gözlenmektedir. Kıyı kesimde daha çok kıl keçisi, tiftik keçisi ve koyun, iç kesimlerde sığır ve manda besiciliği yaygındır. Balıkçılık ise eski önemini kaybetmiştir özellikle İzmir Körfezi’nin sularını pis olmasından dolayı. Yine eski önemini yitirmiş olmakla birlikte Bodrum kıyılarında sünger avcılığı yapılmaktadır.

YERALTI KAYNAKLARI: Ege Bölge’si yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengindir; ama madenlerin birçoğu İlkçağ’dan beri işletildiğinden, tükenmiştir. Bölgede yaygın olan linyit yatakları, Kütahya ve Soma yörelerinde toplanmıştır. Kütahya yöresindeki linyitlerin işletilmesi Kütahya-Balıkesir demiryolunun yapılmasıyla kolaylaşmıştır. İşletilen yataklardan biri Değirmisaz havzasıdır; Tunçbilek bölgesindeki yataklarsa daha önemlidir. Soma’dan da oldukça iyi nitelikli linyit kömürü çıkarılmaktadır. Demire katılarak çelik elde etmeye yarayan krom, Kütahya ve Balıkesir arasındaki yataklardan Çardı’da çıkarılırken, günümüzde bu ocak tükendiği için bırakılmış, onun yerine Dağardı ve Dursunbey dolaylarındaki ocaklar işletilmeye açılmıştır. Bölgedeki çok sayıda demir yatağının başlıcaları Edremit yöresinde, Ayvalık’ın güneyinde ve Simav çevresinde yer alır; Selçuk, Uşak ve Tire’de zımpara yatakları işletilir. Ayrıca çeşitli mermer, civa, bor, manganez yatakları vardır. Türkiye’nin en önemli maden suyu Afyon dolaylarında Kızılay tarafından işletilmekte İzmir’in Çamaltı tuzlalarından da Türkiye’nin toplam tuz ürünün 3/5’ü elde edilmektedir. SANAYİ ETKİNLİKLERİ: Ege bölgesi Türkiye’de Marmara Bölgesi’nden sonra ikinci sırada yer alır. Özellikle İzmir’de toplanmış olan başlıca sanayi kolları arasında dokumacılık, makine ve madeni eşya yapımı, besin sanayisi (un, makarna, konserve fabrikaları), tütün işletmeciliği sayılabilir. Pamuklu, dokumacılık, İzmir’in yanı sıra Aydın, Nazilli, Denizli, ve Uşak’ta gelişmiştir. Yağ sanayisi tesisleri özellikle Edremit-Ayvalık yöresinde, şeker fabrikaları Uşak, Kütahya ve Afyon’da yer alır. Uşak, Kula, Gördes ve Simav’da halıcılık gelişmiştir.

ULAŞIM: Ege Bölgesi ulaşım bakımından Türkiye’nin işlek bölgelerindendir. Doğu-batı doğrultulu vadi olukları, karayollarının iç kesimlere kadar ulaşmasına olanak verir. Bölge çeşitli demiryolu hatlarıyla öbür bölgelere bağlanır. (Ülkemizde ilk demiryolu hattı olan İzmir-Aydın hattı, 1856’da Ege Bölgesi’nde hizmete girmiştir). Karayolları ve demiryolları, İçbatı Anadolu’da Afyon ve Kütahya’da düğümlenir. Denizyolları açısından İzmir limanı (ticaret etkinlikleri bu limanda toplanmıştır) dışında önemli liman yoktur. Turizm bakımındansa Bodrum, Kuşadası, Güllük, Datça ve Marmaris limanları önemlidir. İzmir düzenli hava seferleriyle de İstanbul ve Ankara’yla bağlantı kurmaktadır.
Tarihi eserler ve turistik bilgiler
Ege Bölgesi’nin turizm bakımından zengin bir doğal ve kültürel yapısı vardır. Dağların kıyıya dik olarak uzanması, son derece girintili çıkıntılı bir kıyı şeridi yaratmıştır ( Ege denizi kıyılarının toplam uzunluğu 593km’dir) ve doğal kumsalların denize girmeye son derece elverişli olmalarının yanı sıra, yüksek kıyılarda da çekici görünümleriyle ilgi toplarlar. Ayrıca yöredeki bük (Akbük, Gökçeler bükü, Değirmen bükü, Palamut bükü, Kargıbük, vb.), özellikle son yıllarda iyice yaygınlaşan yat turizminde, yatlara doğal liman işlevi gören; “Mavi Yolculuk” adıyla yaygınlaşan ve kıyının Kuşadası’ndan Antalya’ya kadar olan koylarını dolaşan yat turizmi, bölgeye önemli miktarda yerli ve yabancı turist çekmektedir; ülkemizin başlıca üç yat limanı (Kuşadası, Çeşme ve Bodrum yat limanları) da bu kıyılardadır.

Ege Bölgesi’nde egemen olan Akdeniz ikliminin yumuşak niteliği de, turizme son derece elverişlidir: Kışların geç geçmesi, yazın güneşlenme olanakları, deniz suyu sıcaklıklarının uygunluğu çok sayıda turist çeker. Ege Denizi’nde deniz suyu sıcaklıkları, kuzeyden güneye doğru artar ve denize girme süresi de bu doğrultuda uzar: Kıyılarda kuzeyden İzmir’e kadar yılda beş ay olan denize girme süresi, Kuşadası’ndan sonra artmaya başlar ve Bodrum’da sekiz ayı bulur.

Ege Bölgesi’nde yer alan kaplıca ve içmecelerde sağlık turizmi açısından da ilgi görmektedir: Denizli’de Karahayıt ve Pamukkale kaplıcaları; İzmir’de Balçova, Dikili, Davutlar, Çeşme ve Şifne kaplıcaları; Seferhisar’ın güneyinde Doğanbey kaplıcası; Kütahya’da Simav-Gediz, Yoncalı, Harlek ve Murat Dağı kaplıcaları ve içmeceleri ile Eynal kaplıcalarıdır., Manisa’da Kurşunlu kaplıcası ve Sart kaplıcası; Afyon Sandıklı’da Sandıklı, Gazlıgöl ve Hüdayi kaplıcaları ve içmeceleri yer alır; İzmir’de Urla içmeceleri. Özellikle Pamukkale sıcaksu kaynakları, çok eski dönemlerden bu yana bilinmekte ve ilgi çekmektedir. Pamukkale’nin özelliklerinden biri de travertenleridir: Sıcak maden suları, aşağı döküldükleri dağın yamaçlarını beyaz traverten taraçaları haline getirmiştir (yöreye Pamukkale adı, suyun kapsadığı kalsiyum karbonat nedeniyle oluşan beyazlıktan ötürü verilmiştir). Travertenleri sayesinde çok sayıda turisti çeker.

Bölgede doğal ve tarihsel güzellikleri korumak amacıyla iki Ulusal park düzenlenmiştir. Bunlardan Dilek Yarımadası Ulusal Parkı, Aydın ilinin Kuşadası ve Söke ilçeleri sınırları içinde yer alır ve Akdeniz bitki örtüsünün en güzel örneklerini kapsar. Ayrıca İonialılar’dan kalma kalıntılar, arkeoloji açısından önemlidir. Manisa ilinin yamaçlarına yasladığı Spildağı üstündeki Spildağı Ulusal Parkı’ysa, 1500m’yi bulan yükseltisiyse yazın Manisa’nın sıcağından kaçanlara barınak oluşturur (Osmanlılar döneminde bir devre adını veren Manisa lalesi, burada doğal olarak yetişir). Ayrıca bu ulusal park da, Eskiçağ kalıntılarını kapsar. Bölgenin çeşitli illerinde düzenlenmiş Ormaniçi Dinlenme Yeri de, yerli ve yabancı turistlere çeşitli hizmetler sunar.

Ege Bölgesi, arkeoloji ve tarih özellikleriyle de bol bol turist çeker.: İzmir’de Efes ve Bergama; Denizli’de Pamukkale (Hierapolis); Aydın’da Priene, Miletos, Didim, Afrodisias, Datça’da Knidos: Bodrum’da Halikarnassos; Manisa’da Sart yıkıntıları. Dünyanın yedi harikasından ikisi Ege Bölgesi’ndedir (Efes Artemis tapınağı ve Halikarnassos Mausoleion’u). Ayrıca, Selçuk’ta Meryem Ana’nın Evi ve Sen Jan Kilisesi, Didim’de Apollon tapınağı, çok sayıda yabancı turist çekmektedir. Günümüzde Ege Denizi kıyısındaki Akçay, Ören, Ayvalık, Foça, Çeşme, Kuşadası, Didim, Güllük, Bodrum, Datça, Marmaris gibi yerleşim merkezlerimiz, yaz mevsiminde gerçek birer turizm odağı haline gelmiştir.

Coğrafya : Ege Bölgesi

5.000km2 dolayındaki yüzölçümüyle Türkiye topraklarının yaklaşık %11’ini kaplayan, kuzeyde Marmara Bölgesi’ne, doğuda İç Anadolu Bölgesi’ne, güneydoğuda Akdeniz Bölgesi’ne komşu olan bölgemiz batıda da Ege Denizi’yle çevrilidir (adını komşu olduğu denizden alır). Marmara Bölgesi’yle olan sınırı batıda Baba Burnu’ndan başlayarak Edremit Körfezi’nin kuzeyinde yükselen Kaz Dağı’na uzanır. İç Anadolu Bölgesi’yle olan sınırı ise İnönü’nün güneybatısından başlayıp Sultan Dağları’nın kuzey ucuna ulaşır. O noktadan başlayarak Ege Bölgesi Akdeniz Bölgesi’ne komşu olur ve bu bölgeyle olan sınır ise Köyceğiz Gölü’nün batısına kadar uzanır.

Ege Bölgesi asıl Ege ve İçbatı Anadolu olmak üzere iki bölüme ayrılır. Ege Bölümü’ndeki illerimiz; İzmir, Manisa, Aydın, Denizli, Muğla İç batı Anadolu’daki iller; Uşak, Kütahya, Afyonkarahisar’dur.
Nüfus
Ege Bölgesi sık nüfuslanmışır. 1990 sayımına göre bölge nüfusu 8.2 milyondur. Nüfus yoğunluğu bakımından Marmara Bölgesi’den sonra ikinci sırada yer alır. Bölge nüfusunun yarısından çoğu kentlerde yaşamaktadır.

Bölge nüfusunun önemli bir bölümü, kıyı kesimi ile çöküntü ovalarında toplanmıştır. Kıyı kesiminde de nüfus dağılışı bakımından yöreler arasında önemli farklılıklar görülür. Ovalarda nüfus yoğun, ovaları ayıran dağlık kesimlerde nüfus seyrektir. Güneydeki Menteşe yöresi Türkiye’nin en az nüfuslanmış yerlerindendir. İçbatı Anadolu ise genel olarak az nüfuslanmıştır.
Yüzey Şekilleri
Ege Bölümü’nde başlıca dağ sıraları ve bunları birbirinden ayıran vadi olukları, doğu-batı doğrultulu çukurluklar oluşturur. Bu çukurluklar, aralarında kalan doğu-batı doğrultulu yüksek kütlelere dağ sıraları görünümü kazandırır. Çukurlukların batı uçları yakın bir dönemde deniz basmasıyla koy ya da körfez biçimini almış ama daha sonra kısmen ya da tamamen alüvyonlarla dolmuştur ve parçalı bir yapı gösterir. Yer yer 2000m’yi geçen dağ kütleleri görülür. Bunlar İçbatı Anadolu’nun 1000m’yi geçebilen düzlüklerinden daha alçak olan Ege Bölümü’ndeki ovalar üzerinde heybetli bir görünüm kazanır. Ege Bölgesi’nde yerin temelini jeologlaron Menderes Masifi adını verdikleri Saruhan-Menteşe eski kütlesi oluşturur. Paleozoyik zaman ortalarında kıvrılmalara uğramış daha sonra aşınarak düzleşmiş olan bu eski temel, Tersiyer Dönem içinde yeniden yer hareketlerine uğrayınca, bir daha kıvrılamayıp kırılmıştır. Belli kırık çizgileri boyunca bazı parçaların çökmesiyle sözü edilen oluk biçimli çukurlar (graben) ortaya çıkmış, bunların arasında da sert ve kristalli kayaçlardan oluşan eski dağ kütleleri (horst) yükselmiştir. Bu eski kütle yeniden kıvrılmamakla birlikte, çevresinde biriken deniz dibi tortulları kıvrılırken onlara kalıp olmuştur.

Doğu-batı doğrultulu çukur alanlarla bunları ayıran aynı doğrultulu yüksek alanlar kuzeyden güneye doğru şöyle sıralanır: Edremit Körfezi ve Edremit Ova’sı çukur alanı, Bakırçay Ovası’ndan Madra Dağı (1.334m) ve Kozak Kütlesi’yle (1.051m) ayrılır. Bakırçay Ova’sı ile Gediz Ovası arasında Yunt Dağı (1.075m) yer alır; Gediz Ovası’na kuzeyden Akhisar, güneyden de Nif (Kemalpaşa) Ovaları birer körfez gibi katılır. Gediz Ova’sı ile daha güneydeki Küçük Menderes Ova’sı arasına Bozdağlar (2.159m) girer. Bu kütle doğu kesiminde güneydeki Aydın Dağları’yla birleşir, batı kesiminde ise Nif Dağı’na (1.506m) ve kuzeydek Spil Dağı’na (1.513m) bağlanır. Daha güneyde Küçük Menderes ve Büyük Menderes Ovaları arasında Aydın Dağları (1.819m) uzanır. Bu dağlar batıya doğru bükülüp incelenerek Samsun (Dilek) Dağı (1.237m) üzerinden komşu Sisam (Samos) Adasına geçer. Geniş bir alanı kaplayan Büyük Menderes Ova’sı Menteşe yöresi içine Çine ve Bozdoğan Ovalarıyla sokulur.En güzeydeki çukur alanı, Bodrum ve Datça yarımadaları arasında yer alan Gökova Körfezi’dir.

Batı Anadolu’da yer alan ovalar, genellikle dördüncü jeolojik zamanda meydana gelen epirojenik hareketlerle oluşmuştur. Bu hareketler sonucunda bazı alanlar yükselmiş (horst) ve bugünkü dağlık alanları meydana getirmiş, bazı alanlar ise çökmüş (graben) ve çöküntü alanları oluşmuştur. Bu çöküntü alanlarının akarsular tarafında alüvyonlarla doldurulması sonucunda da günümüzdeki ovalar oluşmuştur. Bölgemizdeki en önemli ovalar ise Bakırçay, Gediz, Küçük ve Büyük Menderes, Balıkesir ve Akhisar ovalarıdır. Ege Bölgesi’nin güneydoğusunda yer alan ovalar ise çökme olaylarının yanında karstik olayların da etkisi ile oluşmuştur. Denizli, Tavas, Çivril gibi ovaların oluşumunda karstik olaylar oldukça etkilidir.

Meriç deltası, hızlı ilerleyen taşkın alanlarına sahip bir ovadır. Meriç Irmağının taşıdığı alüvyonlarla oluşmuştur. Bakırçay Deltası, aynı adı taşıyan akarsuyun, Çandarlı Körfezi’ni doldurması ile oluşmuştur. Yer yer tuzlu bataklıklar bulunan ovada, eski uygarlıkların kalıntıları da yer alır. Küçük ve Büyük Menderes Deltaları da birer çöküntü alanının(graben) ucunda oluşan birikinti ovalarıdır. Büyük ve Küçük Menderes Irmakları, Ege Denizi’nin seviye değişikliklerine de bağlı olarak tarihi dönemlerde hızla denizi doldurmuştur. Öyle ki, İlkçağ’da bir liman kenti olan Milet, Büyük Menderes’in denizi doldurması ile bu gün kıyıdan bir hayli ileride kalmıştır.

Bölgenin İçbatı Anadolu Bölümü’nde dağ sıraları yerine aralıklı da dizileri görülür. Bu dağlar, güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda birkaç dizi oluştur. Bu dizilerden en doğuda yer alan Emir Dağları (2.307m), Türkmen (1.826m), Domaniç (1.845m) Dağları bölge sınırları dışındaki Uludağ’a kadar uzanır. Bu dağlar dizisi batıda aynı doğrultudaki Afyon-Karahisar-Kütahya-Orhaneli üzerinden geçen bir çukur alanla izlenir. Bu çukur alanın batısında Kumalar (2.247m), Ahır(1.915m), Murat (2.309m), Şaphane (2.120m), Akdağ (2.089m), Eğrigöz (1.931m) dağları yer alır. Bu dizinin daha batısına gidildikçe geniş bir plato uzanır. Gediz Ovası’na dik yamaçlarla inen ve yüksekliği kuzeydoğuda 1.000m’yi aşan bu platoya Gördes-Uşak Plato’su adı verilir. Platonun güney kenarındaki Kula kenti çevresinde sönmüş volkan konileri ve yeni lav akıntıları görülür.

Ege Denizi’ne dökülen akarsularımız; Batı Anadolu akarsuları, geniş çöküntü hendeklerine yerleşmiştir. Bu çöküntü alanları boyunca batıya doğru akarak Ege Denizi’ne dökülürler. Denize ulaştıkları alandaki koy ve körfezlerde geniş delta ovaları oluşturmuşlardır. Bu akarsular bölgemiz ve ülkemiz tarımı için oldukça büyük değer taşır. Bunların başlıcalrı Bakırçay, Gediz, Küçük ve Büyük Menderes’tir.
İklim
Ege Bölgesi genellikle yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı olan Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Bu genel durum daha çok Ege Bölümü için geçerlidir. İçbatı Anadolu’da ise denizden uzaklık ve yükselti nedenleriyle iklim koşullarında değişiklik görülür. Kuzey kesimlerinde sık sık soğuk baskınları görülür. Yıllık ortalama sıcaklıkta coğrafi enlemin etkisiyle güneyden kuzeye ve yüksekliğin etkisiyle batıdan doğuya doğru azalma görülür. En soğuk ay genellikle ocak, en sıcak ay ise temmuz ayı olarak tespit edilmiştir.

Ege Denizi kıyıları boyunca tam bir Akdeniz yağış rejimi görülür. Yazlar kurak geçer; yağışlar kış aylarında toplanmıştır. Aşağı yukarı bütün meteoroloji istasyonları da yıllık ortalama yağış tutarı 500 mm’nin üstünde, genellikle de 1000 mm’nin altında olarak saptamışlardır.
Bitki örtüsü
Ege Bölgesi’nde kıyıdan itibaren 600-800 m yüksekliklere kadar maki toplulukları ile akrışık olarak kızılçam ormanları görülür. Makilerin cılızlaştığı ve toprak örtüsünün inceldiği alanlarda, çoğunlukla dikenli çalılardan oluşan ve “garik” adı verilen bir bitki topluluğu görülür ve genellikle İzmir civarı ile Karaburun yarımadası ve Bodrum civarında yaygındır. Orman alanları Ege Bölümü’nün alçak kesimlerinde makiliklerin, İçbatı Anadolu’da ise step görünüşlü alanları üstünde yer alır. Ormanların alt basamaklarında çeşitli meşelere rastlanır;iğne yapraklı ormanlar arasında en yaygın tür kızılçam ve karaçamdır. Ayrıca Kozak Dağı’nda fıstık çamı yaygındır. Türkiye’nin en önemli çamfıstığı üretim alanıdır. Bütün kıyı kesimlerde zeytinliklere rastlanır. Kuzeyden gelen soğuk hava etkilerinden korunan turunçgiller bölgenin güneyine sığınmıştır. Ayrıca kekik, adaçayı, lavanta çiçeği gibi kokulu bitkiler ve Akdeniz iklimine uyan kaktüsler, frank inciri gibi bitkilerde yaygındır. Maki türleri arasında çeşitli meşe türleri (pırnal meşesi, palamut meşesi) kocayamiş, mersin ağacı, defne, yabani zeytinlere rastlanır. ŞehirlerBölgenin en kalabalık nüfuslı kenti İzmir; İstanbul ve Ankara’dan sonra Türkiye’nin üçüncü büyük yerleşme merkezidir. Karalar içine derin biçimde sokulan ve aynı adı taşıyan bir körfezin bitim yerinde kurulmuş olan İzmir, coğrafi konumu sayesinde Batı Anadolu’da çok geniş bir alanın ticaret limanı (İzmir’e gelen mallar, gemilere yüklenmeden önce kentte işlenir) ve ülkemizin İstanbul ‘dan sonra ikinci büyük ticaret merkezi haline gelmiştir. Kent İzmir Körfezi bitiminde bir ayçe (hilal) biçiminde yayılır; kuzeyde Bostanlı’dan başlayan bu ayçe, 27 km’yi aşkın bir eğri oluşturarak, körfezin güneyinde Üçkuyular’da sona erer; daha sonra, Balçova, İnciraltı gibi yerleşmelerde batıya doğru uzanır.

Eskiçağ’da İonia’dan gelen göçmenlerin Bayraklı ve Bornova arasında, o zamanlar deniz kıyısında bulunan bir tepe üstünde kurdukları sanılan kent (Smyrna) Pagoa Dağı (Kadife Kale) eteğinde ikinci kez kurulmuş, Roma ve Bizans egemenliklerinden sonra 1424’te Osmanlı topraklarına katılmış, 1919’da Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, 1922’de de kurtarılmıştır. Bölgenin ikinci büyük kenti Denizli’nin topraklarının büyük bir bölümü, Pamukkale havzasında ve çevresindeki tepelik, dağlık alanda yer alır. Selefkilerden Antiokhos 2’nin karısının adı (Laokide) adı verilerek kurulan kent, Selefkiler ve Bizanslılardan sonra da günümüzdeki yerine taşınmış, yeni kurulduğu yerde bulunan Doğuzlu Köyü’nün adı zamanla Denizli’ye çevrilmiştir. Bölgenin üçüncü, İçbatı Anadolu Bölümü’ünde başlıca kenti olan Kütahya, Eskiçağ’da, geniş bir ovanın kenarında yükselen Yellice Dağı eteklerinde, Hisar Tepesi adı verilen yerde kurulmuş, Ortaçağ’da Bizans döneminde Kotyaion adıyla oldukça gelişmiştir. Günümüzde hisar kalıntılarının bulunduğu tepenin eteklerinden kuzeydeki ovaya doğru yayılan kentin etkinlik merkezi, Hisar tepesi önünde yer alır. Önemli sanayi ve havacılık merkezidir. Bölgenin dördüncü büyük kenti Manisa, Eskiçağ’da aynı adı taşıyan dağın (Magnesia) kuzey eteklerinde kurulmuş, Roma döneminde gelişmiş, Bizanslılardan 14.yy başlarında Saruhanoğulları’na kısa bir süre sonra da Osmanlılara geçmiş, bir süre şehzadelerin valilik yaptıkları bir merkez olmuş ve önemli anıtlarla süslenmiştir.
Ekonomi
TARIM: Ege Bölgesi’nde nüfusun çoğunluğu iklim toprak koşulları ve ulaşım kolaylıklarının da elverişliliğiyle geçimini tarımdan sağlar. Ege bölümünde Akdeniz iklimine uygun bazı bitkiler (zeytin,üzüm, vb.) ağır basar. Ege bölümünden, İçbatı Anadolu bölümüne geçildikçe, tarımın niteliği değişir; tahıl ekimi artar ve hayvancılık geçimde daha önemli yer tutar. Tahıl ekiminde buğday başta gelir, onu arpa ve mısır izler. Buğday özellikle Afyon ve Denizli’de üretilir bu illeri İzmir, Aydın ve Muğla izler. Arpa ise Afyon ve Manisa illerinde, mısırın da başlıca ekim alanı Manisa’dır. Pirinç ekimine ovalarda az miktarda yer verilir. Bölgede yaş ve kuru sebze üretimine de önem verilir. İklim koşulları uygun olduğu için, turfanda sebze (domates, fasulye vb.) yetiştirilerek öbür bölgelere yollanır. Soğan ve patates ekimi yaygındır; baklagillerden en çok nohut ekilir. Kavun ve karpuz üretimi de yaygın biçimde yapılmaktadır.

Bölgede yatiştirilen sanayi bitkileri arasında tütün, pamuk, susam, keten ve şekerpancarı baş sıralarda yer alır. Edrmit Körfezi kıyıları yağ zeytini üretimi kesir ağaç sayısı bakımından başta gelir bakımından önemlidir. Üzüm bağlarına da bölgenin her yerinde rastlanır. Üzüm ayrıca şarap ve pekmez yapımında da kullanılır. Kuru üzüm İzmir yöresinde, kış soğuna dayanamayan incir ise kıyı kesimlerde yetişir. Ülkemizdeki incir ağaçlarının yaklaşık olarak %81’i Ege Bölgesi’ndedir. Turunçgiller bölgenin özellikle güney kesiminde yetişir; Bodrum’da mandalina; Aydın ve Nazilli arasında portakal yetişir.

HAYVANCILIK: Ege bölgesinde hayvancılık çok gelişmemiştir. Üstelik yakın dönemde otlakların daralması nedeniyle, hayvan sayısında azalma gözlenmektedir. Kıyı kesimde daha çok kıl keçisi, tiftik keçisi ve koyun, iç kesimlerde sığır ve manda besiciliği yaygındır. Balıkçılık ise eski önemini kaybetmiştir özellikle İzmir Körfezi’nin sularını pis olmasından dolayı. Yine eski önemini yitirmiş olmakla birlikte Bodrum kıyılarında sünger avcılığı yapılmaktadır.

YERALTI KAYNAKLARI: Ege Bölge’si yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengindir; ama madenlerin birçoğu İlkçağ’dan beri işletildiğinden, tükenmiştir. Bölgede yaygın olan linyit yatakları, Kütahya ve Soma yörelerinde toplanmıştır. Kütahya yöresindeki linyitlerin işletilmesi Kütahya-Balıkesir demiryolunun yapılmasıyla kolaylaşmıştır. İşletilen yataklardan biri Değirmisaz havzasıdır; Tunçbilek bölgesindeki yataklarsa daha önemlidir. Soma’dan da oldukça iyi nitelikli linyit kömürü çıkarılmaktadır. Demire katılarak çelik elde etmeye yarayan krom, Kütahya ve Balıkesir arasındaki yataklardan Çardı’da çıkarılırken, günümüzde bu ocak tükendiği için bırakılmış, onun yerine Dağardı ve Dursunbey dolaylarındaki ocaklar işletilmeye açılmıştır. Bölgedeki çok sayıda demir yatağının başlıcaları Edremit yöresinde, Ayvalık’ın güneyinde ve Simav çevresinde yer alır; Selçuk, Uşak ve Tire’de zımpara yatakları işletilir. Ayrıca çeşitli mermer, civa, bor, manganez yatakları vardır. Türkiye’nin en önemli maden suyu Afyon dolaylarında Kızılay tarafından işletilmekte İzmir’in Çamaltı tuzlalarından da Türkiye’nin toplam tuz ürünün 3/5’ü elde edilmektedir. SANAYİ ETKİNLİKLERİ: Ege bölgesi Türkiye’de Marmara Bölgesi’nden sonra ikinci sırada yer alır. Özellikle İzmir’de toplanmış olan başlıca sanayi kolları arasında dokumacılık, makine ve madeni eşya yapımı, besin sanayisi (un, makarna, konserve fabrikaları), tütün işletmeciliği sayılabilir. Pamuklu, dokumacılık, İzmir’in yanı sıra Aydın, Nazilli, Denizli, ve Uşak’ta gelişmiştir. Yağ sanayisi tesisleri özellikle Edremit-Ayvalık yöresinde, şeker fabrikaları Uşak, Kütahya ve Afyon’da yer alır. Uşak, Kula, Gördes ve Simav’da halıcılık gelişmiştir.

ULAŞIM: Ege Bölgesi ulaşım bakımından Türkiye’nin işlek bölgelerindendir. Doğu-batı doğrultulu vadi olukları, karayollarının iç kesimlere kadar ulaşmasına olanak verir. Bölge çeşitli demiryolu hatlarıyla öbür bölgelere bağlanır. (Ülkemizde ilk demiryolu hattı olan İzmir-Aydın hattı, 1856’da Ege Bölgesi’nde hizmete girmiştir). Karayolları ve demiryolları, İçbatı Anadolu’da Afyon ve Kütahya’da düğümlenir. Denizyolları açısından İzmir limanı (ticaret etkinlikleri bu limanda toplanmıştır) dışında önemli liman yoktur. Turizm bakımındansa Bodrum, Kuşadası, Güllük, Datça ve Marmaris limanları önemlidir. İzmir düzenli hava seferleriyle de İstanbul ve Ankara’yla bağlantı kurmaktadır.
Tarihi eserler ve turistik bilgiler
Ege Bölgesi’nin turizm bakımından zengin bir doğal ve kültürel yapısı vardır. Dağların kıyıya dik olarak uzanması, son derece girintili çıkıntılı bir kıyı şeridi yaratmıştır ( Ege denizi kıyılarının toplam uzunluğu 593km’dir) ve doğal kumsalların denize girmeye son derece elverişli olmalarının yanı sıra, yüksek kıyılarda da çekici görünümleriyle ilgi toplarlar. Ayrıca yöredeki bük (Akbük, Gökçeler bükü, Değirmen bükü, Palamut bükü, Kargıbük, vb.), özellikle son yıllarda iyice yaygınlaşan yat turizminde, yatlara doğal liman işlevi gören; “Mavi Yolculuk” adıyla yaygınlaşan ve kıyının Kuşadası’ndan Antalya’ya kadar olan koylarını dolaşan yat turizmi, bölgeye önemli miktarda yerli ve yabancı turist çekmektedir; ülkemizin başlıca üç yat limanı (Kuşadası, Çeşme ve Bodrum yat limanları) da bu kıyılardadır.

Ege Bölgesi’nde egemen olan Akdeniz ikliminin yumuşak niteliği de, turizme son derece elverişlidir: Kışların geç geçmesi, yazın güneşlenme olanakları, deniz suyu sıcaklıklarının uygunluğu çok sayıda turist çeker. Ege Denizi’nde deniz suyu sıcaklıkları, kuzeyden güneye doğru artar ve denize girme süresi de bu doğrultuda uzar: Kıyılarda kuzeyden İzmir’e kadar yılda beş ay olan denize girme süresi, Kuşadası’ndan sonra artmaya başlar ve Bodrum’da sekiz ayı bulur.

Ege Bölgesi’nde yer alan kaplıca ve içmecelerde sağlık turizmi açısından da ilgi görmektedir: Denizli’de Karahayıt ve Pamukkale kaplıcaları; İzmir’de Balçova, Dikili, Davutlar, Çeşme ve Şifne kaplıcaları; Seferhisar’ın güneyinde Doğanbey kaplıcası; Kütahya’da Simav-Gediz, Yoncalı, Harlek ve Murat Dağı kaplıcaları ve içmeceleri ile Eynal kaplıcalarıdır., Manisa’da Kurşunlu kaplıcası ve Sart kaplıcası; Afyon Sandıklı’da Sandıklı, Gazlıgöl ve Hüdayi kaplıcaları ve içmeceleri yer alır; İzmir’de Urla içmeceleri. Özellikle Pamukkale sıcaksu kaynakları, çok eski dönemlerden bu yana bilinmekte ve ilgi çekmektedir. Pamukkale’nin özelliklerinden biri de travertenleridir: Sıcak maden suları, aşağı döküldükleri dağın yamaçlarını beyaz traverten taraçaları haline getirmiştir (yöreye Pamukkale adı, suyun kapsadığı kalsiyum karbonat nedeniyle oluşan beyazlıktan ötürü verilmiştir). Travertenleri sayesinde çok sayıda turisti çeker.

Bölgede doğal ve tarihsel güzellikleri korumak amacıyla iki Ulusal park düzenlenmiştir. Bunlardan Dilek Yarımadası Ulusal Parkı, Aydın ilinin Kuşadası ve Söke ilçeleri sınırları içinde yer alır ve Akdeniz bitki örtüsünün en güzel örneklerini kapsar. Ayrıca İonialılar’dan kalma kalıntılar, arkeoloji açısından önemlidir. Manisa ilinin yamaçlarına yasladığı Spildağı üstündeki Spildağı Ulusal Parkı’ysa, 1500m’yi bulan yükseltisiyse yazın Manisa’nın sıcağından kaçanlara barınak oluşturur (Osmanlılar döneminde bir devre adını veren Manisa lalesi, burada doğal olarak yetişir). Ayrıca bu ulusal park da, Eskiçağ kalıntılarını kapsar. Bölgenin çeşitli illerinde düzenlenmiş Ormaniçi Dinlenme Yeri de, yerli ve yabancı turistlere çeşitli hizmetler sunar.

Ege Bölgesi, arkeoloji ve tarih özellikleriyle de bol bol turist çeker.: İzmir’de Efes ve Bergama; Denizli’de Pamukkale (Hierapolis); Aydın’da Priene, Miletos, Didim, Afrodisias, Datça’da Knidos: Bodrum’da Halikarnassos; Manisa’da Sart yıkıntıları. Dünyanın yedi harikasından ikisi Ege Bölgesi’ndedir (Efes Artemis tapınağı ve Halikarnassos Mausoleion’u). Ayrıca, Selçuk’ta Meryem Ana’nın Evi ve Sen Jan Kilisesi, Didim’de Apollon tapınağı, çok sayıda yabancı turist çekmektedir. Günümüzde Ege Denizi kıyısındaki Akçay, Ören, Ayvalık, Foça, Çeşme, Kuşadası, Didim, Güllük, Bodrum, Datça, Marmaris gibi yerleşim merkezlerimiz, yaz mevsiminde gerçek birer turizm odağı haline gelmiştir.

Coğrafya : Ege Bölgesi

5.000km2 dolayındaki yüzölçümüyle Türkiye topraklarının yaklaşık %11’ini kaplayan, kuzeyde Marmara Bölgesi’ne, doğuda İç Anadolu Bölgesi’ne, güneydoğuda Akdeniz Bölgesi’ne komşu olan bölgemiz batıda da Ege Denizi’yle çevrilidir (adını komşu olduğu denizden alır). Marmara Bölgesi’yle olan sınırı batıda Baba Burnu’ndan başlayarak Edremit Körfezi’nin kuzeyinde yükselen Kaz Dağı’na uzanır. İç Anadolu Bölgesi’yle olan sınırı ise İnönü’nün güneybatısından başlayıp Sultan Dağları’nın kuzey ucuna ulaşır. O noktadan başlayarak Ege Bölgesi Akdeniz Bölgesi’ne komşu olur ve bu bölgeyle olan sınır ise Köyceğiz Gölü’nün batısına kadar uzanır.

Ege Bölgesi asıl Ege ve İçbatı Anadolu olmak üzere iki bölüme ayrılır. Ege Bölümü’ndeki illerimiz; İzmir, Manisa, Aydın, Denizli, Muğla İç batı Anadolu’daki iller; Uşak, Kütahya, Afyonkarahisar’dur.
Nüfus
Ege Bölgesi sık nüfuslanmışır. 1990 sayımına göre bölge nüfusu 8.2 milyondur. Nüfus yoğunluğu bakımından Marmara Bölgesi’den sonra ikinci sırada yer alır. Bölge nüfusunun yarısından çoğu kentlerde yaşamaktadır.

Bölge nüfusunun önemli bir bölümü, kıyı kesimi ile çöküntü ovalarında toplanmıştır. Kıyı kesiminde de nüfus dağılışı bakımından yöreler arasında önemli farklılıklar görülür. Ovalarda nüfus yoğun, ovaları ayıran dağlık kesimlerde nüfus seyrektir. Güneydeki Menteşe yöresi Türkiye’nin en az nüfuslanmış yerlerindendir. İçbatı Anadolu ise genel olarak az nüfuslanmıştır.
Yüzey Şekilleri
Ege Bölümü’nde başlıca dağ sıraları ve bunları birbirinden ayıran vadi olukları, doğu-batı doğrultulu çukurluklar oluşturur. Bu çukurluklar, aralarında kalan doğu-batı doğrultulu yüksek kütlelere dağ sıraları görünümü kazandırır. Çukurlukların batı uçları yakın bir dönemde deniz basmasıyla koy ya da körfez biçimini almış ama daha sonra kısmen ya da tamamen alüvyonlarla dolmuştur ve parçalı bir yapı gösterir. Yer yer 2000m’yi geçen dağ kütleleri görülür. Bunlar İçbatı Anadolu’nun 1000m’yi geçebilen düzlüklerinden daha alçak olan Ege Bölümü’ndeki ovalar üzerinde heybetli bir görünüm kazanır. Ege Bölgesi’nde yerin temelini jeologlaron Menderes Masifi adını verdikleri Saruhan-Menteşe eski kütlesi oluşturur. Paleozoyik zaman ortalarında kıvrılmalara uğramış daha sonra aşınarak düzleşmiş olan bu eski temel, Tersiyer Dönem içinde yeniden yer hareketlerine uğrayınca, bir daha kıvrılamayıp kırılmıştır. Belli kırık çizgileri boyunca bazı parçaların çökmesiyle sözü edilen oluk biçimli çukurlar (graben) ortaya çıkmış, bunların arasında da sert ve kristalli kayaçlardan oluşan eski dağ kütleleri (horst) yükselmiştir. Bu eski kütle yeniden kıvrılmamakla birlikte, çevresinde biriken deniz dibi tortulları kıvrılırken onlara kalıp olmuştur.

Doğu-batı doğrultulu çukur alanlarla bunları ayıran aynı doğrultulu yüksek alanlar kuzeyden güneye doğru şöyle sıralanır: Edremit Körfezi ve Edremit Ova’sı çukur alanı, Bakırçay Ovası’ndan Madra Dağı (1.334m) ve Kozak Kütlesi’yle (1.051m) ayrılır. Bakırçay Ova’sı ile Gediz Ovası arasında Yunt Dağı (1.075m) yer alır; Gediz Ovası’na kuzeyden Akhisar, güneyden de Nif (Kemalpaşa) Ovaları birer körfez gibi katılır. Gediz Ova’sı ile daha güneydeki Küçük Menderes Ova’sı arasına Bozdağlar (2.159m) girer. Bu kütle doğu kesiminde güneydeki Aydın Dağları’yla birleşir, batı kesiminde ise Nif Dağı’na (1.506m) ve kuzeydek Spil Dağı’na (1.513m) bağlanır. Daha güneyde Küçük Menderes ve Büyük Menderes Ovaları arasında Aydın Dağları (1.819m) uzanır. Bu dağlar batıya doğru bükülüp incelenerek Samsun (Dilek) Dağı (1.237m) üzerinden komşu Sisam (Samos) Adasına geçer. Geniş bir alanı kaplayan Büyük Menderes Ova’sı Menteşe yöresi içine Çine ve Bozdoğan Ovalarıyla sokulur.En güzeydeki çukur alanı, Bodrum ve Datça yarımadaları arasında yer alan Gökova Körfezi’dir.

Batı Anadolu’da yer alan ovalar, genellikle dördüncü jeolojik zamanda meydana gelen epirojenik hareketlerle oluşmuştur. Bu hareketler sonucunda bazı alanlar yükselmiş (horst) ve bugünkü dağlık alanları meydana getirmiş, bazı alanlar ise çökmüş (graben) ve çöküntü alanları oluşmuştur. Bu çöküntü alanlarının akarsular tarafında alüvyonlarla doldurulması sonucunda da günümüzdeki ovalar oluşmuştur. Bölgemizdeki en önemli ovalar ise Bakırçay, Gediz, Küçük ve Büyük Menderes, Balıkesir ve Akhisar ovalarıdır. Ege Bölgesi’nin güneydoğusunda yer alan ovalar ise çökme olaylarının yanında karstik olayların da etkisi ile oluşmuştur. Denizli, Tavas, Çivril gibi ovaların oluşumunda karstik olaylar oldukça etkilidir.

Meriç deltası, hızlı ilerleyen taşkın alanlarına sahip bir ovadır. Meriç Irmağının taşıdığı alüvyonlarla oluşmuştur. Bakırçay Deltası, aynı adı taşıyan akarsuyun, Çandarlı Körfezi’ni doldurması ile oluşmuştur. Yer yer tuzlu bataklıklar bulunan ovada, eski uygarlıkların kalıntıları da yer alır. Küçük ve Büyük Menderes Deltaları da birer çöküntü alanının(graben) ucunda oluşan birikinti ovalarıdır. Büyük ve Küçük Menderes Irmakları, Ege Denizi’nin seviye değişikliklerine de bağlı olarak tarihi dönemlerde hızla denizi doldurmuştur. Öyle ki, İlkçağ’da bir liman kenti olan Milet, Büyük Menderes’in denizi doldurması ile bu gün kıyıdan bir hayli ileride kalmıştır.

Bölgenin İçbatı Anadolu Bölümü’nde dağ sıraları yerine aralıklı da dizileri görülür. Bu dağlar, güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda birkaç dizi oluştur. Bu dizilerden en doğuda yer alan Emir Dağları (2.307m), Türkmen (1.826m), Domaniç (1.845m) Dağları bölge sınırları dışındaki Uludağ’a kadar uzanır. Bu dağlar dizisi batıda aynı doğrultudaki Afyon-Karahisar-Kütahya-Orhaneli üzerinden geçen bir çukur alanla izlenir. Bu çukur alanın batısında Kumalar (2.247m), Ahır(1.915m), Murat (2.309m), Şaphane (2.120m), Akdağ (2.089m), Eğrigöz (1.931m) dağları yer alır. Bu dizinin daha batısına gidildikçe geniş bir plato uzanır. Gediz Ovası’na dik yamaçlarla inen ve yüksekliği kuzeydoğuda 1.000m’yi aşan bu platoya Gördes-Uşak Plato’su adı verilir. Platonun güney kenarındaki Kula kenti çevresinde sönmüş volkan konileri ve yeni lav akıntıları görülür.

Ege Denizi’ne dökülen akarsularımız; Batı Anadolu akarsuları, geniş çöküntü hendeklerine yerleşmiştir. Bu çöküntü alanları boyunca batıya doğru akarak Ege Denizi’ne dökülürler. Denize ulaştıkları alandaki koy ve körfezlerde geniş delta ovaları oluşturmuşlardır. Bu akarsular bölgemiz ve ülkemiz tarımı için oldukça büyük değer taşır. Bunların başlıcalrı Bakırçay, Gediz, Küçük ve Büyük Menderes’tir.
İklim
Ege Bölgesi genellikle yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı olan Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Bu genel durum daha çok Ege Bölümü için geçerlidir. İçbatı Anadolu’da ise denizden uzaklık ve yükselti nedenleriyle iklim koşullarında değişiklik görülür. Kuzey kesimlerinde sık sık soğuk baskınları görülür. Yıllık ortalama sıcaklıkta coğrafi enlemin etkisiyle güneyden kuzeye ve yüksekliğin etkisiyle batıdan doğuya doğru azalma görülür. En soğuk ay genellikle ocak, en sıcak ay ise temmuz ayı olarak tespit edilmiştir.

Ege Denizi kıyıları boyunca tam bir Akdeniz yağış rejimi görülür. Yazlar kurak geçer; yağışlar kış aylarında toplanmıştır. Aşağı yukarı bütün meteoroloji istasyonları da yıllık ortalama yağış tutarı 500 mm’nin üstünde, genellikle de 1000 mm’nin altında olarak saptamışlardır.
Bitki örtüsü
Ege Bölgesi’nde kıyıdan itibaren 600-800 m yüksekliklere kadar maki toplulukları ile akrışık olarak kızılçam ormanları görülür. Makilerin cılızlaştığı ve toprak örtüsünün inceldiği alanlarda, çoğunlukla dikenli çalılardan oluşan ve “garik” adı verilen bir bitki topluluğu görülür ve genellikle İzmir civarı ile Karaburun yarımadası ve Bodrum civarında yaygındır. Orman alanları Ege Bölümü’nün alçak kesimlerinde makiliklerin, İçbatı Anadolu’da ise step görünüşlü alanları üstünde yer alır. Ormanların alt basamaklarında çeşitli meşelere rastlanır;iğne yapraklı ormanlar arasında en yaygın tür kızılçam ve karaçamdır. Ayrıca Kozak Dağı’nda fıstık çamı yaygındır. Türkiye’nin en önemli çamfıstığı üretim alanıdır. Bütün kıyı kesimlerde zeytinliklere rastlanır. Kuzeyden gelen soğuk hava etkilerinden korunan turunçgiller bölgenin güneyine sığınmıştır. Ayrıca kekik, adaçayı, lavanta çiçeği gibi kokulu bitkiler ve Akdeniz iklimine uyan kaktüsler, frank inciri gibi bitkilerde yaygındır. Maki türleri arasında çeşitli meşe türleri (pırnal meşesi, palamut meşesi) kocayamiş, mersin ağacı, defne, yabani zeytinlere rastlanır. ŞehirlerBölgenin en kalabalık nüfuslı kenti İzmir; İstanbul ve Ankara’dan sonra Türkiye’nin üçüncü büyük yerleşme merkezidir. Karalar içine derin biçimde sokulan ve aynı adı taşıyan bir körfezin bitim yerinde kurulmuş olan İzmir, coğrafi konumu sayesinde Batı Anadolu’da çok geniş bir alanın ticaret limanı (İzmir’e gelen mallar, gemilere yüklenmeden önce kentte işlenir) ve ülkemizin İstanbul ‘dan sonra ikinci büyük ticaret merkezi haline gelmiştir. Kent İzmir Körfezi bitiminde bir ayçe (hilal) biçiminde yayılır; kuzeyde Bostanlı’dan başlayan bu ayçe, 27 km’yi aşkın bir eğri oluşturarak, körfezin güneyinde Üçkuyular’da sona erer; daha sonra, Balçova, İnciraltı gibi yerleşmelerde batıya doğru uzanır.

Eskiçağ’da İonia’dan gelen göçmenlerin Bayraklı ve Bornova arasında, o zamanlar deniz kıyısında bulunan bir tepe üstünde kurdukları sanılan kent (Smyrna) Pagoa Dağı (Kadife Kale) eteğinde ikinci kez kurulmuş, Roma ve Bizans egemenliklerinden sonra 1424’te Osmanlı topraklarına katılmış, 1919’da Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, 1922’de de kurtarılmıştır. Bölgenin ikinci büyük kenti Denizli’nin topraklarının büyük bir bölümü, Pamukkale havzasında ve çevresindeki tepelik, dağlık alanda yer alır. Selefkilerden Antiokhos 2’nin karısının adı (Laokide) adı verilerek kurulan kent, Selefkiler ve Bizanslılardan sonra da günümüzdeki yerine taşınmış, yeni kurulduğu yerde bulunan Doğuzlu Köyü’nün adı zamanla Denizli’ye çevrilmiştir. Bölgenin üçüncü, İçbatı Anadolu Bölümü’ünde başlıca kenti olan Kütahya, Eskiçağ’da, geniş bir ovanın kenarında yükselen Yellice Dağı eteklerinde, Hisar Tepesi adı verilen yerde kurulmuş, Ortaçağ’da Bizans döneminde Kotyaion adıyla oldukça gelişmiştir. Günümüzde hisar kalıntılarının bulunduğu tepenin eteklerinden kuzeydeki ovaya doğru yayılan kentin etkinlik merkezi, Hisar tepesi önünde yer alır. Önemli sanayi ve havacılık merkezidir. Bölgenin dördüncü büyük kenti Manisa, Eskiçağ’da aynı adı taşıyan dağın (Magnesia) kuzey eteklerinde kurulmuş, Roma döneminde gelişmiş, Bizanslılardan 14.yy başlarında Saruhanoğulları’na kısa bir süre sonra da Osmanlılara geçmiş, bir süre şehzadelerin valilik yaptıkları bir merkez olmuş ve önemli anıtlarla süslenmiştir.
Ekonomi
TARIM: Ege Bölgesi’nde nüfusun çoğunluğu iklim toprak koşulları ve ulaşım kolaylıklarının da elverişliliğiyle geçimini tarımdan sağlar. Ege bölümünde Akdeniz iklimine uygun bazı bitkiler (zeytin,üzüm, vb.) ağır basar. Ege bölümünden, İçbatı Anadolu bölümüne geçildikçe, tarımın niteliği değişir; tahıl ekimi artar ve hayvancılık geçimde daha önemli yer tutar. Tahıl ekiminde buğday başta gelir, onu arpa ve mısır izler. Buğday özellikle Afyon ve Denizli’de üretilir bu illeri İzmir, Aydın ve Muğla izler. Arpa ise Afyon ve Manisa illerinde, mısırın da başlıca ekim alanı Manisa’dır. Pirinç ekimine ovalarda az miktarda yer verilir. Bölgede yaş ve kuru sebze üretimine de önem verilir. İklim koşulları uygun olduğu için, turfanda sebze (domates, fasulye vb.) yetiştirilerek öbür bölgelere yollanır. Soğan ve patates ekimi yaygındır; baklagillerden en çok nohut ekilir. Kavun ve karpuz üretimi de yaygın biçimde yapılmaktadır.

Bölgede yatiştirilen sanayi bitkileri arasında tütün, pamuk, susam, keten ve şekerpancarı baş sıralarda yer alır. Edrmit Körfezi kıyıları yağ zeytini üretimi kesir ağaç sayısı bakımından başta gelir bakımından önemlidir. Üzüm bağlarına da bölgenin her yerinde rastlanır. Üzüm ayrıca şarap ve pekmez yapımında da kullanılır. Kuru üzüm İzmir yöresinde, kış soğuna dayanamayan incir ise kıyı kesimlerde yetişir. Ülkemizdeki incir ağaçlarının yaklaşık olarak %81’i Ege Bölgesi’ndedir. Turunçgiller bölgenin özellikle güney kesiminde yetişir; Bodrum’da mandalina; Aydın ve Nazilli arasında portakal yetişir.

HAYVANCILIK: Ege bölgesinde hayvancılık çok gelişmemiştir. Üstelik yakın dönemde otlakların daralması nedeniyle, hayvan sayısında azalma gözlenmektedir. Kıyı kesimde daha çok kıl keçisi, tiftik keçisi ve koyun, iç kesimlerde sığır ve manda besiciliği yaygındır. Balıkçılık ise eski önemini kaybetmiştir özellikle İzmir Körfezi’nin sularını pis olmasından dolayı. Yine eski önemini yitirmiş olmakla birlikte Bodrum kıyılarında sünger avcılığı yapılmaktadır.

YERALTI KAYNAKLARI: Ege Bölge’si yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengindir; ama madenlerin birçoğu İlkçağ’dan beri işletildiğinden, tükenmiştir. Bölgede yaygın olan linyit yatakları, Kütahya ve Soma yörelerinde toplanmıştır. Kütahya yöresindeki linyitlerin işletilmesi Kütahya-Balıkesir demiryolunun yapılmasıyla kolaylaşmıştır. İşletilen yataklardan biri Değirmisaz havzasıdır; Tunçbilek bölgesindeki yataklarsa daha önemlidir. Soma’dan da oldukça iyi nitelikli linyit kömürü çıkarılmaktadır. Demire katılarak çelik elde etmeye yarayan krom, Kütahya ve Balıkesir arasındaki yataklardan Çardı’da çıkarılırken, günümüzde bu ocak tükendiği için bırakılmış, onun yerine Dağardı ve Dursunbey dolaylarındaki ocaklar işletilmeye açılmıştır. Bölgedeki çok sayıda demir yatağının başlıcaları Edremit yöresinde, Ayvalık’ın güneyinde ve Simav çevresinde yer alır; Selçuk, Uşak ve Tire’de zımpara yatakları işletilir. Ayrıca çeşitli mermer, civa, bor, manganez yatakları vardır. Türkiye’nin en önemli maden suyu Afyon dolaylarında Kızılay tarafından işletilmekte İzmir’in Çamaltı tuzlalarından da Türkiye’nin toplam tuz ürünün 3/5’ü elde edilmektedir. SANAYİ ETKİNLİKLERİ: Ege bölgesi Türkiye’de Marmara Bölgesi’nden sonra ikinci sırada yer alır. Özellikle İzmir’de toplanmış olan başlıca sanayi kolları arasında dokumacılık, makine ve madeni eşya yapımı, besin sanayisi (un, makarna, konserve fabrikaları), tütün işletmeciliği sayılabilir. Pamuklu, dokumacılık, İzmir’in yanı sıra Aydın, Nazilli, Denizli, ve Uşak’ta gelişmiştir. Yağ sanayisi tesisleri özellikle Edremit-Ayvalık yöresinde, şeker fabrikaları Uşak, Kütahya ve Afyon’da yer alır. Uşak, Kula, Gördes ve Simav’da halıcılık gelişmiştir.

ULAŞIM: Ege Bölgesi ulaşım bakımından Türkiye’nin işlek bölgelerindendir. Doğu-batı doğrultulu vadi olukları, karayollarının iç kesimlere kadar ulaşmasına olanak verir. Bölge çeşitli demiryolu hatlarıyla öbür bölgelere bağlanır. (Ülkemizde ilk demiryolu hattı olan İzmir-Aydın hattı, 1856’da Ege Bölgesi’nde hizmete girmiştir). Karayolları ve demiryolları, İçbatı Anadolu’da Afyon ve Kütahya’da düğümlenir. Denizyolları açısından İzmir limanı (ticaret etkinlikleri bu limanda toplanmıştır) dışında önemli liman yoktur. Turizm bakımındansa Bodrum, Kuşadası, Güllük, Datça ve Marmaris limanları önemlidir. İzmir düzenli hava seferleriyle de İstanbul ve Ankara’yla bağlantı kurmaktadır.
Tarihi eserler ve turistik bilgiler
Ege Bölgesi’nin turizm bakımından zengin bir doğal ve kültürel yapısı vardır. Dağların kıyıya dik olarak uzanması, son derece girintili çıkıntılı bir kıyı şeridi yaratmıştır ( Ege denizi kıyılarının toplam uzunluğu 593km’dir) ve doğal kumsalların denize girmeye son derece elverişli olmalarının yanı sıra, yüksek kıyılarda da çekici görünümleriyle ilgi toplarlar. Ayrıca yöredeki bük (Akbük, Gökçeler bükü, Değirmen bükü, Palamut bükü, Kargıbük, vb.), özellikle son yıllarda iyice yaygınlaşan yat turizminde, yatlara doğal liman işlevi gören; “Mavi Yolculuk” adıyla yaygınlaşan ve kıyının Kuşadası’ndan Antalya’ya kadar olan koylarını dolaşan yat turizmi, bölgeye önemli miktarda yerli ve yabancı turist çekmektedir; ülkemizin başlıca üç yat limanı (Kuşadası, Çeşme ve Bodrum yat limanları) da bu kıyılardadır.

Ege Bölgesi’nde egemen olan Akdeniz ikliminin yumuşak niteliği de, turizme son derece elverişlidir: Kışların geç geçmesi, yazın güneşlenme olanakları, deniz suyu sıcaklıklarının uygunluğu çok sayıda turist çeker. Ege Denizi’nde deniz suyu sıcaklıkları, kuzeyden güneye doğru artar ve denize girme süresi de bu doğrultuda uzar: Kıyılarda kuzeyden İzmir’e kadar yılda beş ay olan denize girme süresi, Kuşadası’ndan sonra artmaya başlar ve Bodrum’da sekiz ayı bulur.

Ege Bölgesi’nde yer alan kaplıca ve içmecelerde sağlık turizmi açısından da ilgi görmektedir: Denizli’de Karahayıt ve Pamukkale kaplıcaları; İzmir’de Balçova, Dikili, Davutlar, Çeşme ve Şifne kaplıcaları; Seferhisar’ın güneyinde Doğanbey kaplıcası; Kütahya’da Simav-Gediz, Yoncalı, Harlek ve Murat Dağı kaplıcaları ve içmeceleri ile Eynal kaplıcalarıdır., Manisa’da Kurşunlu kaplıcası ve Sart kaplıcası; Afyon Sandıklı’da Sandıklı, Gazlıgöl ve Hüdayi kaplıcaları ve içmeceleri yer alır; İzmir’de Urla içmeceleri. Özellikle Pamukkale sıcaksu kaynakları, çok eski dönemlerden bu yana bilinmekte ve ilgi çekmektedir. Pamukkale’nin özelliklerinden biri de travertenleridir: Sıcak maden suları, aşağı döküldükleri dağın yamaçlarını beyaz traverten taraçaları haline getirmiştir (yöreye Pamukkale adı, suyun kapsadığı kalsiyum karbonat nedeniyle oluşan beyazlıktan ötürü verilmiştir). Travertenleri sayesinde çok sayıda turisti çeker.

Bölgede doğal ve tarihsel güzellikleri korumak amacıyla iki Ulusal park düzenlenmiştir. Bunlardan Dilek Yarımadası Ulusal Parkı, Aydın ilinin Kuşadası ve Söke ilçeleri sınırları içinde yer alır ve Akdeniz bitki örtüsünün en güzel örneklerini kapsar. Ayrıca İonialılar’dan kalma kalıntılar, arkeoloji açısından önemlidir. Manisa ilinin yamaçlarına yasladığı Spildağı üstündeki Spildağı Ulusal Parkı’ysa, 1500m’yi bulan yükseltisiyse yazın Manisa’nın sıcağından kaçanlara barınak oluşturur (Osmanlılar döneminde bir devre adını veren Manisa lalesi, burada doğal olarak yetişir). Ayrıca bu ulusal park da, Eskiçağ kalıntılarını kapsar. Bölgenin çeşitli illerinde düzenlenmiş Ormaniçi Dinlenme Yeri de, yerli ve yabancı turistlere çeşitli hizmetler sunar.

Ege Bölgesi, arkeoloji ve tarih özellikleriyle de bol bol turist çeker.: İzmir’de Efes ve Bergama; Denizli’de Pamukkale (Hierapolis); Aydın’da Priene, Miletos, Didim, Afrodisias, Datça’da Knidos: Bodrum’da Halikarnassos; Manisa’da Sart yıkıntıları. Dünyanın yedi harikasından ikisi Ege Bölgesi’ndedir (Efes Artemis tapınağı ve Halikarnassos Mausoleion’u). Ayrıca, Selçuk’ta Meryem Ana’nın Evi ve Sen Jan Kilisesi, Didim’de Apollon tapınağı, çok sayıda yabancı turist çekmektedir. Günümüzde Ege Denizi kıyısındaki Akçay, Ören, Ayvalık, Foça, Çeşme, Kuşadası, Didim, Güllük, Bodrum, Datça, Marmaris gibi yerleşim merkezlerimiz, yaz mevsiminde gerçek birer turizm odağı haline gelmiştir.

Pipes Output

Blog Archive

etiket bulutu

Widget edited by Davut Erarslan