revizyon ile organize matbaacılık brnckvvtmllttrhaberi

Spor : Futbol - Chelsea F.C.

Chelsea F.C. hakkında bilgi
1905 yılında Londra'nın güney batısındaki Chelsea bölgesinde kurulmuş ve son dönemde yaptığı atakla Premier League'in en renkli ve güçlü takımlarından olmuş futbol kulübü.
1905 yılında Londra'nın güney batısındaki Chelsea bölgesinde kurulmuş ve son dönemde yaptığı atakla Premier League'in en renkli ve güçlü takımlarından olmuş futbol kulübü.

1990'ların ortasına kadar sıra takımı görüntüsünde olan ve seksenli yıllarda iki kez küme de düşen Chelsea, bu yıllarda Ruud Gullit, Gianfranco Zola gibi yıldız oyuncuları transfer ederek ve daha da sonra Rus işadamı Roman Abramovich'in takımı almasıyla transfere astronomik ücretler ödemeye başlamış ve Avrupa'nın en başarılı kulüplerinden biri durumuna gelmiştir. Öyle ki takımın bu günkü durumuna bakıp Premier League'e 1989/1990 sezonunda çıktığına inanmak zordur. Gitgide yükselen başarı ivmesi ikinci şampiyonluğun 2004/2005 sezonunda alınmasıyla zirveye çıkmış ve 1955 yılından beri süren şampiyonluktan uzak geçen yıllar sona ermiştir.


Şampiyonluklar



FA Premier League 1954-55, 2004-05


2. Lig Şampiyonluğu Winners: 1983-84, 1988-89


FA Cup 1970, 1997, 2000


Lig Kupası 1965, 1998, 2005


Kupa Galipleri Kupası 1970-71, 1997-98


UEFA Süper Kupa 1998
Bazı Önemli Oyuncular
Terry Venables
Tore André Flo
Ruud Gullit
Glenn Hoddle
Mark Hughes
Dan Petrescu
Gianluca Vialli
George Weah
Gianfranco Zola
Marcel Desailly
Eidur Gudjohnsen
Jimmy Floyd Hasselbaink
John Terry
Frank Lampard
Joe Cole
Carlo Cudicini
Damien Duff
Claude Makelele
Arjen Robben
Hernan Crespo
Didier Drogba
Petr Cech

11 Mart 2009 Çarşamba | etiket | 0 comments [ Devamını Oku ]

Din : İslam Dini - Dini Bilgiler

Dini Bilgiler hakkında bilgi
D ini Bilgiler indeksimizin hazırlıkları sürmektedir. Ancak aradığınız bilgiye arama alanını kullanarak ulaşabilirsiniz. Dini konulardaki bilgi girişi ise devam ediyor...
Dini konularda Soru-Cevap
1- Abdest Nedir?

Dirsekler ile beraber ellerin, yüzün, topuklarıyla beraber ayakların temiz su ile yıkanması ve başın meshedilmesidir.

2- Adak Nedir? Kişinin dinen yükümlü olmadığı halde, farz veya vacip türünden bir ibadet yapacağına dair Allah’a söz vermesidir.

3- Ahiret Ne Demektir?

Kıyametin kopmasından sonra başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan cennet ve cehennem hayatıdır.

4- Ahkam Nedir?

Kur’an ve Sünnetin içerdiği dinî hükümlerdir.

5- Ahlâk nedir?

Bir kişinin iyi veya kötü olarak nitelenmesine sebep olan manevî değerleri, huyları ve bunların tesiri ile ortaya koyduğu davranışların bütünüdür.

6- Allah’ın Rızası Ne Demektir?

Yapılan herhangi bir işten Allah’ın hoşnut olmasıdır.

7- Amin Ne Demektir?

Yapılan duâ için, “Ya Rabbi Kabul buyur” demektir.

8- Arafat nedir? Hacı adaylarının “vakfe” yapmak üzere arefe günü toplandıkları, Mekke’nin güneydoğusunda bulunan bir bölgedir.

9- Arş Nedir?

Mecazî anlamda, ilahî hükümranlık tahtı demektir.

10- Ashâb Ne Demektir?

Hz.Peygamber’i gören ve onunla sohbet eden müslümanlardır.

11- Aşere-i Mübeşşere Nedir? Ve Kimlerdir?

Dünyada iken Hz.Peygamber tarafından Cennetle müjdelenen on kişiye Aşere-i Mübeşşere denir.

Bunlar: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talhâ, Zübeyr, Avf oğlu Abdurrahman, Sa’d, Zeyd oğlu Saîd, Ebû Ubeyde (r.a.) hazretleridir.

12- Aşûre Nedir? Kameri takvimin birinci ayı olan Muharremin onuncu gününe verilen isimdir.

13- Ayet Nedir?

Kur’an-ı Kerim’de durak işaretleri arasındaki cümle ya da ifadelerdir.

14- Berat nedir? Borçtan, suç ve cezadan kurtulmaktır. Günahlardan kurtulmaya vesile olan Şaban ayının onbeşinci gecesine de Berat gecesi denir.

15- Beytullah Ne Demektir?

Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri Kâbe’nin diğer adıdır.

16- Bid’at nedir? Dinin aslından olmadığı halde dindenmiş gibi algılanan şeylerdir.

17- Câiz Nedir?

Yapılması dinen yasak olmayan şeydir.

18- Cami ve Mescid Nedir?

Müslümanların toplu halde veya tek başına namaz kılıp, ibadet ettikleri umuma açık mübarek mekanlardır.

19- Cennet, Cehennem, Sırat-ı Müstekîm, Berzâh Ne Demektir?

Cennet; Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından sakınanların konulacağı ebedi mükafat yeridir.

Cehennem; kafirlerin sürekli olarak kalacakları azap yeridir.

Sırat-ı Müstakîm; Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de beyan ettiği dosdoğru yoldur.

Berzah; ölümle kıyamet arasındaki zaman dilimidir.

20- Din Nedir? Hür iradeleriyle inanan akıl sahibi insanları, en iyiye, en doğruya, en güzele ve ebedî mutluluğa ulaştıran ilahî kanunlar bütünüdür.

21- Dört Büyük Kitabı Biliyor musunuz? Dört büyük kitab: Tevrât, Zebûr, İncil ve Kur’an’dır.

22- Dört Büyük Meleği Biliyor musunuz?

a) Cebrail: Allah’tan vahiy getiren melektir.

b) Mikail: Evrendeki tabiat olayları ve canlıların rızıkları ile görevli melektir.

c) İsrafil: Kıyametin kopması ve insanların kabirlerinden kalkması için “Sûr”a üflemekle görevli melektir.

d) Azrail: Canlıların ruhlarını almakla görevli melektir.

23- Duâ Nedir?

Kulun istek ve arzularını uygun bir üslupla Allah’a arzetmesidir.

24- Ebedî ve Ezelî Ne Demektir?

Ebedî, sonu olmayan; ezelî ise başlangıcı olmayandır.

25- Ecel Ne Demektir?

Allah’ın takdir ettiği ömrün sona erdiği andır.

26- Ecir Nedir?

Yapılan güzel ameller karşılığında Allah’ın kullarına verdiği mânevî mükafattır.

27- Esmâ-i Hüsnâ Nedir?

Yüce Allah’ın en güzel isimleri anlamına gelir.

28- Ezan Nedir?

Namaz vakitlerinin girdiğini bildirmek üzere müezzin tarafından okunan ve özel sözlerden oluşan dini bir davettir.

29- Farz Nedir?

Dinen yapılması kesin olarak istenen şeydir.

30- Fasık nedir?

Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen kimseye denir.

31- Fıkıh Nedir?

Kişinin amel yönünden faydasına ve zararına olan şeyleri bilmesidir.

32- Fidye Nedir?

Meşru mazeretler sebebiyle bazı ibadetlerin yapılamaması veya ibadet sırasında eksikliklerin oluşması sebebiyle yerine getirilmesi gereken dinî yükümlülük.

33- Fitne nedir?

İyi veya kötü şeylerle deneme, manevî çöküntü, sosyal kargaşa ve kaos demektir.

34- Fitre Nedir?

Ramazan Bayramına kavuşan ve dinen zengin sayılan Müslümanların, kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları kişiler için fakirlere vermeleri gereken belli miktarda mal ya da paradır.

35- Gusül Nedir?

Ağızı, burnun içini ve bütün bedeni yıkamaktır.

36- Günah Nedir?

Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı olan amel, söz ve davranışlardır.

37- Hadis Nedir?

Hz.Peygamberin sözleri veya O’nun fiil ve onaylarının sözle ifadesine denir.

38- Haram Nedir?

Dinen yapılması kesin olarak yasaklanan şeydir.

39- Haşr Nedir?

Bütün canlıların yeniden diriltilerek mahşerde, hesap vermek üzere toplanmasıdır.

40- Hatim Nedir? Kur’an-ı Kerim’in baştan sona kadar orijinalinden okunup bitirilmesidir.

41- Hayır Nedir?

Hayır, Yüce Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olan güzel amellerdir.

42- Helal Nedir?

Yapılıp yapılmaması konusunda dinî bir hüküm bulunmayan şeylerdir.

43- Hicret Nedir?

Hz. Muhammed’in Miladî 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmesi olayıdır.

44- Hilye-i Şerif Nedir?

Peygamber Efendimizin dış görünüşünü ve vasıflarını anlatan eserlere verilen addır. “Hilye-i Saâdet” de denir.

45- Hurâfe Nedir?

Akla ve ilme aykırı olan ve hiçbir temeli bulunmayan batıl inançlar ve uygulamalardır.

46- Hutbe Nedir?

Cuma ve Bayram günlerinde camilere gelen müminleri, dinî konularda aydınlatmak üzere hatibin yaptığı konuşmadır.

47- İbadet Nedir?

Allah’a gönülden, isteyerek yönelmek ve karşılığında sevap vadedilen dinî görevleri ve amelleri Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yerine getirmektir.

48- İcmâ Nedir?

Hz.Peygamber’in vefatından sonra, herhangi bir asırda, bütün İslam müçtehitlerinin, dînî bir konuda ortak hüküm vermeleridir.

49- İçtihat Nedir?

Müçtehidin herhangi bir dînî mesele hakkında bir hükme ulaşabilmek için belli tekniklere başvurarak bütün gücünü harcaması demektir.

50- İftar Nedir?

Oruç açmaktır.

51- İhram Nedir?

Hac veya umreye niyet eden bir kimsenin, diğer zamanlarda mübah olan bazı davranışları belirli bir süre boyunca kendisine yasaklamasıdır. Bu amaçla giyilen şeye de aynı ad verilir.

52- İhsan Nedir?

İnsanlara iyilik etmek, yararlı ameller işlemek ve “Allah’ı görüyormuş gibi, O’na ibadet etmek” demektir.

53- İlahi Kudret Nedir?

Yüce Allah’ın gücü ve kuvvetidir.

54- İlâhî Ne Demektir?

Tasavvuf Edebiyatında Allah ve Peygamber sevgisini dile getiren şiir türünden dizelerdir.

55- İlk Müslümanlar Kimlerdir?

İlk Müslümanlar Hz.Hatice, Hz.Ali, Zeyd b. Hârise ve Hz.Ebu Bekir’dir.

56- İlk Vahiy Peygamberimize Ne Zaman Gelmiştir.

İlk vahiy, Miladî 610 yılında, Hz. Peygamber, kırk yaşında iken, Mekke yakınındaki Nûr Dağı’nda ve Kadir Gecesi’nde gelmiştir.

57- İmam-Hatip Kimdir?

Cemaate namaz kıldıran ve hutbe okuyan kimse demektir.

58- İman Nedir? Veya İnanç Nedir?

Hz.Peygamber’in, Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerin doğruluğunu kabul ve tasdik etmektir.

59- İmsak Nedir?

Oruç niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişki gibi orucu bozan şeylerden uzak durmaktır.

60- İrşâd Nedir?

Müslümanlara doğru yolu göstermek ve onları dinî görevleri hakkında aydınlatmaktır.

61- İslam Nedir?

Allah’ın, insanlara Peygamberi Hz.Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla gönderdiği son ilâhî dinin adıdir.

62- İsrâ Nedir?

Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)’in bir gece Allah tarafından Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmesidir.

63- İtâat Nedir?

Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından sakınmaktır.

64. İtikad nedir?

İnanma, gönülden tasdîk etme demektir. İtikadî konular denilince, iman esasları akla gelir.

65- İzar nedir?

Hac veya Umre yapmak üzere ihrama giren erkeklerin belden aşağısını kapatmak üzere büründükleri örtüdür.

66- Kâbe nedir?

Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri Mekke’deki Mescid-i Haram’ın içinde bulunan, Hz.İbrahim ile oğlu Hz.İsmail (A.S.) tarafından inşa edilmiş olan mukaddes ma’bettir.

67- Kaç Çeşit İbadet Vardır?

İbadetler bedenî, malî ve hem bedenî hem malî İbadetler olmak üzere üç çeşittir.

68- Kader Ne Demektir?

Yüce Allah’ın ezelden ebede kadar meydana gelecek olayları, bunların zamanını, yerini, miktarını ve niteliklerini ezelî ilmi ile bilip takdîr etmesidir.

69- Kâfir Kime Denir?

İslam dininin temel esaslarını kabul etmeyen, Hz.Peygamber’in, Yüce Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen hususları inkar eden kimsedir.

70- Kaza Ne Demektir?

Yüce Allah’ın ezelî ilmiyle takdîr ettiği şeylerden her birinin zamanı gelince o takdire uygun olarak yaratmasıdır.

71- Kelime-i Şehadet Nedir?

“Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim” anlamındaki, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühü” ifadesidir.

72- Kelime-i Tevhit Ne Demektir?“

Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun elçisidir” anlamındaki “Lailâhe illâllah, Muhammedürresûlullah” ifadesidir.

73- Kıble nedir?

Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri taraf, Kâbe cihetidir.

74- Kırâat Nedir?

Namazda Kur’an-ı Kerim’den bir miktar okumak demektir.

75- Kıyam Nedir?

Namazda ayakta durmak demektir ve namazın farzlarından biridir.

76- Kıyamet Ne Demektir?

Yüce Allah’ın belirlediği zaman gelince kâinat düzeninin bozulup yıkılması ve dünyanın sonunun gelmesidir.

77- Kıyas Nedir?

Kur’an ve Sünnet’te hükmü açıkça belirtilmeyen bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak nitelik dolayısıyla, hükmü açıkça belirtilen diğer meseleye göre açıklamaktır.

78- Kirâmen Kâtibîn Nedir?

Her mükellef insanın yaptığı bütün işleri kayda geçiren yazıcı meleklerin adıdır.

79- Kul Nedir?

Allah’ın hüküm ve tasarrufu altındaki tüm insanlar demektir.

80- Kur’an-ı Kerîm’de Kaç sûre Vardır?

Kur’an-ı Kerîm’de 114 sûre vardır.

81- Kurban Nedir?

Allah’a yakın olmak ve rızasına ermek için ibadet niyetiyle kurbanlık bir hayvanı kesmektir.

82- Kürsü Nedir?

Camilerde vaizlerin va’z sırasında oturdukları yüksekçe yerdir.

83- Mahşer Ne Demektir?

Öldükten sonra dirilen insanların toplanacağı yerdir.

84- Meâl nedir?

Her yönüyle aynen aktarılması mümkün olmayan bir sözün başka bir dile yaklaşık olarak çevirisidir. Özellikle Kur’an tercümeleri için kullanılmaktadır.

85- Mekruh Nedir?

Dinen yapılmaması zannî delille istenen şeydir.

86- Melek Ne Demektir?

Allah’ın emriyle çeşitli görevleri yerine getiren, gözle görülmeyen nûrânî varlıklardır.

87- Mevlid Nedir?

Doğum zamanı demektir. Peygamberimizin doğumu ve bunu anlatan eser anlamında kullanılır.

88- Mi’rac Nedir?

Peygamberimizin, Kudüs’deki Mescid-i Aksa’dan, Yüce Allah’ın, manevî huzuruna yaptığı yolculuğun adıdır. Dinî literatürde, Recep ayının 27. gecesi “mîrac gecesi” olarak bilinir.

89- Mihrap Nedir?

Cami, mescid ve namazgâhlarda kıble yönünde bulunan ve İmam-Hatibin namaz kılarken durduğu bölümdür.

90- Minber Nedir?

Camilerde İmam-Hatiplerin cuma ve bayram hutbesi okudukları basamaklı yüksekçe yerdir.

91- Mîzan Ne Demektir?

Mahşerde hesap görüldükten sonra herkesin amellerinin tartılacağı ilahi adalet terazisidir.

92- Mucize Ne Demektir?

Peygamberlerin, peygamber olduklarını ispat için Allah’ın izni ile gösterdikleri hiçbir insanın benzerini yapamayacağı harikulade hallerdir.

93- Mukâbele Nedir?

Kur’an-ı Kerim’i, birinin yüzünden veya ezbere okuması, diğerlerinin de onu takip etmesidir.

94- Mukaddesât Nedir?

Dinimizce kutsal kabul edilen değerlerdir.

95- Mushaf Ne demektir?

Kur’an-ı Kerim’in, Fatiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile bittiği şekliyle iki kapak arasında toplanmış haline mushaf denir.

96- Mü’min Kime Denir?

Allah’a, Hz.Peygamber’e ve O’nun haber verdiği şeylere gönülden inanıp, kabul ve tasdîk eden kimsedir.

97- Mübah Nedir?

Dînen yapılıp yapılmaması serbest bırakılan şeydir.

98- Müezzin-Kayyım Kimdir?

Namaz vakitleri girince ezan okuyup, cami ve cemaatle ilgili hizmetleri gören kimsedir.

99- Müfsid Ne Demektir?

Usûlüne uygun olarak başlanmış bir ibadeti bozup, geçersiz hale getiren herhangi bir davranıştır.

100- Müftü Kimdir?

Dinî konularda fetva vermeye yetkili olan kimsedir.

101- Mükellef Ne Demektir?

Dinî hükümleri yerine getirmekle yükümlü olan kimse demektir.

102- Münâcât Nedir?

Allah’a sessizce duâ etmek, yalvarmak ve niyaz etmektir. Dua içerikli şiirlere de münacât denir.

103- Münafık Kime Denir?

Kalben inanmadığı halde, dili ile mümin olduğunu söyleyen kimsedir.

104- Münker Nekir Nedir?

Kabre konulan kimseye “Rabbin kim?, Peygamberin kim?, Dinin nedir?” diye soru soran meleklerin adlarıdır.

105- Müstehab veya Mendup Nedir?

Hz.Peygamber’in bazen yaptığı, bazen de yapmadığı dini içerikli işlerdir.

106- Na’t Nedir?

Peygamber Efendimizi övmek maksadıyla yazılan şiir türüdür.

107- Nafile, Kaza Nedir?

Nafile; farz, vacib ve sünnet ibadetlerin dışında sevap kazanmak için yapılan tüm ibadetlerdir.

Kaza; vaktinde yerine getirilememiş olan farz bir ibadetin vaktinden sonra yerine getirilmesidir.

108- Nebî veya Resûl Ne Demektir?

Allah’tan vahiy yoluyla aldığı emir ve yasakları insanlara ulaştırmakla görevli olan seçkin insandır.

109- Nisap miktarı ne demektir?

Dînen zengin sayılmanın ölçüsüdür.

110- Niyâz Nedir?

Duâ etmek demektir.

111- Niyet Nedir?

İnsanın bir şeyi yapmaya kalben ve zihnen karar vermesidir.

112- Orucun Kazası Ne Demektir?

Vaktinde tutulamayan oruçların daha sonra gününe gün olarak tutulmasıdır.

113- Orucun Kefareti Nedir?

Ramazan’da mazeretsiz olarak kasten orucu bozmanın cezası olarak peş peşe tutulan altmış gün oruçtur. Buna gücü yetmeyenler altmış fakiri sabahlı akşamlı doyururlar.

114- Oruç Kimlere Farzdır?

Oruç ergenlik çağına ulaşmış, akıllı ve Müslüman olan herkese farzdır.

115- Öşür Nedir?

Tarım ürünlerinden onda bir ya da yirmide bir oranında verilen zekattır.

116- Peygamberimiz Hz.Muhammed Ne Zaman Doğmuştur?

Peygamberimiz Hz.Muhammed Miladî 571 yılında, Rebîulevvel ayının on ikinci gecesi seher vaktinde dünyaya gelmiştir.

117- Peygamberlerde Bulunan Temel Nitelikler Nelerdir?

Sözünde ve özünde doğru, her yönüyle güvenilir, günahlardan korunmuş, üstün akıl ve zeka sahibi, Allah’tan aldığı vahyi insanlara aynen ulaştırma peygamberlerin temel nitelikleridir.

118-Rab Nedir?

Yaratan, nimet veren ve terbiye eden anlamına gelir ve Yüce Allah’ın güzel isimlerindendir.

119-Rahman ve Rahîm Ne Demektir?

Allah’ın güzel isimlerinden olup çok merhamet eden, esirgeyen ve bağışlayan demektir.

120-Rahmet Nedir?

Allah’ın, yaratıklarına merhamet etmesi ve lütufta bulunmasıdır.

121- Regâib Nedir?

Rağbet olunun şey ve bol ihsan demektir. Örfümüzde Recep ayının ilk Cuma gecesi olarak bilinmektedir.

122- Rekat Nedir?

Namazın kıyam, rükû ve secdelerinden oluşan her bir bölümüdür.

123- Rida nedir?

Hac veya umre yapmak üzere ihrama giren erkeklerin belden yukarısını kapatmak üzere büründükleri örtüdür.

124- Ru’yet-i Hilâl Ne demektir?

Kamerî ayların başlangıcını belirleyen Hilal’in görülmesidir.

125- Rükû Nedir?

Namazda eller dizlere erecek ve sırt ile baş, düz bir satıh oluşturacak biçimde öne doğru eğilmektir.

126- Sa’y nedir?

Hac ya da Umre yaparken Kâbe yakınlarında bulunan Safâ ile Merve tepeleri arasında, dört gidiş üç geliş olmak üzere yedi defa gidip gelmektir.

127- Sadaka Nedir?

Zekat dışında ibadet niyetiyle fakirlere yapılan yardımlardır.

128- Sahur Nedir?

İkinci tan yeri ağarmasından az önceki vakit ve bu vakitte yenen yemektir.

129- Salih Amel Nedir?

Yapılması Allah ve Peygamberi tarafından istenen, fert ve toplum için faydalı işler ve davranışlardır.

130- Secde Nedir?

Namaz kılanın, ayak parmaklarını, dizlerini, ellerini, alnını ve burnunu yere koyması ile oluşan durumdur.

131- Sehiv (Yanılma) Secdesi Ne Demektir?

Yanılma, unutma veya dalgınlık gibi haller nedeniyle namazın farzlarından birinin ertelenmesi, vaciplerinden birinin terk edilmesi veya ertelenmesi durumunda namazın sonunda yapılan secdedir.

132- Sevap Nedir?

Allah’ın emir ve yasaklarına uygun olan amel, söz ve davranışlardır.

133- Sûre Nedir?

Kur’an’ın, birbirinden besmele ile ayrılan her bir bölümüdür.

134- Sünnet Nedir?

Peygamber Efendimiz’in yaptığı ve müslümanlardan da yapılmasını istediği dinî görevlerdir.

135- Şirk Ne Demektir?

Allah’a ortak koşmak demektir. Bu da Allah’tan başka ilah edinmek veya O’ndan başkasına ibadet etmek şeklinde olur.

136- Şükür Nedir?

Nimetleri Allah’ın verdiğini bilip O’na şükranda bulunmaktır.

137-Taassup Nedir?

Herhangi bir delile dayanmadan, bir fikre körü körüne bağlanmaktır.

138- Tahiyyata oturmak Ne Demektir?

Namazların ikinci ve son rekatından sonra tahiyyât duasını okuyacak kadar bir süre oturmaktır.

139- Takvâ Nedir?

Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınmaktır.

140- Tavaf nedir?

Hacer-i Esved’den başlayarak, Kâbe’yi sola almak suretiyle, yedi defa Kâbe’nin çevresinde dönmektir.

141- Tebliğ Nedir?

Peygamberlerin getirdikleri ilahî mesajın insanlara aynen ulaştırmalarıdır.

142- Tefsir nedir?

Kur’an-ı Kerim’i usûlüne göre açıklamak ve yorumlamak demektir.

143- Tekbîr ve Tesbîh Nedir

Tekbir, “Allâhuekber”, Tesbih de, “Sübhânallâh” demektir.

144- Terâvih Namazı Nedir?

Ramazan ayına mahsus olmak üzere, yatsı namazından sonra kılınan sünnet bir namazdır.

145- Teşrik Tekbiri Ne Demektir?

“Allâhüekber, Allâhüekber, Lâilâhe illallâhü vallâhüekber, Allâhüekber ve lillâhi’l-hamd” demektir.

Kurban Bayramının arifesinde sabah namazından başlayıp, Bayramın 4. günü ikindi namazına kadar 23 vakitte, farz namazların sonunda teşrik tekbiri getirmek vâciptir.

146- Tevbe Ne Demektir?

Kişinin işlemiş olduğu günahlardan pişmanlık duyup Allah’a yönelmesi ve günahları terk etmesidir.

147- Tevekkül Nedir?

İnsanın, her konuda kendine düşen görevleri yerine getirdikten sonra sonucu Allah’a bırakmasıdır.

148- Tevhîd Nedir?

Allah’ın var ve bir olduğuna inanmaktır.

149- Teyemmüm Nedir?

Abdest ya da boy abdesti almak için su bulunmadığı veya bulunup da kullanma imkanı olmadığı durumlarda, niyet edilerek temiz toprak veya toprak cinsinden bir şeye elleri sürüp yüzü ve kolları meshetmektir.

150- Vâcib Nedir?

Dinen yapılması zannî delillerle istenen hükümlerdir.

151- Vahiy Nedir?

Yüce Allah’ın dilediği şeyleri peygamberlerine, özel yolla bildirmesidir.

152- Vaiz Kimdir?

Dinî konularda insanları aydınlatma görevi yapan ve bu amaçla va’z eden kimsedir.

153- Vakfe nedir?

Zilhicce Ayının 9.ncu gününde hac için ihramlı olarak Arafat’ta bulunmadır.

154- Vitir Nedir?

Yatsı namazından sonra kılınan üç rek’atlık vacip namazdır.

155- Yemin Kefareti nedir?

Yeminini bozan bir kimsenin on fakiri sabah akşam doyurması ya da giydirmesi veya bunlara gücü yetmeyenin üç gün peş peşe oruç tutmasıdır.

156-Yeryüzünde İlk Mabed Neresidir?

Yer yüzende ilk mâbed, Kâbe-i Muazzama’dır.

157- Zekat Nedir?

Dinen zengin sayılan müslümanların, belirli yerlere sarfedilmek üzere, mallarından vermekle yükümlü oldukları belli bir paydır.

Psikoloji : Melankoli Psikolojisi

Melankoli hakkında bilgi
M elankoli, M.Ö. 4 üncü yüzyılda Hippokrat'ın tanımladığı dört delilik tipinden biriydi ve bunu izleyen 2000 yıl süresince akıl hastalıklarıyla ilgili bütün sınıflandırmalarda yer aldı. Oysa artık bu terim kullanılmamaktadır ve yerini onun kadar şiirsel olmayan "depresyon" terimi almıştır. Bugün melankoli terimi kullanıldığında, şiddetli veya psikotik depresyon mevcudiyeti anlaşılmalıdır

Fizik : Kuvantum Teorisi

Kuvantum Teorisi atomik olaylardaki enerjiyi açıklamaya yarayan bir fizik teorisi. Kuvantum kelimesi yalnız başına kullanıldığında bir sistemin değiştirebileceği enerjinin küçük bir kısmı anlamına gelir. Mesela foton, elektromanyetik radyasyon kuvantumudur. Kuvantum teorisi enerjinin devamlı olmadığını ve seviyelere sahip olduğunu, bu seviyelerin küçük kademeler halinde değişebileceğini matematik ifâdelerle açıklar. Mesela; bir atomda elektronların çekirdek etrafında kendi yörüngelerindeki hareketleri, siyah cismin küçük miktarlar hâlinde ısı yayması(Max Planck’ın siyah cismin radyasyonunu buluşu), fotonun elektromanyetik radyasyonu (Bohr teorisi), fotoelektrik olayı, atom spektrumu (tayfı) kuvantum teorisi ile izah edilebilir. Kuvantum teorisi üzerine yapılan çalışmalar şunlardır:

Plank’ın radyasyon teorisi: 1901 senesinde Alman fizikçisi bir cismin ufak bir oyuğundan yaydığı ısı enerjisinin frekans dağılımını (radyasyonunu), ışığın elektromanyetik teorisine benzeterek, cisme âit en küçük parçalarının titreşimler yaparak yaydığı enerjisine benzetmiş ve matematik olarak bunu ifade etmiştir. Yaptığı hesaplardan, bu titreşimlerin genliklerinin sınırlı olması gerektiğini anladı. Meselâ bir salınımın veya titreşimin genliği 1 m veya 2 m olabilmekteydi, arada bir değer alamamaktaydı. Bunun sonucu olarak, sadece belirli genlikteki salınımlara müsaade edildiğinden dolayı, enerji artık düzgün bir şekilde alınamamaktaydı veya yayılamamaktaydı. Böylece işlem sarsıntılı olarak, müsâade edilen bir genlikten diğer genliğe sıçrayarak ortaya çıkacaktı. Böyle bir sıçramayı ortaya çıkarmak için gerekli olan enerji miktarını bir “kuvantum”luk enerji olarak isimlendirdi. Ayrıca bir kuvantumluk enerjinin, salınımın frekansı ile, planck sâbiti denen sabit bir sayının çarpımına eşit olduğunu kabul etti. Bu sabite h=6,62x10-27 erg. sâniye şeklinde çok küçük bir değer olduğu için sıçramalar da çok düşüktür.

Bu kabuller o kadar değişiktir ki, Planck bile geçerliliğinden şüpheye düştü. Ancak 1905’te Albert Einstein, önemli bir adım atarak, bunları ciddi bir şekilde inceledi. Işığın kendisinin kuvantumların birleşmesinden meydana gelen tâneciklerden ibâret olduğunun kabul edilmesi gerektiğine işâret etti. Yoksa, teoride bir dengesizlik ortaya çıkmaktaydı. Şimdi bu tâneciklere “foton” denilmektedir ve bunların enerjileri, frekansları ile Planck sâbitinin çarpımına eşittir. E=hxf. Bu kabul, metalik bir yüzeye ışığın çarpmasıyla bu yüzeyden elektronların koparılması olayını açıklayarak pekiştirdi. Buna “fotoelektrik” olayı denilir. (Bkz. Fotoelektrik olay)

Dalga ve parçacık teorisi: On yedinci yüzyılda Isaac Newton, ışığın parçacıklardan meydana geldiğini kabul etmiş ve bir geometrik optik geliştirmişti. Ancak daha sonra meydana gelen gelişmeler ve ışığın hızının diğer şeffaf cisimlerde ölçülmesi, James Clerk Maxwell’in geliştirdiği elektromağnetik dalga teorisinin kabulünü zorlamıştı. Ancak Einstein’in çalışmasıyla parçacık teorisi canlanmış ve dalga teorisiyle rekabet eder duruma gelmiş oldu.

Atom spektrumu (tayfı): 1993’te Danimarkalı Niels Bohr kuvantum fikrini, klâsik teorilerin o zamana kadar açıklayamadığı, atom spektrumu teorisine tatbik ederek önemli bir adım attı. İngiliz Ernest Rutherford’un yaptığı deneylerden, atomun minyatür güneş sistemi gibi, ortasında pozitif yüklü bir çekirdek etrafından dönen elektronlardan ibâret olduğu kabûlünü getirdi. Ancak atomu tutan elektriksel kuvvetlerin, kütle çekim kuvvetlerinden farklı olduğunu iddia eden Maxwell, elektronların yörüngelerinde kararlı olmayacağını bildirdi. Buna göre elektronlar enerjilerini sürekli frekansa sâhib olan ışık şeklinde yayacaklardı. Bu ise atom spektrumunda görülen ayrık frekansları açıklamaktan uzaktı. Hattâ atomların kararlı durumu bile açıklanamıyordu.

Bohr klâsik teorinin kabullerinden ayrılarak bâzan eskiye taban tabana zıt yeni kabuller yaparak işe başladı:

a) Elektronlar kararlı yörüngeye sâhipptirler.

b) Yörüngelerinde bulundukça enerji yaymamaktaydılar.

c)Sâdece belirli yörüngeler mümkündür. (Aynen Planek belirli salınım genliklerine izin verdiği gibi.)

d) Elektronlar bir yörügneden diğer yörüngeye sıçrayabilmektedirler. Ancak bu halde meydana gelen enerji farkı, foton yaymak veya almakla karşılanacaktır. Bu fotonun “f” frekansı da “E” enerji farkının “h” Planck sâbitine bölünmesiyle elde edilecekti: f=E/h

Bu kabuller şaşırtıcı sonuçlar çıkardı. Bohr, yüksek bir yaklaşımla hidrojen atomunun spektrum frekanslarını hesapladı. Eski ve yeni kabullerin karışımı olan bu teorinin sonuçları artık herkesin dikkatini çekmekteydi.

Bir elektronun hareketinin kuvantum sayıları denilen belirli sayılara bağlı olduğu anlaşılmıştı. Kuvantum sayıları tam sayılar veya tek sayıların yarılarından ibâretti. Bu sayılar Bohr teorisindeki müsâade edilen yörüngelerle ilgiliydi. Bohr’un teorisiyle atomun içine nüfuz edilmekte olduğu için, bu teorinin önemi büyüktür. Ancak seneler sonra bilim adamları, bunun da açıklayamayacağı olaylarla karşılaştılar. Bunun sonucu olarak iki farklı yönden gelinerek bir modern teori geliştirildi.

Dalga mekaniği: 1923’te Fransız Louis de Broglie, ışığın dalgalar tarafından iletilen fotonlardan ibâret olduğunu iddiâ etti. Ona göre elektron ve diğer atomik parçacıklar da dalgalarla hareket etmekteydi. Ayrıca iddiâsının Bohr’un müsâade edilen yörüngeler kabûlüyle de uyuştuğunu gösterdiyse de pek dikkati çekmedi.

Erwin Schrödinger 1925’de bu iddianın dalga kısmını alarak, Newton’un mekaniğine tatbik etti. Bu yeni ortaya çıkan “Dalga Mekaniği”ne göre elektronlar parçacıklar olarak değil, farazi bir matematiksel uzayda yayılı dalgalar olarak belirmekteydi. Bu kabuller, Planck’ın salınımlarının kuvantum davranışlarını, hidrojen atomunun spektrumunu açıklaması ve çok önemli kuvantum sayılarını doğrudan doğruya ortaya çıkarması yönünden, ciddiye alındı. Daha sonra yapılan deneyler De Broglie’nin madde dalgalarının mevcûdiyetini de göstermiştir.

Madris mekaniği: Werner Heisenberg de 1925’de tamâmen farklı bir yol takip ederek, temel fiziksel büyüklükleri düzenli bir şekilde tablolar halinde yazdı. Bunlara matris denildiği için, teorisi de “Matris Mekaniği” olarak isimlendirildi. Bir parçacığın koordinatını ve momentumunu (kütlesiyle hızının çarpımı) q ve p ile gösterdiğinde p kere q nün, q kere p olmadığını ve aradaki farkının Planck sâbitiyle ilgili olduğunu keşfetti. Bu, günümüzde modern atom teorisinin temel taşlarından birini teşkil etmektedir. Heisenberg’in teorisi görünüşte çok farklı zannedilen Schrödinger’inkiyle aynı sonuçları vermekteydi. P. A.M. Dirac ise, her ikisinin klâsik mekaniğe çok benzeyen kuvantum mekaniğinin özel bir şekli olduğunu gösterdi.

Belirsizlik prensibi: Yukarıdaki gelişmeleri anlatan kuvantum teorisi bir başarıdan diğerine gitmekteydi. Ancak temelinin fiziksel bakımdan tutarlı olduğunda hâlâ şüpheler mevcuttur. Meselâ “p” momentum ile “q” koordinatlarının çarpımında eğer qxp çarpımı, pxq çarpımına eşit değilse bu büyüklükler alışılagelen değerler alamamaktaydılar. 1927’de Heisenberg, belirsizlik prensibini ortaya koyarak bu konuda rahatlık sağladı. (Bkz. Belirsizlik Prensibi)

Politika : Parti - Parti Sistemleri

Parti sistemleri hakkında bilgi
P arti sistemleri başlıca üç kategoride toplanır: Çok parti, iki parti, tek parti sistemleri. Bunlara bir de egemen parti modeli ya da sistemi eklenebilir. Parti sistemlerinin siyasal hayatta etkili olan partilerin sayısına göre sınıflandırılması sayısal tabloyu aşan başka yapısal özellikleri de ifade eder. Çok partili ve iki partili sistemler çoğulcu, liberal ve yarışmacı rejimlerin birer özelliğidir. Tek partili sistem ise otoriter, vesayetçi ya da totaliter, yani yarışmacı olmayan sistemlerin özelliğidir.

Çok partili sistem, ülke siyasal hayatında ikiden fazla partinin etkili olduğu bir modeldir. Daha çok kara Avrupa'sında uygulama alam bulmuştur. Bu ülkelerde 19. yüzyıldan başlayarak partiler muhafazakâr, liberal ve sosyalist olmak üzere başlıca üç kanattan gelişmeye başladı. Bunlardan her biri belli bir sosyal sınıfın ve siyasal ideolojinin sözcüsü durumundaydı (toprak sahipleri, burjuvazi, işçi sınıfı). I. Dünya Savaşı'ndan sonra bunlara komünist ve Hıristiyan demokrat partiler eklendi.

Çok partili sistemi yaratan teknik neden nispi temsil sistemidir. Bu sistem ülkedeki siyasal azınlıkların güçleri oranında temsilini olanaklı kıldığından parti sayışım artırıcı etki yapar.

Çok partili sistemin iktidar katında yarattığı başlıca sonuç, çoğu kez partilerden hiçbirinin tek başına çoğunluğu elde edememesi ve koalisyon hükümetlerinin kurulmasıdır. Partilerin gevşek yapılı olmaları durumunda bu istikrarsızlık artar ve koalisyon hükümetlerinin ömürleri kısalır. Disiplinli partilerin bulunduğu koşullarda ise çok partili sistem iki partili sisteme benzer sonuçlar yaratabilir. Burada partilerin iki ana kutupta toplandıktan görülür. Bunun tipik örneği muhafazakâr, liberal partiler ve çiftçi partisinin, Komünist Parti'nin de desteğini alan Sosyal Demokrat İşçi Partisi karşısında birlik oluşturduğu İsveç'tir. Wei-mar Cumhuriyeti döneminde de Almanya' da merkezci Katoliklerle Sosyal Demokratlardan oluşan bir koalisyon siyasal yelpazenin merkez güçlerim içinde barındırıyor ve komünistlerle aşırı sağ gibi kanat partilerin karşısında bir blok niteliği taşıyordu. İki partili sistem, seçmenlerin oylarını genellikle' iki büyük partiden birine verdikleri ve bu partilerden birinin yasama meclisinde çoğunluğu sağladığı modeldir. ABD, Kanada, İngiltere ve Yeni Zelanda'da iki partili sistemin tipik örnekleri görülür. Seçimlerin tek turlu ve özellikle de dar bölgeli çoğunluk sistemine göre yapılması bu sistemi yaratan başlıca teknik etkendir. İngiltere ve ABD'de yasama meclisi üyeleri birer temsilci çıkaran seçim bölgelerinden seçilir. Böylece her bölgede en çok oyu alan aday kazanır. Bu da genelde iki büyük partiden birinin adayının kazanması demek olur. Üçüncü parti adayları bu iki partiden birinden daha fazla oy alamadıkları sürece sürekli yenilgiyle karşılaşır, dolayısıyla üçüncü partinin güçlenme şansı çok düşüktür. Bu parti ülke düzeyinde önemli oranda oy alsa bile mecliste çok az sandalyeyle yetinmek, hatta hiç koltuk kazanamamak durumunda kalabilir. İngiltere'de Liberal Parti'nin, seçmenlerin önemli desteğine sahipken İşçi Partisi'nin güçlenmesi üzerine parlamentodaki sandalyelerinin hemen tümünü yitirmesi, ardından İngiliz siyasal hayatımn Muhafazakâr Parti-Işçi Partisi eksenine oturması bunun tipik tarihsel örneğidir. Seçim sisteminin yanı sıra yasama ve yürütme arasındaki ilişkilerin biçimi de iki partililiği yaratan etkenlerdendir. Örneğin ABD'de başkanlık rejiminin yürürlükte olması küçük partilerin adaylarının başkan seçilme şansım ortadan kaldırmış ve iki partili sistemi beslemiştir. İki partili sistemlerde partiler iktidara gelebilmek için halkın büyük bölümünün özlemlerini hesaba katan programlar hazırlamak zorunda kalırlar. Bu durum bunlar arasında uzlaşma ve yakınlaşma zemini yaratır. Bununla birlikte İngiltere ve Kanada'daki iki büyük parti arasındaki program ve yapı farklılıkları ABD'dekilere oranla daha çarpıcıdır. İki partili sistemin sakıncası, ülkedeki çeşitli siyasal eğilimlerin parlamentoda temsil şansını ortadan kaldırmasıdır. Bu durum iki ana parti içinde hizip ve kanatların oluşumu için de elverişli bir ortam yaratır. İki partili sistemin başlıca avantajı partilerden pirinin güvenilir bir çoğunluk sağlaması ve istikrarlı hükümetlerin kurulmasıdır.

Tek parti sistemi fiilen oluşabileceği gibi anayasal düzeyde öngörülmüş de olabilir. Tek parti sistemleri komünist ve faşist modeller etrafında yoğunlaşmıştır. Üçüncü Dünya ülkeleri de kendilerine özgü tek parti modellerine sahne olmuşlardır.

Komünist ülkelerde parti işçi sınıfının öncü gücü sayılır ve başka emekçi kesimleri ve aydınlan da kendi bünyesinde toplamaya çalışır, Partinin esas rolü sosyalist rejimin yapılanmasını sağlamak, kapitalizmden sosyalizme geçiş rejimi sayılan proletarya diktatörlüğü koşullarında önderlik etmektir. Böylece parti devlet cihazı içerisinde en temel organ durumundadır ve iktidarı bizzat kullanır.

Faşist modelde tek parti komünist modeldeki kadar önemli bir rol oynamaz. İtalya'da, Franco İspanyası ile Salazar Porte-kizi'nde tek partilerin rolü oldukça silik kalmıştır. Yalnız Nazi Almanyası'nda Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi devlet aygıtı üzerinde etkili olmuştur. Ama orada da rejim, siyasal partiden çok, özel ordu niteliğindeki SS'lere ve Gestapo'ya dayanmıştır. Faşist modelde tek parti daha çok bir polis gücü ya da askeri örgüt işlevini görmüş, kitleleri kucaklayan ye onlara sürekli ideoloji götüren rolü ikinci planda kalmıştır. Gerek Almanya'da, gerekse İtalya'da faşist partiler iktidara geldikten sonra kitlelerle olan ilişkilerini daha da gevşetmişlerdir.

Vietnam ve Kuzey Kore gibi azgelişmiş ülkelerde tek parti sistemleri komünist model üzerine kurulmuştur. Buna karşılık Afrika, Asya ve bazı Latin Amerika ülkelerindeki tek parti sistemleri faşist ya da komünist kategorilerden herhangi bîrine sokulamayacak derecede özgül karakterler taşır. Afrika'daki tek parti sistemleri kendilerini genellikle sosyalist ya da ilerici olarak nitelerler. Mısır'daki Arap Sosyalist Birliği, Cezayir'deki Ulusal Kurtuluş Cephesi, hatta Tunus'taki Yeni Düstur Partisi sosyalizan temalara sahip çıkmışlardır. Ama bunların ulusal karakterleri ön plandadır. Üçüncü Dünya ülkelerinde tek parti sistemleri genelde Avrupa» ülkelerin-dekiler kadar örgütlü ve köklü değildir. Türkiye'de Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) dayanan tek parti sistemi (1923-45), rejimin cumhuriyetçi ve laik ideolojisini kitlelere götürme yolunda önemli bir işlevle görevlendirilmiş olmasına karşın, uygulamada bir kadro partisi çerçevesi içerisinde kalmıştır. Mısır'daki tek parti de kit-leselleşme iddialarına karşın dar bir profesyonel politikacılar grubunun çerçevesini aşamamıştır. Afrika'daki tek partilerin çoğunda lidere ya da bir kabileye bağlılık ön planda gelmekte, güçlü bir parti örgütlenmesine rastlanmamaktadır. Bu yüzden de tek parti sistemleri, silahlı kuvvetlerin de desteğiyle, kişisel diktatörlüklerin aracı durumuna düşmüşlerdir. Bu bağlamda Türkiye'deki tek parti modeli, otoriter yöntemlerle çoğulcu sisteme yönelmenin koşullarını hazırlamaya yönelmesi bakımından özel bir kategori oluşturmuş, bir "vesayetçi parti" türünün öncüsü sayılmıştır.

Egemen parti ya da bunun daha ileri bir kategorisi sayılan hegemonyacı parti modeli ve sistemi daha çok çoğulcu rejimlerin bazılarında görülür. Bu terimle anlatılmak istenen, siyaset sosyolojisinin bazı özellikleri ya da seçim sistemlerinin desteğiyle bir partinin oldukça uzun süreler iktidar partisi olarak varlığını koruyabilmesidir. İskandinav ülkelerinde sosyal demokrat partiler, Hindistan'da Kongre Partisi, Japonya'da Liberal Demokrat Parti bu kategorinin önde gelen örneklerini vermişlerdir. Bu modele gerçek anlamda çoğulcu sayılamayacak rejim ye dönemlerde de rastlanır. Meksika'daki Devrimci Kurumsal Parti bu ülkede geçerli olan sınırlı ve güdümlü çoğulculuk koşullarında fiilen tek parti karakteri göstermiştir. Osmanlı Devleti'nde 1913-18 arasındaki İttihat ve Terakki yönetimi de bu kategori içinde yer alan tarihsel bir örnektir.

Siyasal partilerin geleceği Batı dünyasında tartışmalı bir konudur. Özellikle bazı tutucu çevreler, siyasal partilerin ulusal bütünlüğü parçaladıktan iddiasıyla ortaya çıkarak bunların olumsuz rollerine işaret etmiş ve partilerin sönüş sürecine girmek zorunda olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa 20. yüzyılın sonlarına yakın ortaya çıkan tablo partilerin zayıflamadığını, tersine güçlendiğini göstermektedir. Aynca partileşme olgusu Üçüncü Dünya ülkelerini de kapsayacak biçimde yaygınlaşmıştır.

Astronomi : Plüton Gezegeni

Plüton hakkında bilgi
Plüton, Güneş sistemindeki dokuzuncu gezegendir. Güneş sistemindeki en küçük gezegen (28000 km)olduğu için ve dışmerkezli bir yörüngeye sahip olduğu için, bir gezegen olup olmadığı konusunda tartışmalar çıkmıştır. Ancak bu konudaki tek kabul gören otorite, Uluslararası Gökbilim Birliği (International Astronomical Union; IAU), Plüton'u gezegen olarak sınıflandırmıştır.

Plüton, Güneş sistemindeki dokuzuncu gezegendir. Güneş sistemindeki en küçük gezegen (28000 km)olduğu için ve dışmerkezli bir yörüngeye sahip olduğu için, bir gezegen olup olmadığı konusunda tartışmalar çıkmıştır. Ancak bu konudaki tek kabul gören otorite, Uluslararası Gökbilim Birliği (International Astronomical Union; IAU), Plüton'u gezegen olarak sınıflandırmıştır.

Gezegen, Arizona Lowell Gözlemevi'nde astronom Clyde Tombaugh tarafından 18 Şubat 1930 tarihinde keşfedilmiştir. Tombaugh, Plüton'u Neptün'ün yörüngesindeki anormallikleri açıklayabilecek bir gök cismini ararken bulmuştur.

Güneş sisteminin Sedna sayılmazsa en uzak gezegenidir. Büyüklüğü Ay'ın 1/6 sı kadardır. Yoğunluğu suyun 2 katıdır. Ekliptikle en fazla açıyı yapan gezegendir. Bu yüzden 1978- 2000 yılları arasında Güneş'e Neptün'den daha yakın olmuştur. Uzun süre tek bilinen uydusu Charon olarak kaldı. 2005 yılında 2 küçük uydusu daha bulundu. Bu uydulara 2006 yılında Hydra ve Nix adı verildi. Charon, Plüton'a, Ay'ın dünyaya yaptığı gibi hep aynı yüzünü gösterir.

NASA, Plüton gezegenini inceleyerek güneş sisteminin sayılı gizemlerinden birkaçına daha ışık tutmayı planlıyor. " New Horizons" olarak isimlendirilen 700 milyon dolarlık bir proje dahilinde, şu ana kadar hiçbir uzay aracının gitmediği ve hakkında çok az bilgi bulunan Plüton gezegenine gidilecek. Buzla kaplı nesnelerin hakim olduğu, Neptün'ün ötesindeki Kuiper Kemeri olarak adlandırılan bölgede yer alan Plüton'un yanı sıra uydusu Charon da incelenecek.

Proje ile aynı ismi taşıyan New Horizons uzay aracını Atlas 5 roketi taşıyacak. STAR 48B isimli motorlarla desteklenen Atlas 5 roketi, uzay aracını saniyede 16 kilometrelik bir hıza çıkaracak. Fakat bu hızda bile, 4.9 milyar kilometre uzakta bulunan Plüton'a ulaşmak en az 10 yıl sürecek. Gezegenler arasındaki değişken diziliş göz önünde bulundurulduğunda, fırlatma tarihinin değişmesi durumunda bu süre daha da artabilecek. New Horizons uzay aracı, Florida'daki Cape Canaveral uzay üssünden 19 Ocak 2006 tarihinde fırlatıldı.
Plüton ve uydu isimlerinin mitolojik hikayeleri
Yunan mitolojisine göre ''Nyx'', Pluto tarafından yönetilen yer altı dünyasına ''Styx'' nehri üzerinden ruhları taşıyan kayıkçı Charon’un annesi ve aynı zamanda da gece tanrıçası. Uyduları keşfeden Uluslarası Gökbilim Birliği, ismi önceden Nyx olarak adlandırılan iki asteroid’le karışmaması için Nix olarak değiştirdi. Hydra ise Pluto’nun krallığını koruyan dokuz başlı mitolojik yılanın adı. Uyduları keşfeden takımın başındaki astronom ''Alan Stern'', bu isimleri seçerken Güneş sistemimizin kapısını korumaya uygun olduklarını düşündüklerini belirtiyor. İsimlerin seçiminde rol oynayan bir başka etken ise NASA’nın Plüton projesi olan ''New Horizons'' (Yeni Ufuklar) kelimeleri ile aynı baş harflerini taşıyor olmaları.''(Bu bölüm, Whop dergisinin Temmuz 2006 sayısında yer alan Umut Eroğlu imzalı "Uzaydan Haberler" sayfasından alıntıdır)''
Plüton gezegen mi?
Ağustos 2006'da toplanan Uluslararası Astronomi Birliği, yeni bir gezegen tanımı geliştirmişti. Buna göre güneş sistemindeki gezegenlerin sayısı 9'dan 12'ye çıkacak ve Plüton da gezegen statüsünü koruyacaktı. Ancak birçok gökbilimci buna karşı çıktı ve Plüton'un 'cüce gezegen' olarak nitelendirilmesine karar verdi.

Plüton 1930'da keşfedilerek Güneş Sistemi'nin dokuzuncu ve son gezegeni olarak kabul edilmişti. Bu zamana dek Güneş Sistemi'nde sekiz gezegen vardı. Bunların Güneş'e uzaklığı mesafe sırasıyla, Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün'dür.

Ancak son dönemde bazı uzmanlar diğer sekiz gezegenden çok daha küçük ve uzak olan, bir buz ve kaya kütlesi durumundaki Plüton'un gezegen kabul edilemeyeceğini savunuyordu.

Eğer söz konusu tanım kabul edilmiş olsaydı üç gökcismi daha gezen olarak kabul edilecekti. Bunlar, şimdiye dek Plüton'un uydusu kabul edilen Charon, üç yıl önce keşfedilen 2003 UB313 adlı gök cismi ve Mars ile Jüpiter arasındaki Ceres adlı dev bir asteroid.

Tarih : Amerika'nın Tarihi

Amerikan Tarihi - Bölüm I hakkında bilgi
A MERİK’NIN İLK YILLARI

İLK AMERİKALILAR

Buzul Çağı’nın en şiddetli döneminde, MÖ 34000-30000 yıllarında, dünyadaki suyun önemli bir bölümü büyük kıtasal buz katmanları halindeydi. Bunun sonucunda, Bering Denizi bugünkü düzeyinden yüzlerce metre daha aşağıdaydı ve Asya ile Kuzey Amerika arasında, adına Beringia denilen, bir kara köprüsü oluştu. Beringia’nın en geniş döneminde 1.500 kilometre kadar olduğu sanılıyor. Nemli ve ağaçsız bir tundra olan bölge, otlar ve diğer bitkilerle kaplıydı ve bu da ilk insanların yaşamak için avladıkları büyük hayvanları çekiyordu.

Kuzey Amerika’ya ilk erişen insanlar, yeni bir kıtaya ayak bastıklarını hemen hemen kesinlikle bilmiyorlardı. Herhalde, atalarının binlerce yıldır yaptığı gibi Sibirya kıyılarında av peşinde koşuyorlardı ve sonra da kara köprüsünü aşmışlardı.

Alaska’ya geldikten sonra ilk Kuzey Amerikalıların buzullar arasındaki geçitleri aşarak şimdi Birleşik Devletler’in bulunduğu güney bölgelerine ulaşmaları için binlerce yıl daha geçmesi gerekti. Kuzey Amerika’da ilk yaşam kanıtları günümüzde de bulunmaya devam ediyor. Ancak, bunların çok azının MÖ 12000 yılından daha eskiye ait olduğu kesinlikle kanıtlanabiliyor; sözgelimi, yakın geçmişte Alaska’nın kuzeyinde bulunan bir av gözetleme yeri yaklaşık bu tarihlerden kalma olabilir. New Mexico’nun Clovis kentinde bulunmuş olan, özenle yapılmış ok uçları ve diğer bazı eşya için de aynı şey söylenebilir.

Kuzey ve Güney Amerika’da belirli yerlerde benzeri eşya bulunması da, Batı Yarıküresi’nin Çevirmenin notu: Kuzey ve Güney Amerika kıtaları ile çevrelerindeki adaların oluşturduğu bölgeye Batı Yarıküresi denilmektedir büyük bir kesiminde yerleşimin MÖ 10000 yılı öncesinde gerçekleşmiş olabileceğini göstermektedir.

Anılan dönemde mamutlar yok olmaya ve onların yerini, ilk Kuzey Amerikalıların temel besin ve deri kaynağını oluşturan, bizonlar almaya başladı. Zamanla, gerek aşırı avlanma gerek doğa olayları nedeniyle, pek çok av hayvanı türü yok oldu ve ilk Amerikalıların beslenme kaynağını gittikçe artan ölçüde bitkiler, yemişler ve tohumlar oluşturmaya başladı. Giderek, besin için bitki toplama çabaları ve ilkel tarım denemeleri ortaya çıktı. Bu konuda, şimdi Orta Meksika’nın bulunduğu bölgedeki Kızılderililer (Native North Americans and/or Indians) öncülük ettiler ve belki de MÖ 8000’den başlayarak mısır, kabak ve fasulye yetiştirdiler. Bu konuda edinilen bilgi ve deneyim yavaş yavaş kuzeye doğru yayıldı.

MÖ 3000’e gelindiğinde, New Mexico’nun nehir vadilerinde ilkel bir mısır türü yetiştirilmeye başlanmıştı. Bunun ardından sulamanın ve MÖ 300 dolaylarında da köy yaşamının ilk belirtileri görüldü.

MS ilk yüzyıllarda, bugün Arizona’da Phoenix kentinin bulunduğu yöreye yakın yerleşim birimlerinde, top oynamak için alanların ve Meksika’da bulunanlara benzeyen piramit biçimli kümbetlerin yanı sıra kanal ve sulama sistemleri kuran Hohokumlar yaşıyordu.

KÜMBET YAPIMCILARI VE PUEBLO’LAR

Günümüzde Birleşik Devletler olan ülkede kümbet yapan ilk Kızılderili gurup çok kez Adenanlar adıyla anılırlar. MÖ 600 dolaylarında, topraktan mezarlıklar ve müstahkem binalar yapmaya başladılar. O dönemlerden kalan kümbetlerden bazıları kuş ya da sürüngen biçiminde olup olasılıkla, henüz tümüyle anlaşılmayan bir nedenden ötürü, dinsel amaçlar için kullanılmıştır.

Adenanların, topluca Hopewellianlar olarak bilinen bir takım guruplar içinde eridikleri ya da onlar tarafından yerlerinden edildikleri sanılmaktadır. Hopewellian kültürünün en önemli merkezlerinden biri güney Ohio’da ortaya çıkarılmıştır ve o bölgede hala söz konusu kümbetlerden birkaç bin kadar bulunmaktadır. Ticarette çok usta olduklarına inanılan Hopewellianlar, çeşitli aletler ve malzeme kullanmışlar ve bunları yüz binlerce kilometreye yayılmış bir bölgede takas etmişlerdir.

MS 500 dolaylarında Hopewellianlar da giderek yerlerini genellikle Mississippiler ya da Tapınak Kümbetler kültürü olarak bilinen yaygın bir kabileler gurubuna bıraktılar ve ortadan kayboldular. Missouri’de St.Louis’in hemen doğusundaki Cahokia kentinin, XII. yüzyıl başlarında nüfusunun en fazla olduğu günlerde yaklaşık 20.000 kişiyi barındırdığı düşünülmektedir. Kentin merkezinde, tepesi düz, yüksekliği 30 metre ve taban alanı 37 hektar olan muazzam bir toprak kümbet yer almaktaydı. Kent yakınlarında 80 kümbet daha bulunmuştur.

Günümüzde güneybatı Birleşik Devletler’i oluşturan bölgede, çağdaş Hopi Kızılderililerinin ataları olan Anasaziler, 900 yıllarında taş ve kerpiç evler (pueblo) yapmaya başladılar. Bu eşsiz ve şaşırtıcı apartman benzeri yapılar çok kez sarp uçurumların kayalık yüzlerinde inşa edilmiş olup Colorado’nun Mesa Verde kentindeki en ünlü örnek olan “uçurum sarayı”nın 200’den fazla odası vardı. New Mexico’nun Chaco Nehri kıyılarındaki Pueblo Bonito yıkıntılarında bir zamanlar 800 oda bulunmaktaydı.

Balık ve ham madde zenginliği sayesinde besin kaynaklarının en bol olduğu ve MÖ 1000 yıllarında bile yerleşime elverişli kalıcı köylerin kurulabildiği kuzeybatıdaki Büyük Okyanus kıyılarında, olasılıkla Kolomb öncesi Amerikalı Kızılderililerin en gönençlileri yaşıyordu. Düzenledikleri “potlaç” (arazi ve hediye dağıtılan bir tür Kızılderili festivali) toplantılarının zenginliği, belki de Amerikan tarihinin ilk günlerinde eşi görülmemiş bir bolluk ve şenlik örneği oluşturuyordu.

KIZILDERİLİ KÜLTÜRLERİ

Yukarıda belirtilen nedenlerle, ilk gelen Avrupalıların karşısına çıkan Amerika, boş bir doğa parçası olmaktan çok uzaktı. Bugünkü tahminlere göre, o günlerde Batı Yarıküresi’nde de Batı Avrupa’daki kadar, yani 40 milyon, insan yaşıyordu.

Günümüzde Birleşik Devletler’in bulunduğu bölgede, ilk Avrupa kolonilerinin kurulmaya başladığı sıralarda 2 - 18 milyon Kızılderili yaşadığı sanılmakta ve tarihçiler genellikle birinci sayının doğru olduğunu düşünmektedirler. Hemen hemen ilk temaslara başlandığı günlerden itibaren, Avrupa kaynaklı hastalıkların Kızılderililer üzerinde öldürücü bir etki yaptığı ise kesindir. 1600’lerde Kızılderili nüfusunun hızla azalmasına, özellikle toplumları tümüyle yok etmiş bulunan çiçek hastalığının, Avrupalı yerleşimcilerle yapılan sayısız savaşlar ve çatışmalardan daha çok, doğrudan doğruya neden olduğu düşünülmektedir.

Tahmin edilebileceği gibi, ülkenin genişliği ve uyum gösterilmesi gerekli yerleşim çevrelerinin çeşitliliği yüzünden, Kızılderili gelenekleri ve kültürü o tarihlerde olağanüstü bir değişkenlik gösteriyordu. Yine de belirli genellemeler yapılabilir.

Özellikle Orta Batı’nın ormanlık doğu kesimlerindeki kabilelerin çoğunluğu, besin maddesi sağlamak için avcılığa, toplayıcılığa ve mısır ve diğer ürünleri yetiştirmeye yönelik çabalarını birleştirdi. Çok kez, kadınlar çiftçilik ve besin maddesi dağıtımından sorumlu oluyor, erkekler de avlanıyor ve savaşa katılıyordu.

Kuzey Amerika’daki Kızılderili toplumu her bakımdan sıkı sıkıya toprağa bağlıydı. Toprağa ve doğa koşullarına bağlılık, dinsel inançların ayrılmaz bir parçasıydı. Kızılderililerin yaşamı temelde klan ve birlikte yaşama temeline dayanmaktaydı ve çocuklara o günlerde Avrupa’da alışılageldiğinden daha çok özgürlük ve hoşgörü tanınıyordu.

Bazı Kuzey Amerika kabileleri, belirli metinleri muhafaza etmek için bir tür hiyeroglif geliştirdilerse de, Kızılderili kültürü temelde sözlüydü ve masalların ve rüyaların anlatılmasına büyük bir değer veriliyordu.

Çeşitli guruplar arasında büyük ölçüde ticaret yapıldığı açıktır ve komşu kabilelerin yaygın bir biçimde hem dostça hem de düşmanca resmi ilişkiler yürüttüklerini gösteren sağlam kanıtlar vardır.

İLK AVRUPALILAR

Kuzey Amerika’ya ilk gelen ya da geldikleri konusunda sağlam kanıtlar bulunan Avrupalılar, Kızıl Erik’in 985’te bir yerleşim birimi kurduğu Grönland’dan batıya seyahat eden İskandinavlardı. Oğlu Leif’in, 1001 yılında günümüzde Kanada olarak bilinen bölgenin kuzeydoğu kıyılarını keşfettiği ve orada bir kış geçirdiği sanılmaktadır.

İskandinav destanları, Viking denizcilerin Kuzey Amerika’dan Bahama adalarına kadar uzanan Atlantik kıyılarını keşfettiklerini belirtmekle birlikte anılan iddialar bugüne kadar kanıtlanmamıştır. Buna karşın, 1963’te Newfoundland’ın kuzeyinde L’Anse-aux-Meadows’da anılan döneme ait belirli İskandinav ev yıkıntıları bulunmuş ve böylelikle İskandinav destanlarda ileri sürülenlerin hiç olmazsa bir kısmı doğrulanmıştır.

Asya’ya batıdan giden bir yol arayan Kristof Kolomb’un Karayibler’de karaya çıkmasından sadece beş yıl sonra 1497’de, İngiltere Kralı tarafından görevlendirilen Venedikli denizci John Cabot Newfoundland’a ayak bastı. Cabot’un seyahati, pek çabuk unutulmasına karşın, İngilizlerin ilerideki yıllarda Kuzey Amerika üzerinde hak iddia etmesine temel oluşturacaktı. Anılan seyahat aynı zamanda, George’s Banks sığlıklarının açıklarındaki zengin balık yuvalarının da yolunu açtı ve kısa bir süre sonra Avrupalı ve özellikle Portekizli balıkçılar düzenli olarak bölgeye gelmeye başladılar.

Aslında Kolomb kıta Birleşik Devletler’ini hiç görmedi; ancak, kurulmasına yardım ettiği İspanyol sömürgeleri, Birleşik Devletler kıtasında yapılan ilk keşif seyahatlerinin başlama noktası oldu. Bu seyahatlerden ilki 1513’te başladı ve Juan Ponce de Leon öncülüğündeki bir gurup şimdiki St.Augustine kenti yakınlarında Florida kıyısında karaya çıktı.

İspanyollar, 1522’de Meksika’nın fethedilmesi üzerine Batı Yarıküresi’ndeki konumlarını daha da güçlendirdiler. Bunları izleyen keşifler, “Yeni Dünya”ya yaptığı seyahatlere ilişkin yazıları büyük beğeniyle okunan İtalyan Amerigo Vespucci’ye atfen Amerika adı verilen topraklar konusunda Avrupalıların bildiklerine yeni katkılar yaptı. Asya’ya giden bir “Kuzeybatı Geçidi” keşfedilmesi umutları ancak bir yüzyıl sonra tümüyle yitirilecek olmakla birlikte, 1529’a gelindiğinde, Labrador’dan Tierra del Fuego’ya kadar uzanan Atlantik kıyılarının güvenilir haritaları çizilmişti.

Peru’nun fethi sırasında Francisco Pizzaro’nun emrinde çalışmış olan Hernando De Soto adındaki savaş gazisinin düzenlediği sefer, İspanyol keşif seyahatlerinin en önemlileri arasında yer almaktadır. De Soto gurubu seferine 1539’da Havana’da başladı, Florida’da karaya çıkıldı ve güneydoğu Birleşik Devletler boyunca Mississippi Nehri’ne kadar servet peşinde dolaşıldı.

Bir başka İspanyol kaşifi olan Francisco Coronado, hayal ürünü Cibola’nın Yedi Kenti’ni aramak için 1540’ta Meksika’dan hareket etti. Coronado, Grand Canyon ve Kansas’a kadar gitti; ancak, kendisinin ve adamlarının aradığı altınları ya da defineleri bulamadı.

Buna karşın Coronado ve beraberindekiler, farkında olmadan, bölge halkına çok önemli bir ödül kazandırdılar: ellerinden kaçan çok sayıda at Büyük Düzlükler (Great Plains) bölgesinde üremeye başladı. Birkaç kuşak sonra, bölgedeki Kızılderililer binicilik ustası oldular ve çalışma alanlarını genişletip çeşitlendirdiler.

İspanyollar güneyden yukarı yayılırken, günümüz Birleşik Devletleri’nin kuzey kesimi de Giovanni da Verrazano gibi seyyahlar sayesinde giderek daha iyi tanınıyordu. Fransızlar adına seyahat eden bir Floransalı olan Verrazano, 1524’te North Carolina’da karayı gördü ve Atlantik kıyısı boyunca kuzeye giderek bugünkü New York limanının yukarısına geçti.

On yıl sonra, Fransız Jacques Cartier, kendinden önceki Avrupalılar gibi, Asya’ya giden geçidi bulmak umuduyla yola çıktı. Cartier’in St.Lawrence Nehri kıyılarındaki keşifleri, Fransızların Kuzey Amerika üzerinde 1763’e kadar sürecek olan hak iddalarının temelini oluşturdu.

Fransız Hügenotlar, ilk Quebec kolonilerinin 1540’ta dağılmasından yirmi yıl sonra, Florida’nın kuzey kıyılarında yerleşmeye teşebbüs ettiler. Gulf Stream (Atlas Okyanusundaki sıcak su akıntısı) boyunca uzanan ticaret yolları karşısında Fransızları bir tehlike olarak gören İspanyollar koloniyi 1565’te yok ettiler. İşin garip yanı, İspanyol güçlerinin önderi olan Pedro Menendez, kısa bir süre sonra, koloniye yakın bir yerde St.Augustine kentini kurdu. İleride Birleşik Devletler olacak olan bu bölgede Avrupalıların ilk kalıcı yerleşim birimi bu kentti.

Meksika, Antiller ve Peru’daki kolonilerden İspanya’ya akan büyük zenginlik, diğer Avrupa devletlerinin de büyük ilgisini çekti. Zamanla gelişen, İngiltere gibi denizci ülkeler, bir ölçüde Francis Drake’nin İspanyol hazine gemilerine karşı gerçekleştirdiği başarılı yağma saldırıları sonucu Yeni Dünya ile ilgilenmeye başladı.

Kuzeybatı Geçidi’nin araştırılması konulu bir incelemenin yazarı olan Humphrey Gilbert, 1578’de, diğer Avrupa ülkelerinin henüz üzerinde hak iddia etmediği Yeni Dünya’daki “dinsizlere ve barbarlara ait topraklar”ı kolonileştirmek için Kraliçe Elizabeth’ten imtiyaz aldı. Çabalarına başlayabilmesi için beş yıl geçmesi gerekti. O denizde kaybolunca, görevini üvey kardeşi Walter Raleigh yüklendi.

Raleigh 1585’te, North Carolina kıyıları açığındaki Roanoke Adası’nda, Kuzey Amerika’daki ilk İngiliz kolonisini kurdu. Koloni daha sonra terk edildi ve iki yıl içinde yapılan bir yeni deneme de başarısızlığa uğradı. İngilizler ancak yirmi yıl geçtikten sonra yeni bir girişimde bulundular. Bu kez koloni 1607’de Jamestown’da başarıyla kurulacak ve Kuzey Amerika yeni bir çağa girecekti.

İLK YERLEŞİMLER

Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya 1600’lerin ilk yıllarında büyük bir göç dalgası başladı. Üç yüzyıldan fazla süren bu akım, birkaç yüz dolayında İngiliz kolonici ile başladı ve yeni katılımlar sonucu milyonları aşan bir sele dönüştü. Güçlü ve çeşitli nedenlerle göç eden bu insanlar, kıtanın kuzey kesiminde yeni bir uygarlık kurdular.

Meksika, Batı Hint Adaları ve Güney Amerika’da zengin İspanyol kolonileri kurulduktan çok sonra, günümüzde Birleşik Devletler olan bu topraklara, ilk İngiliz göçmenleri Atlantiği aşarak ayak bastılar. Onlar da, Yeni Dünya’ya ulaşan tüm ilk göçmenler gibi, küçük ve hıncahınç dolu gemilerle geldiler. 6 -12 hafta süren yolculukları sırasında çok az besin alabildiler. Çoğu hastalıktan öldüler; gemiler sık sık fırtınaya yakalandı ve bazıları da denizde kayboldu.

Avrupalı göçmenlerin çoğu, siyasal baskılardan kaçmak, dinsel inançlarını özgürce yerine getirebilmek, maceraya atılmak ya da ülkelerinde kendilerine tanınmayan fırsatlardan yararlanabilmek için vatanlarından ayrıldılar. İngiltere’de 1620’den 1635’e kadar büyük ekonomik güçlükler yaşandı. Pek çok kişi iş bulamadı. Usta zanaatkarlar bile ancak geçinebilecek kadar para kazanıyorlardı. Ürünlerdeki verimsizlik sıkıntıları yoğunlaştırdı. Bunlara ek olarak, Endüstri Devrimi, hızla gelişen bir tekstil sektörü yaratmıştı ve dokuma tezgahlarının sürekli çalışabilmesi için giderek artan bir yün üretimi gerekiyordu. Toprak sahipleri çiftlikleri kapatıyor ve koyun beslemek için köylüleri bu topraklardan kovuyorlardı. Kolonilerin yayılması, yerlerinden edilen bu köylüler için bir çıkış yolu oluşturdu.

Kolonicilerin yeni topraklarda ilk gördükleri şey sık ormanlar oldu. Eğer dostça davranan Kızılderililer onlara balkabağı, kabak, fasulye ve mısır gibi yerli ürünlerin nasıl yetiştirileceğini öğretmeselerdi ilk yerleşimciler hayatta kalamazlardı. Buna ek olarak, Doğu kıyılarında 2.100 kilometre boyunca uzanan balta girmemiş geniş ormanlar zengin bir av hayvanı ve yakacak odun kaynağı oluşturdu. Ormanlar ayrıca, evlerini, mobilyalarını, gemilerini yapmakta kullanacakları ve karlı bir biçimde ihraç edecekleri bol miktarda ham madde de sağlıyordu.

Yeni kıtanın doğası çok zengin olmakla birlikte, yerleşimcilerin kendilerinin üretemedikleri aletleri alabilmek için Avrupa ile ticaret yapmaları kaçınılmazdı. Kıyılar bu açıdan yerleşimcilerin çok işine yaradı. Kıyı boyunca sayısız koylar ve limanlar vardı. Yalnız iki bölgede, North Carolina ve güney New Jersey’de, okyanus aşan gemilere elverişli liman yoktu.

Kennebec, Hudson, Delaware, Susquehanna, Potomac ve diğer çok sayıda büyük nehir, Appalachian Dağları ile kıyı arasında kalan bölgeyi denize bağlıyordu. Yalnız bir nehir, Kanada’da Fransızların elinde olan St.Lawrence, Büyük Göllere ve kıtanın merkezine erişimi sağlayan bir su yoluydu. Sık ormanlar, bazı Kızılderili kabilelerin direnmesi ve Appalachian Dağları, kıyı bölgesinden daha içerilere yerleşme hevesini kırıyordu. Yalnız kürk hayvanı avlamak için tuzak kuranlar ve tüccarlar bu vahşi bölgeye girme cesaretini gösteriyorlardı. İlk yüz yıl süresince koloniciler, kıyı boyunda sıkışık bir biçimde yerleştiler.

Siyasal yaklaşımlar pek çok kişinin Amerika’ya gitmesine yol açtı. İngiltere’de I. Charles’in keyfi yönetimi, 1630’larda Yeni Dünya’ya göçü hızlandırdı. Ardından, Charles muhaliflerinin Oliver Cromwell’in önderliğindeki başarılı ayaklanmaları, çok sayıda “kral yandaşı”nın Virginia’ya yerleşmelerine yol açtı. Avrupa’nın Almanca konuşulan kesimlerinde, çeşitli önemsiz prensin özellikle din konusunda uyguladıkları baskı siyaseti ve uzun süreli savaşların yarattığı yıkım, XVII. yüzyılın sonlarında ve XVIII. yüzyılda Amerika’ya olan akımı güçlendirdi.

XVII. yüzyılda kolonicilerin gelişi, özenli bir planlama ve yönetim kadar, büyük harcamalar yapılmasını ve tehlikelerin göze alınmasını gerektirdi. Yerleşimcilerin yaklaşık 5.000 kilometrelik bir deniz yolculuğu yapmaları gerekiyordu. Kap kaçak, giysi, tohumluk, alet, yapı malzemesi, canlı hayvan, silah ve cephane gereksinimleri vardı.

Başka ülkelerde ve başka zamanlarda uygulanan kolonileştirme siyasetinin aksine, İngiltere’den göç, doğrudan doğruya hükümetçe değil, başlıca amaçları kar sağlamak olan özel guruplar tarafından destekleniyordu.

JAMESTOWN

Kuzey Amerika’da tutunan ilk İngiliz kolonisi Jamestown’dı. Kral I. James tarafından Virginia (ya da London) Şirketi’ne verilen bir imtiyaza dayanarak, yaklaşık 100 kişiden oluşan bir gurup 1607’de Chesapeake Körfezi’ne doğru yola çıktı. İspanyollarla çatışmaya girmekten kaçınmak amacıyla, James Nehri kenarında körfezden 60 kilometre kadar yukarıda bir yer seçtiler.

Çiftçilik yapmaktan daha çok altın bulmayı amaçlayan kentlilerden ve maceracılardan oluşan gurup, vahşi doğada yeni bir yaşam türüne başlamaya kafa yapısı ya da yetenek açısından hazırlıklı değildi. Aralarında bulunan Kaptan John Smith başat bir kişilik sergiledi. Anlaşmazlıklara, açlığa ve Kızılderili saldırılarına karşın, disiplin uygulama yeteneği sayesinde küçük koloniyi ilk yıl süresince bir arada tuttu.

Smith 1609’da İngiltere’ye döndü ve onun yokluğunda koloni karışıklığa boğuldu. 1609-1610 kışında kolonicilerin pek çoğu hastalığa yenildiler. Mayıs 1610’a gelindiğinde, ilk 300 yerleşimciden yalnız 60’ı hayatta kalmıştı. Aynı yıl içinde, James Nehri’nden biraz daha yukarıda Henrico (günümüzde Richmond) kenti kuruldu.

Ancak çok geçmeden, Virginia ekonomisinde devrim yaratacak bir gelişme ortaya çıktı. John Rolfe 1612’de Batı Hint Adaları’ndan ithal edilen tütün tohumlarını yerli bitkilerle melezledi ve içimi Avrupalıların hoşuna giden yeni bir tür üretti. Bu yeni tür tütünün ilk partisi 1614’te Londra’ya ulaştı. Anılan tütün, on yıl içinde Virginia’nın temel gelir kaynağı haline geldi.

Buna karşın gönence erişilmesi kolay olmadı ve hastalıklar ve Kızılderili saldırıları sonucu ölüm sayısı olağanüstü oranda yüksek kaldı. 1607’den 1624’e kadar koloniye yaklaşık 14.000 kişi göç etmişti; fakat, 1624’te orada ancak 1.132 kişi yaşamını sürdürüyordu. Aynı yıl, bir kraliyet komisyonunun önerisine uyan Kral, Virginia Şirketi’ni feshetti ve onu bir kraliyet kolonisi yaptı.

MASSACHUSETTS

XVI. yüzyıldaki dinsel ayaklanmalar sırasında, Püritenler olarak tanınan bir gurup, Anglikan Kilisesi’nde içerden reform yapmaya çalıştılar. Temelde, Katolikliğe özgü törenlerin ve yapılanmaların, daha basit olan Protestan inanç ve tapınma biçimleriyle değiştirilmesini istiyorlardı. Püritenlerin reformcu görüşleri, devlet kilisesinin birliğini yıkarak, halkın bölünmesi ve krallık otoritesinin bozulması tehdidi taşıyordu.

Kurulu Kilise’de hiçbir zaman reform yapılamayacağına inanan radikal bir Püriten mezhebi olan Ayrılıkçılar (Separatists) 1607’de Hollanda’nın Leyden kentine gittiler ve Hollandalılar onlara sığınma hakkı tanıdılar. Buna karşın, Calvenci Hollandalılar, sığınmacılara yalnız düşük ücretli işler verdiler. Gurubun bazı mensupları bu ayırımcılıktan bunaldılar ve Yeni Dünya’ya göç etmeyi kararlaştırdılar.

Leyden Püritenlerinden bir kesimi 1620’de Virginia Şirketi’nden bir toprak imtiyazı sağladı ve 101 kadın, erkek ve çocuktan oluşan bir gurup Mayflower gemisiyle Virginia’ya hareket etti. Bir fırtına onları kuzeye sürükledi ve Cape Cod’un New England bölgesinde karaya çıktılar. Kendilerinin herhangi bir hükümetin yetki alanı dışında olduğuna inandıkları için, kendi seçtikleri önderleri tarafından kaleme alınacak “adil ve eşit yasalar”a uymayı kabul eden bir resmi belge hazırladılar. Bu “Mayflower Sözleşmesi”ydi.

Mayflower Aralık ayında Plymouth limanına geldi; yolcular süresince yerleşim birimlerini kurmaya başladılar. Çevirmenin notu: Anılan ilk yerleşimden yaklaşık iki yüzyıl sonra bulunan bir belgede, onlardan “hacca giden evliyalar” olarak söz edildiği görüldü ve bu yolculara “Pilgrim” (Hacı) denilmeye başlandı. Bu çeviride de aynı ad kullanılmıştır. Kolonicilerin yaklaşık yarısı doğa koşulları ve hastalık yüzünden öldüler; ancak, komşu Wampanong Kızılderilileri onları hayatta tutacak bir bilgi verdiler: mısır nasıl yetiştirilir. Bir sonraki sonbahara gelindiğinde Pilgrimler, zengin mısır ürünü elde etmişler ve kürk ve keresteye dayalı büyüyen bir ticarete sahip olmuşlardı.

1630’da, Kral I. Charles’tan koloni kurma imtiyazı almış bulunan yeni bir göçmen dalgası Massachusetts Körfezi’ne geldi. Bunların pek çoğu, İngiltere’de dinsel inançlarının gereğini yapmaları giderek daha çok engellenen Püritenlerdi. Önderleri John Winthrop, Yeni Dünya’da açıkça “bir tepenin üzerinde kent” yaratmaya girişti. Böylelikle anlatmak istediği, Püritenlerin kesinlikle kendi dinsel inançları uyarınca yaşayacaklarıydı.

Massachusetts Körfezi Kolonisi tüm New England bölgesinin kalkınmasında önemli bir rol oynadı ve bunun bir nedeni de, Winthrop ve onun Püriten meslektaşlarının imtiyaz belgelerini beraberlerinde getirebilmiş olmalarıydı. Böylece, koloninin yönetimi İngiltere’de değil Massachusetts’te yerleşik oluyordu.

İmtiyazın hükümlerine göre, güç Yüksek Kurul’un (General Court) elindeydi ve kurulun üyeleri, Püriten Kilisesi üyesi olmaları gerekli “özgür yerleşimciler”den (freemen) oluşuyordu. Bu yöntem, Püritenlerin kolonideki hem siyasal hem de dinsel egemen güç olmalarını güvence altına alıyordu. Valiyi Yüksek Kurul seçiyordu. Bir sonraki kuşak döneminin büyük kesiminde John Winthrop vali olmuştu.

Püritenlerin katı tutucu yönetimini herkes beğenmiyordu. Yüksek Kurul’a ilk baş kaldıranlardan biri Roger Williams adında genç bir din adamıydı ve Kızılderililerin topraklarına koloni tarafından el konulmasına ve koloninin İngiltere Kilisesi ile olan ilişkilerine karşı çıkıyordu.

Koloniden kovulan Williams 1636’da, günümüzde Providence, Rhode Island olan bölgede Narragansett Kızılderililerinden toprak satın aldı. Orada, kilise ile devletin kesinlikle ayrı olduğu ve dinsel özgürlüğün uygulandığı ilk Amerikan kolonisini kurdu.

Massachusetts’ten ayrılanlar yalnız Williams gibi kilise karşıtları değildi. Daha verimli topraklar ve daha iyi fırsatlar peşinde olan Tutucu Püritenler da kısa bir süre sonra Massachusetts Körfezi Kolonisi’ni terke başladılar. Sözgelimi, Connecticut Nehri Vadisi’nin üretkenliğine ilişkin haberler, verimsiz topraklarda zor günler geçirmekte olan çiftçilerin ilgisini çekti. 1630’ların başlarında çok kişi, düzlük arazide derin ve zengin toprağa kavuşabilmek için Kızılderili saldırısı tehlikesini göze almaya hazırdı. Bu yeni toplumlarda, kilise üyeliği oy verebilmenin ön koşulu olmaktan çok kez çıkarıldı ve giderek daha çok sayıda erkeğin oy sahibi olmasına yol açıldı.

Aynı zamanda, Yeni Dünya’nın sunduğu düşünülen toprak ve özgürlüğe sahip olmayı isteyen göçmen sayısı her geçen gün daha da çoğaldıkça, New Hempshire ve Maine kıyıları boyunca başka yerleşim birimleri de ortaya çıkmaya başladı.

NEW NETHERLAND VE MARYLAND

Hollanda Batı Hindistan Şirketi tarafından görevlendirilen Henry Hudson, 1906’da, günümüzde New York kentinin bulunduğu bölge çevresinde ve kendi adının verildiği nehrin kıyılarında, olasılıkla New York’un Albany kentinin kuzeyinde bir noktaya kadar uzanan keşiflerde bulundu. Hollandalıların bölgeye bundan sonra yaptıkları seyahatler, gelecek yıllardaki hak iddialarına ve ilk yerleşimlere temel oluşturdu.

Kuzeydeki Fransızlar gibi, Hollandalılar da başlangıçta kürk ticaretiyle ilgilendiler. Bu amaçla, kürk sağlanabilecek bölgeye erişimde anahtar rol oynayan Iroquois Kızılderililerinin Beş Ulusu ile yakın ilişkiler geliştirdiler. Hollandalı yerleşimciler 1617’de, Hudson ve Mohawk nehirlerinin birleştiği noktada, şimdi Albany kentinin bulunduğu yerde bir kale kurdular.

Manhattan adasında yerleşim 1620’lerin ilk yıllarında başladı. Rivayet edildiğine göre, ada 1624’te bölgedeki Kızılderililerden 24 dolar karşılığında satın alındı. Hemen ardından da adaya New Amsterdam adı verildi.

Hollandalılar, Hudson Nehri bölgesinde yerleşimleri çekici kılmak için, “patroon” (efendi) sistemi denilen bir tür feodal aristokrasi geliştirdiler. Bu çok büyük malikanelerin ilki 1630’da Hudson Nehri kıyılarında kuruldu.

Patroon sistemi uyarınca, dört yıllık bir süre içinde malikanesine 50 yetişkin kişi getirebilen her hisse senedi sahibine ya da patroon’a, nehre 25 kilometrelik kıyısı olan bir arazi veriliyor, özel balık ve kara avı yapma ayrıcalığı sağlanıyor, arazisi üzerinde hukuki ve cezai yetki tanınıyordu. Buna karşılık olarak, malikane sahibi, hayvanları, aletleri ve binaları sağlıyordu. Yerleşim kuranlar da, patroon’a kira ödüyor ve üretim fazlası alımı için öncelik tanıyorlardı.

Daha güneyde, Hollandalılarla bağlantısı olan bir İsveç ticaret şirketi, bundan üç yıl sonra, Delaware Nehri kıyısında ilk yerleşim bölgesini kurmayı denedi. Konumunu pekiştirecek kaynakları bulunmayan New Sweden, giderek New Netherland ve daha sonra da Pennsylvania ve Delaware içinde eridi.

1632’de Calvert ailesi, Kral I. Charles’tan Potomac Nehri’nin kuzeyinde, sonraları Maryland diye bilinen arazide bir imtiyaz aldı. İmtiyaz, Protestan olmayan kiliselerin kurulmasını açıkça engellemediği için, aile, Katolik olan dostlarını orada yerleşme konusunda cesaretlendirdi. Maryland’daki ilk kent olan St.Mary’s, Potomac Nehri’nin Chesapeake Körfezine döküldüğü noktaya yakın bir yerde 1634’te kuruldu.

Calvert’ler, bir yandan Anglikan İngiltere’de giderek artan bir baskı karşısında kalan Katoliklere barınak sağlarken, bir yandan da karlı malikaneler yaratmak istiyorlardı. Hem bu amaca erişmek hem de İngiltere Hükümetiyle sorun çıkarmamak için, Protestan göçünü de teşvik ettiler.

Calvert ailesine verilen imtiyaz, bir feodal ve çağdaş öğeler karması içeriyordu. Bir yandan, malikaneler yaratma gücüne sahiplerdi. Buna karşın, yasaları ancak özgür yerleşimcilerin izni ile geliştirebiliyorlardı. Yerleşimcileri çekebilmek ve mülklerinden kar sağlayabilmek için, onlara sadece malikanelerde kiracılık değil aynı zamanda çiftlikler sunmaları gerektiğinin farkına vardılar. Bunun sonucu olarak, bağımsız çiftliklerin sayısı çoğaldı ve çiftlik sahipleri koloniyle ilgili konularda söz sahibi olmayı istediler. İlk Maryland yasama meclisi 1635’te toplandı.

KOLONİ-KIZILDERİLİ İLİŞKİLERİ

1640’a gelindiğinde İngilizler New England kıyısında ve Chesapeake Körfezinde güçlü koloniler kurmuş bulunuyorlardı. İki bölge arasında Hollandalılar ve küçük İsveç toplumu vardı. Batıda ise yerli Amerikalılar yani Kızılderililer yaşıyorlardı.

Bazan dost bazan düşman olan Doğu kabileleri artık Avrupalılara yabancı değillerdi. Kızılderililer yeni teknolojilerle ve ticaretle içli dışlı olmaktan yararlanmakla birlikte, ilk yerleşimcilerin getirdikleri hastalıklar ve sürekli yeni arazi elde etmek için sergiledikleri büyük hırs, onların uzun yıllardır alışık oldukları yaşam biçimine karşı ciddi bir tehdit oluşturuyordu.

Başlangıçta Avrupalı yerleşimcilerle yürütülen ticaret belirli yenilikler getirdi: bıçaklar, baltalar, silahlar, kap kaçak, olta iğneleri ve çok sayıda yeni alet ve edevat. Ticarete ilk girişen Kızılderililer, bunu yapmayan rakipleri karşısında önemli bir kazanım sağladılar.

Avrupalılardan gelen talebe karşılık olarak, Iroquois gibi kabileler, kürk hayvanları yakalamak için tuzak kurmaya XVII. yüzyıl boyunca büyük önem verdiler. XVIII. yüzyıl sonlarına kadar, kürk ve post ticareti, kabilelerin kolonicilerden mal satın almaları için kaynak oluşturdu.

İlk kolonici-Kızılderili ilişkileri, pek rahat olmayan bir işbirliği ve çatışma karışımıydı. Bir yandan, Pennsylvania tarihinin ilk elli yılında, örnek sayılacak ilişkiler egemendi. Diğer yandan, değişmez bir biçimde Kızılderili yenilgisi ve daha fazla toprak kaybıyla sonuçlanan uzun süreli anlaşmazlıklar, çatışmalar ve savaşlar oluyordu.

Önemli Kızılderili ayaklanmalarının ilki 1622’de Virginia’da görüldü ve aralarında Jamestown’ne yeni gelmiş olan misyonerlerin de bulunduğu 347 beyaz öldürüldü. 1637’de, yerel kabilelerin Connecticut Nehri yerleşimini engellemeye çalışmaları üzerine başlayan Pequot Savaşı bunu izledi.

Öncüler’le 1621’de ilk kez barış yapmış olan kabile reisinin oğlu Phillip, Avrupalıların daha fazla Kızılderili toprağı işgalini engellemek için 1675’te güney New England kabilelerini birleştirmeye çalıştı. Ancak, Phillip savaş sırasında öldü ve çok sayıda Kızılderili esir olarak satıldı.

Bundan beş yıl sonra, yaklaşık 5.000 kilometre batıda, New Mexico’nun Taos kenti dolaylarında, Pueblo Kızılderilileri İspanyol misyonerlere karşı ayaklandılar. İzleyen on iki yıl boyunca Pueblolar eski topraklarına yeniden egemen olduktan sonra, İspanyollar buraları tekrar ele geçirdiler. 60 yıl kadar sonra, yeni bir Kızılderili ayaklanması yaşandı ve günümüzde Arizona olan bölgede Pima Kızılderilileri İspanyollarla çatıştılar.

Doğu kolonilerinin meskun olmayan bölgelerine sürekli biçimde yerleşimci gelmesi Kızılderililerin yaşamını altüst etti. Av hayvanlarının giderek daha yaygın olarak öldürülmesi yüzünden kabileler, aç kalma, savaşma ya da batıya göç edip oradaki kabilelerle çatışmaya girme seçimi yapmak zorunda kaldı.

New York ve Pannsylvania’nın kuzeyinde Ontario ve Erie Göllerinin güneyinde yaşayan Iroquois Kızılderilileri, Avrupalıların yayılmasına direnme konusunda daha başarılı olmuşlardır. 1570’te beş kabile birleşerek, o günlerdeki en demokratik kuruluşu olan “Ho-De-No-Sau-Nee”yi ya da Iroquois Birliği’ni oluşturdular. Birlik, beş üye kabilenin 50’şer temsilcisinden oluşan bir konsey tarafından yönetiliyordu. Konsey, kabilelerin ortak sorunlarıyla ilgileniyordu: fakat, özgür ve eşit kabilelerin günlük işlerini nasıl yürütecekleri konusunda söz hakkı yoktu. Hiçbir kabilenin tek başına savaş başlatmasına izin verilmiyordu. Konsey, cinayet gibi suçlarla ilgilenmek için yasalar yapıyordu.

Birlik 1600’lerde ve 1700’lerde sağlam bir güç olarak sürdü. İngilizlerle kürk ticareti yürüttü ve 1754-1763 arasında, Amerika’da egemenliği sağlamak için Fransızlara karşı yaptıkları savaşta onlarla birlikte davrandı. İngilizler, Iroquois Birliği’nin desteği olmasaydı belki de savaşı kazanamazlardı.

Birlik, Amerikan Devrimi’ne kadar güçlü olarak kaldı. Konsey devrim günlerinde, ilk kez, kimi destekleyeceği konusunda oybirliğiyle karar alamadı. Üye kabileler kendi başlarına karar verdiler ve bazıları İngilizlerle, bazıları da kolonicilerle birlikte savaşırken bazıları da tarafsız kaldılar. Bunun sonucu olarak, herkes Iroquois Kızılderililerine karşı savaştı. Büyük kayıplara uğrayan Birlik de bir daha toparlanamadı.

İKİNCİ KUŞAK İNGİLİZ KOLONİLERİ

XVII. yüzyıl ortalarında İngiltere’de süren dinsel çatışmalar yüzünden göçler sınırlandı ve anavatan yeni kurulan Amerikan kolonileriyle daha az ilgilenmeye başladı.

Kısmen İngiltere’nin ihmal ettiği savunma önlemlerini sağlamak için Massachusetts Körfezi, Plymouth, Connecticut ve New Haven kolonileri, 1643’te New England Konfederasyonu’nu oluşturdular. Bu, Avrupalı kolonicilerin bölgesel birlik sağlamaya yönelik ilk girişimleriydi.

İngiliz yerleşimcileri tarihinin ilk yılları incelendiğinde, kendi aralarında ve komşuları ile güce erişmek ve önemli bir konum elde etmek isteyen guruplar arasında, dinsel ve siyasal konularda büyük bir rekabet sürdüğü görülür. Özellikle Maryland, Oliver Cromwell döneminde İngiltere’yi etkileyen yoğun dinsel rekabetin acısını çekti. Kayıplardan biri, 1650’lerde eyaletin Hoşgörü Yasası’nın kaldırılması oldu. Ancak, çok geçmeden yasa yeniden yürürlüğe konuldu ve güvence altına aldığı dinsel özgürlük de geri geldi.

1675’te, kolonilerde Kral’ın yetkilerine karşı ilk önemli başkaldırı olan Bacon İhtilali patlak verdi. Virginia’daki yerleşimcilerle Susquehannock Kızılderilileri arasındaki bir çatışma ilk kıvılcımı oluşturdu; fakat kısa bir süre sonra, sıradan çiftçiler, büyük çiftlik sahiplerinin zenginliği ve ayrıcalığı ve Virginia Valisi William Berkeley ile karşı karşıya geldiler.

Tütün fiyatlarının düşüklüğünden ve yaşam koşullarnın ağırlığından yakınan küçük çiftçiler, kısa bir süre önce İngiltere’den gelmiş olan Nathaniel Bacon’un çevresinde toplandılar. Berkeley, Bacon’a Kızılderililere karşı baskın düzenleme görevi vermeyi reddetti; ancak, 1661’den beri değişmemiş olan Temsilciler Meclisi (House of Burgesses) için yeni seçimler yapılmasını onayladı.

Berkeley’in emirlerine karşı çıkan Bacon, dost Ocaneechee kabilesine karşı bir saldırı başlattı ve kabileyi hemen hemen yok etti. Eylül 1676’da Jamestown’a dönerek kenti yaktı ve Berkeley’i kaçmak zorunda bıraktı. Eyaletin büyük bir kesimi artık Bacon’un yönetimi altındaydı. Ancak, Bacon’un zafer günleri uzun sürmedi ve bir ay sonra geçirdiği bir humma sonucu öldü. Bacon olmayınca isyan da canlılığını yitirdi. Berkley yeniden yönetimi eline geçirdi ve Bacon yandaşlarından 23’ünü astı.

Kral II. Charles’in 1660’ta yeniden tahta geçirilmesiyle İngilizler yeniden Kuzey Amerika ile ilgilenmeye başladılar. Kısa bir süre içerisinde Carolinalarda ilk Avrupalı yerleşim birimleri kuruldu ve Hollandalılar New Netherland’dan uzaklaştırıldılar. New York, New Jersey, Delaware ve Pennsylvania’da mülke dayalı yeni koloniler kuruldu.

Hollanda yerleşim birimleri, genel bir kural olarak, Avrupa’dan atanan otokrat valiler tarafından yönetiliyordu. Yıllar geçtikçe yerel halk onlardan uzaklaşmıştı. Bunun sonucu olarak, İngiliz koloniciler Long Island ve Manhattan’daki Hollanda topraklarına tecavüze başlayınca, halk tarafından beğenilmeyen vali onları savunma için toparlamayı başaramadı. New Netherland 1664’te düştü. Teslim olma koşulları ise ılımlıydı: Hollandalı yerleşimciler mülklerini koruyabilecek ve istedikleri gibi tapınabileceklerdi.

Günümüzde kuzey North Carolina’yı oluşturan bölgenin kıyıları açığındaki Albemarle Boğazı, daha 1650’lerden başlamak üzere, Virginia’dan gelen yerleşimcilerle dolmaktaydı. Yerleşim birimin ilk valisi 1664’te geldi. Günümüzde bile uzakta kalmış bir bölge sayılan Albemarle’daki ilk kent, 1704’te bir Fransız Hügenot gurubu gelinceye kadar kurulmadı.

1670’te, New England ve Antillerdeki Barbados adasından hareket eden ilk göçmenler, şimdi South Carolina’nın Charleston kenti olan yöreye geldiler. Yeni koloni için, İngiliz filozofu John Locke’nin da katkıda bulunduğu, ayrıntılı bir hükümet sistemi hazırlandı. Sistemin önemli özelliklerinden biri, kalıtsal bir asalet uygulamasına yönelik başarısız girişim oldu. Koloninin en az çekici olan yönü ise, ilk yıllarda uygulanan Kızılderili köle ticareti idi. Ancak zaman geçtikçe, kereste, pirinç ve çivit, koloni için daha saygın bir ekonomik temel oluşturdu.

Massachusetts Körfezi, dinsel temellerle yönetilen tek koloni değildi. Zengin bir Quaker ve II. Charles’in dostu olan William Penn’e, 1681’de Delaware Nehri’nin batısında, sonradan Pennsylvania adını alan, geniş bir arazi verildi. Penn, bu araziye yerleştirmek amacıyla İngiltere’den ve Avrupa kıtasından çok sayıda protestan - Quaker, Mennonite, Amish, Moravian ve Baptist - topladı.

Penn bir yıl sonra geldiğinde, Delaware Nehri kıyılarında Hollandalı, İsveçli ve İngiliz yerleşimci yaşamaya başlamış bulunuyordu. Orada Philadelphia’yı, “Kardeşçe Aşk Kenti”ni kurdu.

Penn inançları uyarınca, o zamanlar başka Amerikan kolonilerinde pek görülmeyen bir eşitlik duygusu çerçevesinde davranıyordu. Bu nedenle, Pennsylvania’da yaşayan kadınlar, Amerika’nın diğer yörelerindekilerden çok önce haklarına kavuştular. Penn ve yardımcıları, koloninin Delaware Kızılderilileriyle olan ilişkilerinde de çok dikkatli davrandılar ve Avrupalıların yerleştiği her arazi parçası için onlara ödeme yapılmasını güvence altına aldılar.

Kurulan 13 koloninin sonuncusu olan Georgia’ya 1732’de yerleşildi. İspanyol Floridası’nın sınırları içinde bulunmamakla birlikte ona çok yakın olan bu bölgenin, İspanyol saldırılarına karşı bir tampon görevi yapması düşünülmüştü. Koloninin benzeri bulunmayan bir başka niteliği daha vardı: Georgia’daki istihkam işleri ile görevlendirilen General James Oglethorpe bir reformcuydu ve bilinçli olarak, yoksullara ve eski mahkumlara yeni fırsatlar tanınmasına yönelik bir barınak yaratmaya başladı.

YERLEŞİMCİLER, KÖLELER VE HİZMETKARLAR

Amerika’da yeni bir yaşam kurmakla pek ilgilenmeyen kişiler, çok kez müteşebbislerin uyguladığı ustaca yöntemler sonucunda, Yeni Dünya’ya gitmeye ikna ediliyorlardı. Sözgelimi William Penn, Pennsylvania kolonisine yeni gelecek olanları bekleyen fırsatların reklamını yapıyordu. Yargıçlar ve hapishane yetkilileri, mahkumlara, tutuklu kalmak yerine Georgia gibi kolonilere göç etme şansı tanıyorlardı.

Buna karşın, pek az kolonici, yeni ülkede yaşama başlamak için, ne kendilerinin ne de ailelerinin yol parasını karşılayabilecek durumdaydı. Belirli durumlarda gemi kaptanları, yoksul göçmenlerle ilgili hizmet sözleşmeleri - bunlara sözleşmeli hizmetkar deniliyordu - satarak büyük ölçüde ödüllendiriliyorlar ve gemilerini alabildiğince yolcuyla doldurmak için sınırsız vaadlerden adam kaçırmaya kadar her türlü yöntem kullanılıyordu.

Belirli durumlarda da, yol ve geçim giderleri, Virginia ve Massachusetts Körfezi benzeri koloni şirketlerince karşılanıyordu. Buna karşılık sözleşmeli hizmetkarlar, bu şirketler için, genellikle dört yıldan yedi yıla kadar, sözleşmeli işçi olarak çalışmayı kabul ediyorlardı. Bu dönemin sonunda serbest kaldıklarında onlara “özgürlük tazminatı” veriliyor, bazan buna ufak bir arazi parçası da ekleniyordu.

New England’ın güneyindeki kolonilerde yaşayan yerleşimcilerin yaklaşık yarısının Amerika’ya bu yöntemle geldikleri sanılmaktadır. Bunların çoğunun yükümlülüklerini sadakatle yerine getirmelerine karşın, bazıları da işverenlerinden kaçtılar. Yine de pek çoğu, sonuçta, ya ilk yerleştikleri kolonide ya da komşu kolonilerde arazi sahibi olmayı ve evlerini kurmayı başardılar. Amerika’daki yaşamına bu yarı-bağımlılık yoluyla başlayan ailelere, toplumda hiçbir zaman aşağılayıcı gözle bakılmadı. Her kolonide, eskiden sözleşmeli hizmetkarlık yapmış önderler bulunuyordu.

Bu yaklaşımın çok önemli bir istisnası vardı: Afrikalı köleler. İlk siyahlar, Jamestown’un kuruluşundan hemen 12 yıl sonra, 1619’da Virginia’ya getirildiler. Başlangıçta bunların çoğuna, ileride özgürlüklerini kazanabilecek sözleşmeli hizmetkarlar olarak bakılıyordu. Buna karşın 1660’larda, Güney kolonilerindeki büyük çiftliklerde işçi talebi arttıkça, anılan yerlerde kölelik kurumu kökleşmeye başladı ve Afrikalılar, istekleri dışı ömür boyu hizmet yapmak için zincire vurularak Amerika’ya getirildiler.

ANASAZİLERİN KALICI SIRRI

Colorado ve New Mexico’nun engebeli “mesa”larında ve “kanyon”larında kurulmuş olan, zamanla aşınmış pueblolar ve çarpıcı “uçurum kentleri”, Kuzey Amerika’nın ilk halklarından olan Anasazilerin (Novajo dilinde “ihtiyarlar” anlamına gelen bir sözcük) yerleşim alanlarıdır.

MÖ 500 yılında, Anasaziler Kuzeybatı Amerika’daki belirgin ilk köylerden bazılarını kurmuş olup avlanıyor ve mısır, kabak ve fasulye yetiştiriyorlardı. Anasaziler yüzyıllar boyunca kalkınarak gelişmiş barajlar ve sulama ağları kurdular; başarılı ve belirgin bir çömlekçilik geleneği yarattılar; günümüz Birleşik Devletleri’ndeki en çarpıcı arkeoloji alanları arasında bulunan çok odalı ve karmaşık yerleşim birimlerini sarp uçurumların kayalık yüzlerine oydular.

Buna karşın, 1300’e gelindiğinde Anasaziler, tekrar dönmeyi düşünmüş gibi, çömleklerini, aletlerini ve hatta giysilerini geride bırakarak yerleşim bölgelerini terk etmişler ve sanki tarihin derinliklerinde kaybolmuşlardı. Vatanları, Navajolar ve Uteler gibi yeni kabileler ve daha sonra da İspanyol ve diğer Avrupalı yerleşimciler gelinceye kadar bir yüzyıldan fazla boş kaldı.

Anasazilerin tarihi, yaşamak için seçtikleri güzel fakat haşin yöreye sıkı sıkıya bağlıdır. Toprakta kazılmış basit çukur-evlerden oluşan ilk yerleşim birimleri, giderek toplantıların ve dinsel ayinlerin yapıldığı yeraltı mağaralarına (kiva) dönüştü. Sonraki kuşaklar, kare biçiminde taş pueblolar yapmak için duvarcılık teknikleri geliştirdiler; fakat, Anasazilerin yaşam biçimindeki en çarpıcı değişiklik, hala bilinmeyen nedenlerle, tepesi düz mesaların dik yamaçlarında oydukları şaşırtıcı ve çok katlı yerleşim birimlerine geçmeleri oldu.

Anasaziler, yüzyıllar boyunca çok yavaş değişime uğrayan bir komün toplumu olarak yaşadılar. Bölgedeki diğer halklarla ticaret yaptılar; ancak, savaştıklarını gösteren kanıtlar çok az ve uzun zaman aralıklıdır. Anasazilerin dinsel önderleri, diğer önde gelen kişileri ve usta sanatçıları bulunmasına karşın, toplumsal ya da sınıfsal ayırımlar hemen hemen hiç yoktu.

Uçurum yerleşimlerinin kurulmasında ve sonuçta terk edilmesinde kuşkusuz dinsel ve toplumsal nedenler rol oynamıştır; fakat, koşulların giderek kötüleştiği bir ortamda, olasılıkla besin sağlama çabaları önde gelen etken olmuştur. Nüfus arttıkça, çiftçiler mesalarda daha geniş alanları ekmeye başlamışlar, böylelikle bazı topluluklara pek az toprak kalmış, bazıları da mesaların üstünü terk edip uçurumlara yerleşmişlerdir. Yine de Anasaziler, sürekli kullanma yüzünden toprağın verimliliğini yitirmesini durduramadıkları gibi bölgede zaman zaman görülen kuraklığa da dayanamamışlardır. Sözgelimi, ağaçlardaki yaş çemberlerinin incelenmesinden anlaşıldığına göre, 1276’dan 1299’a kadar 23 yıl süren kuraklık, son Anasazi guruplarının kesin olarak bölgeden ayrılmalarına yol açmıştır.

Anasaziler atalarının topraklarını terk etmekle birlikte tümüyle yok olmamışlardır. Mirasları, geride bıraktıkları çarpıcı arkeolojik kalıntılarda ve torunları olan Hopiler, Zuniler ve diğer Pueblo halklarında yaşamaktadır. Kaynak: http://ankara.usembassy.gov

Bilim : Felsefe - Bilim Felsefesi

Bilim felsefesi hakkında bilgi
(Os. İlim felsefesi, Fr. Philosophie de la science) Bilimin yapısını, amacını, koşullarını araştıran felsefe dalı... "Bilim felsefesinin amacı, bilimi anlamaktır"
Bilim felsefesi (Os. İlim felsefesi, Fr. Philosophie de la science) bilimin yapısını, amacını, koşullarını araştıran felsefe dalı... "Bilim felsefesinin amacı, bilimi anlamaktır" (Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, İstanbul 1973, s. 7). Özel olarak Ernst Mach'ın felsefesi de bu adla anılır. Bilim felsefesi, bilgibilim ya da bilgi kuramıyla yakından ilişkilidir. Bk. Bilim, Felsefe, Bilgi Kuramı, Machisme.

Bilim felsefesi, bilimsel araştırma sürecinin, gözlem kuralları, usavurma örüntüleri, gösterim ve ölçme yöntemleri, metafizik önvarsayımlar gibi öğelerini aydınlatan ve bu öğelerin geçerlilik temellerini biçimsel mantığın, pratik metodolojinin ve metafiziğin bakış açısıyla değerlendiren felsefe dalı. Bilim felsefesini belirtmek için, kara Avrupa'sında zaman zaman "epistemoloji" ( Yunanca episteme: "bilgi, bilim") terimi de kullanılır (bak. bilgi felsefesi). Günümüzdeki biçimiyle bilim felsefesi, felsefenin öteki dallan gibi belirtik çözümleme ve tartışmaya dayalı bir disiplindir. Bilim felsefesi ile etik, mantık ve bilgi felsefesi arasındaki sınırlar, genellikle bu disiplinlerin tanımına göre değişir. Örneğin bilimsel hipotezlerin geçerliliğinin felsefi açıdan irdelenmesi ile tümevanmsal mantığın biçimsel analizini birbirinden bütünüyle ayırmak ya da kuram ve gözlem konusunda bilim felsefesi kapsamında yürütülen tartışmayı bilgi felsefesinden ayırmak çok güçtür. Bu nedenle bilim felsefesini ayrı bir disiplin saymayan ve bilgi felsefesinin bir kolu olarak gören düşünürler de vardır.

Bilim felsefesi alanındaki sorunları inceleyen düşünürler, tarih boyunca konuya hem varlık felsefesi ( ontoloji), hem de bilgi felsefesi açısından yaklaştılar. Çünkü bir yandan bilimsel kuramlarda hangi tür öğelerin ya da kuramsal terimlerin yer alması gerektiğini, öte yandan da bu öğelerin ne tür bir varlık ya da nesnel konum taşıdığını tartışmak zorundaydılar. Bu sorunları belirtik biçimde tartışan ilk düşünürler Platon ile Aristoteles'ti. Platon'a göre, ussal bir doğa biliminin sonul bileşenlerinde bulunması gereken kalıcı anlaşılabilirliği ancak matematik sağlayabilirdi. Gezegenlerin hareketleri, üç boyutlu geometriden elde edilen kuramsal yapılarla açıklanmalıydı; madde fiziğinin konusunu da gene temel geometrik biçimleri taşıyan atomlar oluşturuyordu. Platon'un bu yaklaşımı günümüze değin etkisini sürdürecekti. Buna karşılık Aristoteles'e göre, doğanın sonul öğeleri, genel ve soyut matematiksel biçimler değil, deneyimin olağan akışı içinde algılanabilen daha özgül varlıklar ya da birimlerdi. Ama kuramsal çıkarımlar gene tümdengelim yolunu izlemeliydi.

Helenistik ve İslam uygarlıkları ile ortaçağda bilimsel yöntem ve açıklamanın anlaşılmasında çok az adım atıldı. Ortaçağdaki egemen yaklaşıma göre, insanın anlama yetisi Tanrı'nm aydınlatmasına bağımlıydı. Bilimsel bilginin güvencesi, yönteminin üstünlüğünde değil, güvenilirliğini sağlayan Tanrı kayrasındaydı. 16 ve 17. yüzyıllarda da eğitimin giderek laikleşmesine karşın felsefe ve ilahiyat arasındaki bağlar hemen kopmadı. Ama bilimsel yöntemle ilgili tartışmalar giderek bağımsız, bilimdeki gelişmelere koşut bir nitelik kazanıyordu. Francis Bacon ile Rene Descartes'ın ortak amacı, insan zihninin gelişmesi için yeni bir yöntemi apaçık ortaya koymak, bilimin izleyeceği ussal işlem basamaklarını temelsiz varsayımların yükünden kurtarmaktı. Bacon, skolastik düşüncenin Aristoteles'in mantık sistemine beslediği tartışılmaz güvene karşı çıkarak, doğrudan deneyime dönme çağnsında bulunuyor, Descartes ise 16. yüzyıl hümanistlerinin şüpheciliğine yönelik bir tepkiyle, doğayla ilgili her türlü kesin bilginin uyması gereken kalıp olarak matematiği öneriyordu. Descartes'a göre fiziğin görevi, Eukleides geometrisinin alanını yeni aksiyomlar, tanımlar ve postulatlar ekleyerek genişletmekti. Hareket, magnetizma ve ısı kuramları ancak böylelikle matematiğin zorunluluk düzeyine ulaşabilirdi.

17. ve 18. yüzyıllarda bilim adamlarının hemen hiçbiri Bacon'ın ya da Descartes'ın önerdiği programlara tıpatıp uymadı. Ama klasik fiziğin kurucusu Sir Isaac Newton'ın gerçekleştirdiği bireşim, bilim felsefecilerinin kullandığı terimle varsayımsal tümdengelimli yöntemin(
) klasik döneme egemen olmasıyla sonuçlandı. Buna göre bilimsel kuram, deneysel olguların, az sayıda genel ilke ve tanımdan yola çıkarak tümdengelim yoluyla açıklandığı matematiksel bir sistem olmalıydı. Bu yöntem, başlangıçtaki genel ilke ve tanımların kesin olarak temellendirilebileceği savından vazgeçerek Descartes'ın konumundan da uzaklaşıyordu.

18. yüzyılda deneyci ve usçu filozoflar arasındaki tartışmanın odak noktası, Newton'ın bu bireşimi nasıl gerçekleştirdiği oldu. Deneyciler, Newton'ın kuramının tümdengelime dayalı kusursuzluğunu açıklayamıyor, usçular ise Newton'ın sisteminin matematiksel bakımdan biricik olduğunu kanıtlayamıyordu. Eukleides'in geometri sistemi dışında da almaşık sistemler geliştirilebileceği 1733 ve 1766'da iki kez kanıtlandı. Immanuel Kant'ın eleştirel felsefesi, usçuluk ile deneycilik arasındaki bu karşıtlığı aşmayı amaçlıyordu. Kant'ın transandantal yöntem olarak adlandırılan yaklaşımına göre, insan bilgisi zihnin kategorik yapısını yansıtıyordu. Eukleides geometrisinin ve Newton fiziğinin kullandığı kavramlar, insanın gerçek deneyimine uyan biricik kavramlardı. Bunun nedeni, söz konusu kavramların deneysel uygulanabilirliğinin apaçık olması ya da sağlam bir tümevarım temeline dayanması değildi; iki türlü güvence de yoktu. Ama bilim adamı, deneysel olarak uygulanabilir açıklamalardan oluşan bağdaşık, ussal bir sistemi ancak Eukleides'in ve Newton'ın kavramları çerçevesinde kurabilirdi: Eukleides'in aksiyomları yalnızca bilim için zorunlu değildi; bu aksiyomlar, daha bilim-öncesi düzeyde, duyusal deneyimin bağdaşık ve anlaşılabilir biçimde ussal olarak düzenlenmesini sağlayan temel bilişsel yapılardı.

Yaklaşık bir yüzyıl boyunca bilim felsefecileri Kant'ın ortaya attığı sorunları tartışmanın ötesine geçemediler. Ancak 19. yüzyılın sonlan ile 20. yüzyılın başlarında Newton sisteminin tartışılmazlığı sorgulanmaya başladı. Ernst Mach, Heinrich Hertz, kuvan-tum fiziğinin kurucusu Max Planck, Pierre Duhem ve başkaları bilim felsefesinde 20. yüzyıla damgasını vuracak yeni bir aşamanın öncüleri oldular. Gene Kant'ın yolunu izleyen bu düşünürler, insanın kuramsal savlanndaki fiziksel zorunluluk öğesi, kuramları oluşturan zihinsel etkinliği yansıttığına göre, atomların, kuvvetlerin, elektronların vb ne ölçüde gerçek olduğu, zihnin kuramsal ilkelerinin bilişsel konumunun ve mantıksal geçerliliğinin ne olduğu gibi sorulan ortaya attılar. Ampiriokritisizmin kurucusu Ernst Mach ve Richard Avenarius, her türlü bilginin ancak duyu izlenimlerine dayandığı sürece bilimsel değer taşıyacağını öne sürerken, Max Planck, dış dünyanın kalıcı gerçekliği yadsındığı sürece, bilimlerin kuramsal gelişmesi yönünde hiçbir dürtünün kalmayacağını savunuyordu.

20. yüzyıl başlarındaki bilimsel gelişmeler, bilim felsefesinin ayn bir felsefe dalı biçiminde aynşmasının ortamını hazırladı. Einstein'ın görelilik kuramının, eski geometri sistemlerini ve fizik yasalannı zaman ve uzay arasında yeni kavranan bağlantılar açısından irdelemesi, kuvantum fiziğinin de bu yasalara belirsizlik ilkesine dayalı istatistiksel bir yorum getirmesi, Eukleides ve Newton sistemlerinin varlık ve bilim felsefeleri düzeyindeki temellerine ağır bir darbe indirdi. Yeni geometri sistemlerinin, doğa olaylarının bilimsel açıklamasında bağdaşık bir deneysel uygulama alanı olabileceği bu gelişmelerle kanıtlandı. Artık Kant'ın temel varsayımlan sorgulanabilirdi. Gerek 1920'lerde Viyana Çevresi'nin(
) geliştirdiği mantıksal olguculuk (ya da mantıksal deneycilik) akımının, gerek hemen aynı dönemde İngiltere'de Bertrand Russell ve G.E. Moore gibi düşünürlerin duyu verileri ve mantıksal yapılar üzerinde geliştirdiği bilgi felsefesi kuramlannın kaynağında Mach'ın öğretileri yatıyordu.

Viyana'da düzenli olarak toplanan ve çoğu aynı zamanda bilim adamı olan Otto Neu-rath, Hans Hahn, Viktor Kraft, Rudolf Carnap, Philipp Frank, Hans Reichenbach gibi bir grup düşünürün Moritz Schlick'in önderliğinde geliştirdiği mantıksal olguculuğa göre bilimsel kuram, bazı yalın gözlem verilerine (protokol önermelerine) dayanmalıydı. Felsefenin görevi, bilimin kendine özgü yöntemlerle geliştirdiği kuramları, aralarındaki bağlantılar mantık aracılığıyla açığa çıkanlmış önerme sistemleri biçiminde yeniden kurmak, böylece de kuramın sınanması için ondan mantıksal olarak türetilecek bazı varsayımlar elde etmekti. Bu varsayımlar gözlem ve deneme yoluyla doğrulanırsa kuram temellendirilmiş olur, yan-lışlanırsa çürütülmüş sayılırdı. Bilimsel bilgiyi öteki bilgi türlerinden, özellikle de metafizikten ayıran da buydu: Bilim, gözlem ve deneme yoluyla "doğrulanabilir" önermeler sağlıyor, metafizik ise gözlem ve deney konusu edilemeyen, dolayısıyla ne doğrulanabilecek ne de yalanlanabilecek, yani anlamsız önermelerden oluşuyordu. Viyana Çevresi düşünürleri, bu görüşlerini, "bilimlerin birliği" düşüncesi çerçevesinde geliştirdiler.

Deneyci ya da olgucu çizgiye en güçlü tepki Yeni-Kantçı okuldan geldi. Bu okul, almaşık bilimsel kuramları kesin mantık yöntemleri aracılığıyla temellendirmek ya da elemek için gerekli tarafsız kuramsal ilkeleri belirleme olanağını sorguladı. Yeni-Kantçı çizginin öncüleri Heinrich Hertz ve Ludvvig Wittgenstein gibi bilim adamı ve düşünürler, olguların açıklanmasında tasarımların ve modellerin işleviyle ilgili sorunları tartıştılar. Hertz, örneğin Newton dinamiğinin biçimsel bir tasarımından mantık yöntemleriyle çıkarsanabilecek deneysel vargıların, ancak ilgili olguların, kuramdan türetilen terimlerle betimlenebilmesi durumunda geçerli olabileceğini gösterdi. Wittgenstein, Hertz'in çözümlemesini genişletti ve dili, olguları tasarımlamanın bir aracı olarak ele alan genel bir felsefi dil kuramı geliştirdi.

Müzik : Çığırtma

Çığırtma hakkında bilgi
Üflemeli bir çalgıdır. Çığırtma, kartalın kanat kemiğinden yapılır. Daha çok çobanlar tarafından kullanıldığı bilinen bu çalgı, günümüzde unutulmaya yüz tutmuş çalgılardandır. Altısı üstte birisi altta olmak üzere toplam yedi tane ezgi perdesi vardır. Boyu yaklaşık 15-30 cm. kadardır.
Ü flemeli bir çalgıdır. Çığırtma, kartalın kanat kemiğinden yapılır. Daha çok çobanlar tarafından kullanıldığı bilinen bu çalgı, günümüzde unutulmaya yüz tutmuş çalgılardandır.

Altısı üstte birisi altta olmak üzere toplam yedi tane ezgi perdesi vardır. Boyu yaklaşık 15-30 cm. kadardır.

Edebiyat : Güzel Sanatlar

Edebi sanatlar (ek) hakkında bilgi
Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Bir teşbih'te dört öğe bulunur:
Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan.

Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan.
Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerin
S özü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Bir teşbih'te dört öğe bulunur:
Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan.
Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan.
Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak nitelik.
Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük.
Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır. Dört öğenin de bulunduğu teşbihe teşbih-i mufassal (ayrıntılı benzetme), benzetme yönü bulunmayan teşbihe teşbih-i mücmel (kısaltılmış benzetme), benzetme ilgeci bulunmayan teşbihe teşbih-i müekked (pekiştirilmiş benzetme) ve benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbihe de teşbih-i beliğ (yalın benzetme) denir.

Pipes Output

Blog Archive

etiket bulutu

Widget edited by Davut Erarslan