revizyon ile organize matbaacılık brnckvvtmllttrhaberi

Bilgisayar : Internet Explorer - Internet Explorer 8

Internet Explorer 8 sonunda yayınlandı

Microsoft tarafından geliştirilen ve en çok kullanılan internet tarayıcı Explorer'ın yeni sürümü yayınlandı. İlk yayınlanan diller arasında Türkçe de var.19 Mart 2009 19:40

Internet Explorer 8 uzunca bir beta sürecinin ardından tam sürüm olarak yayınlandı. Aşağıdaki bağlantıya tıklayarak yenilenmiş bir internet deneyimi yaşayabilirsiniz.

Burada bulacağınız indirme bağlantısı Internet Explorer 8'in Türkçe sürümü için. Microsoft bu konuda bizi yanıltmadı ve birinci öncelik sırasındaki diller arasında Türkçe'ye de yer verdi.

İndirin:: Internet Explorer 8 Türkçe Windows XP 32 bit:: Internet Explorer 8 Türkçe Windows Vista 32 bit:: Internet Explorer 8 Türkçe Windows Vista 64 bit

:: Yeni sürüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Berkin Bozdoğan - http://shiftdelete.net


19 Mart 2009 Perşembe | etiket | 0 comments [ Devamını Oku ]

Yemek Tarifleri : Tatlılar - Acıbadem Tatlısı

MALZEMELER
1 çorba kaşığı tereyağ (yada margarin)
2 su bardağı süt
yarım su bardağı toz şeker
yarım çubuk vanilya
200 gr acıbadem bisküvisi
yarım limon
3 yumurta

6 Kişilik

HAZIRLANIŞI
İçine çubuk vanilyayı koyduğunuz sütü ıstın. Sonra vanilya çubuğunu çıkarın, kurulayıp
kaldırın. Diğer birr kapta toz şekerle yumurtaları çırpın ve karıştırarak bir kerede vanilyalı sütü ilave edin.
Mikserde acıbadem bisküvilerini toz haline getirip karışıma katın Daha sonra da limon suyunu ekleyin.
18-20 cm. çapındaki bir kalıbı yağladıktan sonra acıbademli kremayı dökün. Önceden ısıttığınız 180 derecelik fırında 45 dakika kadar benmari usulü pişirin. Bıçağın ucunu tatlıya batırarak pişip pişmediğini kontrol edin. Bıçağın ucu temiz çıkarsa tatlınız pişmiş demektir.
Pudingi soğuttuktan sonra buzdolabına koyun çıkarıp servis tabağına alın.
Dilerseniz süsleyip, servis yapın.

Yemek Tarifleri : Bahçıvan Kebabı

Bahçıvan Kebabı
2 Kasım 2008 Yorum Yok
Bahçıvan Kebabı

Malzemeler
750 gr kuşbaşı but eti
3 adet domates (kabuğu soyulmuş, fındık büyüklüğünde doğranmış)
2 adet iri patates
2 çorba kaşığı margarin
2 adet havuç
2 adet soğan (küçük doğranmış)
1 1/2 su bardağı su
tuz, kara biber, kekik

Hazırlanışı
Bir tencerede margarini eritin. Soğanı ekleyerek biraz kavurun.

Etleri ekleyin etler saldıkları suyu çekene kadar karıştırarak kavurm Aya devam edin.

su, havuç, tuz, biber ve kekiği ekleyin. iyice karıştırın.

Küp şeklinde doğranmış patatesleri ekleyin.

Etler ve sebzeler iyice yumuşayınc aya kadar pişirip, sıcakken servis edin.

Yemek Tarifleri : Tatlı - Aşure Nasıl Yapılır?

Aşure Nasıl Yapılır
17 Aralık 2008 Yorum Yok
Aşure Nasıl Yapılır

Malzemeler
2 su bardağı Buğday
1 su bardağı Nohut
1 su bardağı Kurufasulye
1 su bardağı kuru Üzüm
1 su bardağı İncir
1 su bardağı kuru Kayısı
1/2 su bardağı fıstık
4 su bardağı Şeker
1 yemek kaşığı karanfil
10 - 15 su bardağı Su

Süsleme için
1 su bardağı kuş üzümü
Çekilmiş ceviz içi, Antep fıstığı
Tarçın, nar taneleri

Yemeğin Tarifi
buğday, fasulye, nohut ve üzümü yıkayıp ayrı kaplarda bir gece önceden ıslatın. Ertesi gün buğd ayı süzüp büyük bir çelik tencereye alın. 15 su bardağı su ekleyip kaynatın. Üzerinde biriken köpüğü bir kevgirle alıp tencerenin kapağını kapatın ve 30 dakika kaynatın. fasulye ve nohutu süzüp ayrı kaplarda haşlayın.

Buğd Ay taneleri iyice yumuşayınc Aya kadar yaklaşık 4.5 saat kısık ateşte arasıra karıştırarak pişirin. Buğd ayın suyu un çorbası kıvamına gelmek üzereyken nohut ve kuru fasulyeyi ekleyin. İyice kaynatın. Ardından sırasıyla fıstık, kuru üzüm, karan Fil ve dörde bölünmüş kuru kayısıyı ilave edip karıştırın. Birkaç taşım kaynatın. Son olarak şekeri ekleyip 5-10 dakika kaynattıktan sonra incirleri katın ve bir taşım kaynatıp, ateşten alın.

Aşure piştikten sonra sıcakken kaselere boşaltın. Soğuyunca üzerini ceviz içi, Antep fıstığı, kuş üzümü, tarçın ve nar taneleri ile süsleyerek servis yapın. İsteğe bağlı olarak gülsuyu da serpebilirsiniz.

.

Kitap Özetleri : Roman - Nur Baba Romanının Özeti

Nur Baba romanının özeti
16 Aralık 2008 Yorum Yok
Nur Baba romanının özeti

Nur Baba romanı bir Bektaşi şeyhiyle genç bir muhibbesi arasındaki aşkın hikayesidir. Roman bu aşkın sahnesini çizen bir dekorla başlamaktadır. Nur Baba dergahı istanbul’un yedi tepesinden birinde bulunmaktadır. Her zamanki ilahili, neyli, sazlı ve içkili dem alemlerinden birine sahne olmaktadır. Bu Alemler sabaha kadar sürmekte ve sofrallar çoğunlukla bir tekme ile devrilmektedir.

Romanın birinci kısmında merkez Nur Baba’dır. Nur Baba söz konu su dergahın şeyhidir. Hırslı ve hoppa bir genç olan şeyh eski bir aşkını değiştirmek üzeredir. Bu eski aşkı Ziba hanım adlı Boğaziçi’nin eski şiir ve zevkinden kopup gelen bir kadındır. Ziba hanım istanbul’un eski ve namlı ailelerinden birine mensuptur. Babası Apdülaziz devrinin zenginlerinden Safa Efendi isimli bir zattır. Çamlıca’daki köşkünde tantana ile yaşamaktadır.

Tekkelerde hiçbir mürşidin yanıbaşı Ziba hanım’a Nur Baba’nınki kadar haz verici gelmemiştir. Nur Baba’ya şöhretini kazandıran Ziba hanımdır. ikisi arasında zamanında çok ateşli olan bu aşk artık küllenmeye Yüz tutmuştur. Nur Baba erenler meclisinde daima yanarken, aynı zamanda daima hükmetmektedir. Etrafı gençlerden, ihtiyarlardan, kadın ve erkeklerden oluşan dindar ve gönlü yaralı bir aşık al ayı ile çevrilmiştir.
Nur Baba çocukken bu dergahın aslı belli olmayan, cılız bir sığıntısıdır. Muhitler arasında «Nuri» diye çağırılmaktadır.

Çocukluğu hastalıklı ve çirkindir. Dergahın sahibi olan Arif Baba’nın ölümünden sonra Arif Baba’nın karısı Celile bacı ile evlenir. Celile bacı onu seven üç önemli kadından biridir. Ciddi,düzenli ve ağır başlıdır. Nur Baba üzerindeki etkisi büyüktür.

Nur Baba, Ziba Hanım’ın yeğeni Nigar Hanımın da kendi aralarına katılmasını istemekte, fakat Ziba hanım buna şiddetle karşı çıkmaktadır. Nigar ile karşı karşıya geldiği zaman değişken devreyi atlatmış, sabit ve olgun bir Bektaşi şeyhidir, Nur Baba. Gür ve siyah sakalı ona olgun bir erkek görünümü kazandırmaktadır.

Nigar’ı elde edebilmek için çeşitli aşk oyunlarına ve hilelerine baş vurmuştur. Maddi kadınları istila etmekte, hükmeden marurların karşısında şimarık çocuk rolü oynamaktadır. Nigar’ı ise diller dökerek, çeşitli ağlamalar yaparak; mey ve şarkılarla , bütün sesinin ve bakışının kudretini kullanarak elde etmeye çalışmaktadır. Dini ayinleri de insanları elde etmede bir araç gibi kullanmaktadır.

Nigar, bir sefirin, hayatı herke gibi anlamsız geçen güzel karısıdır. Nişantaşı’da kocasının Akraba ve dostlarıyla çevrili dar ve sıkıcı bir çember içinde gibidir. Nur Baba’yla karşı karşıya geldiğinde yanaklarında gamzeler, çocuk gözleriyle günahın ve tehlikenin karşısındadır. renk renk çıralar yanan bir çevrenin havasını solumuş ve baş döndürücü bir koku ile sarhoş olmuştur.

Nigar, halası Ziba Hanımın da etkisiyle, fakat yanında yakın dostlarından bir genç olan Macit ile beraber tarikata girer ve bektaşi olur. Nur Baba Nigar Hanım’a büyük bir ilgi gösterir. ilk sefer baba tarafından kendisine sunulan demi reddeden Nigar, ikinci defa sunulduğunda çevresindekilerin de uyarılarıyla bunu kabul etmek zorunda kalır.

Zamanla Nigar ile Nur Baba arasında büyük bir aşk doğar. Sık sık mektuplaşırlar. ilk aşıklar gibi Çamlıca tepelerinde, Boğaziçi korularında, Marmara sahellerinde bütün yaz şarkı ile, yan yana oturarak başbaşa dolaşırlar. Hiçbir şeyden çekinmezler. Fakat kışın ilk yağmurları düşmeye başladığı zaman Nur Baba her sene olduğu gibi dergahını kapayıp Üsküdür’daki kışlığına iner. Nigar Hanım da kocasının Nişantaşı’ndaki konağına taşınır.

Artık görüşmeleri, birçok fedakarlıkları gerektiren ve zahmetler doğuran bir ol Ay haline gelmiştir. Nur Baba sonunda Nigar’ı ikna eder. Nigar Hanım evini, kocasını ve çocuklarını terkederek Nur Baba’ya gider. Canını, malını ve rahatını feda eder. Malını dergaha bağışlar.
Fakat beş altı sene gibi kısa bir süre geçirdiği hayat, yirmi dört saat süren dem alemleri, arasız muhabbetler ve Nur Baba’nın yorucu aşkı, kadıncağızı vaktinden evvel çökertmiş, adeta tanınmaz bir hale sokmuş, saçları ağarmış ve sesi o kadar içki ve sigaraya, bağırıp çağırmak, uykusuzluklara dayanamayarak kısılmıştır. Yavaş yavaş babanın yanındaki itibarını kaybetmeye başlar.

Hele Nur Baba’nın dergahın genç ve güzel muhibbelerinden Süheyla ile evleneceğini açıklaması üzerine zavallı kadıncağız büsbütün yıkılır. Nur Baba’ya bağlanmadan evvel en yakın dostu olan Macit ona çocuklarına ve eski yaşantısına geri dönmesi için bir fırsat verirse de, o kendisine uzanan yardım elini kabul etmez ve tekrar Nur Baba dergahına geri döner.

Kişiler ve Karakteristik Özellikleri:

Nur Baba, hırslı ve hoppa genç bir şeyhtir. Şehvetli ağızlı ve süzgün bakışlıdır. Onu erenler meclisinde bazen Ziba hanım ile yaptığı kavgalarla buluyoruz. Erenler meclisine daima hükmetmekte ve sözü daima geçmektedir. Etrafı genç, ihtiyar, kadın ve erkekten oluşan insanlarla çevrilmiştir. Çocukluğu maddi bir aşk etrafında hayat ve meslek kuran bütün adamlarındaki gibi hastalıklı ve çirkindir; bu çocukluk, ne hülya, ne de fantezi ile çizilmiştir.

Sofralar altında muhiblerin ellerini ısıran, çimdikleyen, dehdizlerde bir teke vahşetiyle kadınlara saldıran tüysüz ve sıska genç çok hakiki bir portreye benzetmektedir. Evlendiği gür ve siyah bir sakalla çevrelenen çehresi, süzgün ve halden anlar gözleriyle bu vahşi genç birdenbire olgun bir erkek durumunu alıyor.

Nigar ile karşılaştığında değişken devreyi atlatmış, artık sabit ve olgun bir bektaşi şeyhidir. Aşk oyunlarından çok çeşitli yollara ve hilelere başvurmaktadır. Nur Baba bir ihtiras ve aşk putu, gözleri, sakalı, hatta dudakları ile, vücudunun şekliyle zevke düşkün bir tiptir.
Bu tupu etrafında toplanan kadınlar en Canlı ve istanbul hayatına en düşkün olanlarıdır.

gözlerinin sürmesi, saçlarının sun’i rengiyle pırıl pırıl yanan ihtiyar Ziba Hanım; tombul, telaşlı, dedikoducu Nasip Hanım;«Ah arslan kadın!» diye halanın boynuna sarılan Alhotoz Afife Hanım istanbul’da geçen hayatın motiflerindendir. Üstü başı içki kokan bu kadın, bir dalkavuk tipindedir. Bütün bu safahat meydenında temiz ve sakin kalan tek kadın ciddi ve ağır başlıdır.

Bu kadın, birinci derecedeki Nigar Hanım’dır. Bütün hayatı manasız, herkes gibi geçen Nigar Hanım bir sefirin genç, güzel karısıdır. Bu hayatından sıkılmakta, Bektaşiliğe bir yandan iğrenerer bakarken, öte yandan istekle bakmaktadır. Bir aşk putu gibi olan Nur Baba ile tanıştığında yanaklarında cazip çukurluklarla, berrak çocuk gözleriyle gülen Nigar hayatın manasını, kendi ruhunun derinliğini buluyor. Romanın sonunda en temiz muhitte, en parlak ve berrak bir ruhla yetişen Nigar, adi, hafif, odalık ruhlu bir kadın durumuna düşmüştür. Bütün bu kadın tipleri ve Üsküdarlı ihtiyar Nuriye Hanım da dahil olmak üzere istanbul kadınlığının kudretli bir sanatçı tarafından çizilmiş simalarıdır.
Erkekler hep sönük ve solgundur. Mir alay Hamdi Bey, Udi Niyazi ve diğerleri hiç hatırda kalmıyan tiplerdir. Macit ise edebiyatın biraz daha yeni olan tipidir.macit Nigar’ın bir arkadaşıdır. iyi günlerinde ona destek olduğu gibi, kötü günlerinde de Nigar’a yardım elini uzatmaktan geri kalmamıştır.

Romanın Adı: DUDAKTAN KALBE
Yazarı : REŞAT NURi GÜNTEKiN

Saip Paşa, izmir’in tanıdığı, sevdiği bir kimsedir. Zaman zamanda belediye Başkanlığına seçilir. Bir yeğeni vardır: Hüseyin Kenan. Dayısının zoruyla mühendis çıkmıştır. Çocukluğunu Bozk Aya bağlarında geçiren Hüseyin Kenan, annesinin dükkanını satıp Avrupa’ya gittikten sonra, müzikteki kabiliyetini önce Batı dünyasına , sonra, buradaki Batı hayranlarına kabul ettirmiştir.

« Şark leyliyyeleri» diye çevrilen «nocturnes orientales» tarzındaki parçalarıyla şöhret yapmıştır. Güzel keman çalar. Dayısının ısrarlarına dayanamayarak birkaç ay için, çocukluğunun geçtiği şehre, izmir’e gelir. Dayısı Saip Paşa, vaktiyle haylaz bir oğlan diye bildiği Hüseyin Kenan’la şimdi övünmekte, ziy afetler tertip ederek bu genç yaşta tanınmış besteciye yakınlığını göstermekten zevk duymaktadır. Bütün bu şatafatlı alemlerden sıkılan Hüseyin Kenan. Bozkaya’ya giderek dinlenmek ister.

Artık eski sefalet günlerinin yerini nisbeten ferahlı bir hayat almıştır. Bozkaya’da, küçük «kınalı yapıncak»la tanışır. Lamia, hafif çilli yüzünden dolayı Hüseyin Kenan’ın kınalı yapıncak dediği kız, annesini, babasını kaybedence, oraya, amcasının yanına gelmiştir. Hüseyin Kenan, evli bir kadın olan Nimet Hanım’a kur yaparken dedikoducu ve dar bir çevre olan semt insanlarına karşı, Kınalı yapıncağın varlığından epey faydalanır.

Her gittikleri yere onu da beraber götürürler ve böylece dedikoduları önlerler. Lamia bu macerayı bilir ve Nimet Hanım evli olduğu için de Hüseyin Kenan’a acır. Hayalinde çocukça, çok acıklı bir macera yaratır. Bunun alelade bir aşk hikayesi olduğunu anlayınca fena halde kırılır.

insanlara, hele çok sevdiği ve gizli gizli kemanını dinlediği Hüseyin Kenan’a karşı bütün güvenini kaybederb bir gece yarısı Hüseyin Kenan, son eserine çalışırken bahçede bir hayal gördüğünü zanneder. Yakaladığı zaman bu beyaz hayaletin, gecelikle dolaşan Lamia olduğunu hayretle görür. Lamia, onun kemanını delice sevmektedir. Böylece, aralarında tuhaf, gizli bir gece arkadaşlığı başlar. Hüseyin Kenan onun gelip çalışmasını dinlemesine müsaade etmiştir.

Yaz bitince, Kenan, istanbul’a, Prens Vefik Paşa’nın Rumelihisarı’ndaki yalısına nakletmiştir. Niyeti kendisine pek bağlı görünen Prenses Cavidan’la evlenmektir. Prenses Mısırdayken, Hüseyin Kenan, yeniden izmir’e döner. Kınalı yapıncak’la, sıca bir yaz günü, havuz başında buluşurlar. Lamia çok güzel bir kız olmuştur. Kızın duygululuğu Hüseyin Kenan’a dokunur.

Aralarında aşka benzer, sevd aya benzer bir yakınlık hasıl olur. Kınalı yapıncak, geceleri odasını içeriden kilitler, pencereden bahçeye atlayarak Hüseyin Kenan’ların bahçesine geçer, saatlerce dolaşırlar, uzun uzun konuşurlar. Fakat bir eğlenti gecesi, herkesin dışarıda olduğu bir sırada, bağ köşkünde, Hüseyin Kenan nihayet zayıf davranır, yenilir ve Lamia’yı elde eder.

Ayrılırlarken ertesi gün annesinin resmen gelip kendisini isteyeceğini bilirdi. Ama ertesi gece, hayatını kendi elleriyle mahvettiğini düşünmekten gelen bir buhranla yatağa düşer. Birkaç gün kendini bilmeden yatar. Lamia’lar da izmir’e inerler. Genç kız Kenan’ın vazife hissinden gelen evlenme teklifini kesin olarak reddeder. Hamileliği üç ayı bulunca artık durumunu gizleyemiyeceğini düşünerek eniştesinin tabancasını alıp intihara kalkışır.

Lamia’yı ölümden kurtarırlar ve kütahya ’da bir akrabanın yanına yollarlar. Hayli ıstırap içinde geçen günlerden sonra, Mebrure adını verdiği kızını orada doğurur. Maceralı günlerden sonra bir binbaşıyla evlenir. Bu sırada kocasının yeğeni doktor Vedat sürgün olarak Kütahya’ya gelir. Kenan’ın Prenses Cavidan’la evlenişini Lamia ondan öğrenir.

Vedat’la aynı odada bir kömür çarpmasına uğramak Lamia’ya yeni bir felaket getirir. Kocasından ayrılır. Vedat onu almak isterse de kız reddeder. Kızıyla istanbul’a, Beylerbeyi’ne gelir. Kısa bir zaman sonra doktor Vedat da istanbul’a döner. Bir gün muayenehanesinde Lamia’yla Hüseyin Kenan’ı birbirlerine tanıştırırken onların zaten tanıştıklarını hatırlar.

Hüseyin Kenan, Lamia’yı sevdiğini geç farketmiş, evlilik hayatında mesut olmamıştır. Vedat’ta misafir olduğu bir gece bütün üzüntüsünü kemanına söyletir. Yine Vedat’ı muayenehanesinde ziyarete gittiği bir gün onun Lamia’yla evleneceğini öğrenir. Vedat Kınalı yapıncakla evlenir. Hüseyin Kenan da intihar eder.

Kişiler ve Karakteristik Özellikleri:

Kenan Bey:

Duyguları ve istekleri hayatını yönlendirmiş bir kişi. Romantik değil. Müziğe karşı hevesli bir mühendis. Bir anlık zevk için genç bir kızın hayatını zehir edebilecek, onunla evlenmeyecek karakterde bir kişiliği var. Gerçekçi değil; acımasız, yüreksiz. Daha sonraları yaptığı hataları anlayarak kendine kahrediyor. Düşündüklerini de gerçekleştiremiyor. Çaresizliklerle hayatına son veriyor.

Lamia Hanım:

Romantik ve aşırı duygusal bir kişiliği var. Hayalperest. Hayatın gerçeklerini acı anılarla birlikte öğreniyor. Saf, temiz ve çok iyi yürekli bir kadın; Kenan’ı da çok seviyor. Annesini ve babasını kaybettikten sonra amcasının anında kalıyor.

Hayatta yüzü hiç gülmemiş, gerektiğinde birçok acılara Göz yummuş sevdiği insan için.

Vedat Bey:

Günlük hayatta rastladığımız iyi yürekli bir insan. Lamia’yı seviyor ve sonunda onunla evleniyor. Romantik sayılabilir. Ama gerçekçi değil. Mesleğinde başarılı bir doktor

Yazarı : YAKUP KADRi KARAOSMANOĞLU

Kitap Özetleri : Mutlu Ölüm kitap özeti

Mutlu Ölüm kitap özeti
17 Aralık 2008 Yorum Yok
Mutlu Ölüm kitap özeti

Patrice Mersault düzenli adımlarla Zagreus’un villasına Doğru yürüyordu. O saatte hastabakıcı pazara çıkar, villa ıssız olurdu. Zagreus pencereye bakıyordu. Kapının önünden yavaşça bir Otomobilin geçtiği duyuldu.
Tabancanın namlusunu sağ şakağının üzerinde hissettiğinde, gözlerini dışarıdan ayıramadı. Ama ona bakan Patrica gözlerini yaşlarla dolduğunu gördü. Gözlerini kapadı. Geriye bir adım attı ve ateş etti.
Artık Zagreus değil di beyimn, kemik,kan kabartısı için yara gözüküyordu yalnızca.

Patrice koltuğun diğer yanına geçerek tabanc ayı onun rline verdi. Şakanın izasın kadar kaldırdı ve düşmesi için bıraktı. Daha sonra hızlı adımlarla yürümeye başladı. Küçük alanın dışandaki bir küme çocok dışında kimseler yoktu.

Nisan ayı olduğu için her taraf cıvıl cıvıldı. havanın bu ışıllığı, gögün bu verimliği altında insdanların tek amacı mutlu bir yaşam sürmekti.
Mersoul tı nın içinde herşey susuyordu. Hızlı adımlarla evine gitti, valizini bir köşeye bırakıp Sakat adamın böyle bir acı içinde olmasını dayanamadığını düşündü. Mersault hastaudı. Üçüncü bir aksırıkla sarsıldı ve ateşten titrediğini hissetti.

Zagreus’un villasının yanındaki küçük alanda öksürdüğü günden bu saate dek, gövdesi kendisinin bütün etkinliklerini titizlikle yürütmüş onu düny Aya açmıştı. Mersault’un içinde karnından başlayıp boğazımna doğru usul usul yol açan çakıltaşı gibi birşey yükseliyordu. Mersault daha hızlı soluk alm aya başlamıştı.

Lucienne’ye baktı rahatça gülümsedi. Kendini yatağında n attı, içindeki usul yüksekliğini duydu. Lucienne’in dolgun dudaklarına ve onun ardındaki toprağın gülümseyişine baktı.
‘Bir dakika ,bir saniye’ sonra diye düşündü. Yükselme durdu ve taşlar arasında bir taş olarak yüeğinin sevinci içerisinde devimsiz dünyaların gerçekliğine dönüştü.

Kitabın Ana Fikri:

insanlar hayatında birçok engellerle karşılasırlar. Bunları yenmek bizim elimizdedir. Durumlar ne olursa olsun hatata sıkı sıkı sarılınmalıdır.
Kitaptaki Ol Ay ve Şahısların Değerlendirilmesi
Mersault :
Mutlu ölümün başkişsidir.
Zagreus :
Yaşlı iki tekerleğe mahkum edilmiş sakat bir kişdir. Villasında bakıcı ile yasamaktadır.
Marthe :
Marseult’un sevğilisidr. Daha sonra Marseult tan ayrılır ve onu Lucienne’ ye kaptırır.
Kitap Hakkında Şahsi Görüşler
Bu roman, hem çağdaş bir yapıt, hem de yazar-yapıt-okur ilişkisinin Göz kamaştırıcı bir örneğidir. Fransız çevirisi olduğu için yabancı Kelimeler vardır.
Yazar Hakkında Bilgi:
1945’te Fransa’da doğdu. Adı Albert Camus’dır. Denizci bir ailenin çocuğudur. Özel öğretmenlerden ingilizce, Yunanca, Latince öğrendi. 1865’te deniz Akademisini bitirdi. ‘Gül’ anlamına gelen Pierre Loti adını Tahitililer taktı.

On iki yıl denizlerde dolaştı. Her gittiği yerin insanlarını, yaşama biçimlerini, tarihini, törelerini yakından tanıma imkanı buldu. Birkaç kez istanbul’a geldi; Türkleri çok sevdi; iyi bir Türk dostu olarak tanındı. istanbul’da bir caddenin Pierre Loti adını taşıması bu sevgi dolayısıyladır
Eserleri
Aziyade, Loti’nin Evlenmesi, Sipahi Aşkı, Madam Krizantem

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Aydınoğulları Beyliği

Aydınoğulları Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Aydınoğulları Beyliği

XIV. yüzyıl başlarında Anadolu Selçuklu imparatorluğumun yıkıldığı sıralarda meydana çıkan Anadolu Beylikleri’nden (Bk. Anadolu Beylikleri) biri. Aydıneli’nin fethi üzerine Aydınoğullarının en büyüklerinde olan Mehmet Bey tarafından kurulmuştur. Aydınoğlu Mehmet Bey (1308— 1334), Ortaçağ islâm-Türk geleneğine uygun olarak hükmettiği yerleri hanedan üyeleri arasında paylaştırmış, kendisi de devlet merkezi yaptığı Birgi’de oturarak “Ulubey” sıfatıyla memleketi yönetmiştir.

Aydıneli beş kısma ayrılmış, her bölgeye Mehmet Bey oğullarım “Bey” olarak atamıştır. Mehmet Bey, büyük oğlu Hızır Şah’a Ayasuluğ ile Sultanhi-sar’ı, Umur Paşa’ya izmir’i, ibrahim Bahadır Bey’e Bodemya’yı, Süleyman Şah’a Tire’yi vermiş, en küçük oğlu isa Bey’i de Birgi’de, yanında alıkoymuştur.

ilk zamanlarda Beyliğin en önemli limanı Ayasuluğ idi, buradaki tersane ve donanma sayesinde deniz seferleri düzenlenmiştir. Umur Bey’in 1328′de sahil izmir’ini ele geçirmesi üzerine Aydınoğullarının denizcilikteki kudretleri artmıştır. Umur Bey’in komutasındaki Aydınoğlu kuvvetleri adalar Denizi’nde (1328), Rumeli, Yunanistan ve Mora bölgesinde birçok akınlar yapmışlar (1333), Epiros despotluğunu yeniden ele geçirmek isteyen Bizans imparatoru Andronikos’un talebi üzerine de yardımda bulunmak amacıyla Arnavutluk’a sefer yapmışlar (1336) ve her seferlerinde çeşitli ganimetlerle döndükten başka Birgi’ye haraç ve cizre verme şartlarını düşmanlarına kabul ettirmişlerdir.

Aydınoğulları Mehmet Bey’in ölümünden (1334) sonra Gazi Umur Bey (1334-1338) başa geçmiştir. Birgi’de Ulubeylik makamında ancak üç gün otura-bilen ve Bahaü’ddîn unvanıyla anılan Gazi Umur Bey, izmir’e çı Karma yapm Aya çalışan Venedik, Rodos, Kıbrıs gemilerinden oluşan istilacıları yenilgiye uğratarak çekilmeye zorlamış, sonra da Saruhanoğlu Süleyman Bey ile birlikte yaptığı Yunanistan ve Mora seferlerinde sayısız tutsak ve ganimetler alarak yeniden izmir’e dönmüştür (1334-1335).

Alaşehir Bizans’a bağlı bulunuyordu. Önceleri Germiyanoğlu I. Yakup Bey’in vergiye bağladığı bu şehir, bu sefer de Aydınoğlu Umur Bey’in saldırı hedefi oldu (1335). Kendisi bur ayı kuşattığı sırada yaralanmasına rağmen şehri teslim almayı başararak, vergi ve Müslümanlara ait bazı imtiyazlar sağlamış, şehre asker koymuştu. Bir yıl sonra Bizans imparatoru II. Andronikos Saruhan ve Aydınoğulları ile antlaşma yaparak, onların yardımı ile adalardaki ayaklanmaları bastırabildiği gibi, başvekili Kantakuzenos’un Umur Bey’le Foça’da yaptığı görüşmeden sonra da Alaşehir halkının vergilerini bağışlatma yolunu bulabilmiştir. Sonunda Umur Bey’le bir kardeşlik Antlaşması yapmış ve Sakız Adası’nı Aydınoğullarına bağlamıştır (1336). Gazi Umur Bey, Yunanistan seferinde (1338) Osmanlı padişahı II. Mehmet’in daha sonra istanbul’un fethinde yaptığı gibi, Korinthos berzahında gemilerini karadan, kalaslar üstünde öbür tarafa geçirip inebahtı Körfezi’nde çarpışmış, diğer taraftan üç Yüz gemi ile istanbul önünden Karadeniz’e geçerek Kili’ye çıkmış ve Eflâk illerini talan etmiştir (1339-1340).

Bu tarihlerde Aydınoğulları, Adalar Denizi egemenliğini ellerinde tuttuklarından, Girit’e, Kıbrıs’a kadar da seferlere girişmişlerdir. Böylece Umur Bey’in ünü ve başarıları her yöne yayılmış, özellikle Lâtin dünyasının Yakın Doğu’daki çıkarlarını engellemiş olduğundan Papa VI. Clemens’i Aydınoğulları üzerine yeni bir haçlı seferi düzenlemesine teşvik etmiştir. Kıbrıs, Venedik, Cenova ve Rodos gemilerinden meydana gelen birleşik donanma, sahil izmir’ini ani ye büyük bir baskınla almayı başarmışsa da yukarı izmir’i elinde tutan Umur Bey’in şiddetli ve devamlı saldırıları yüzünden başarılı bir sonuç elde edememişlerdir (1344-1345).

VI. Clemens’in izmir’e yardım göndermemesi sebebiyle, izmir saldırısının kesin bir sonuç vermeyeceğini anlayan müttefikler, Aydınoğulları ile bir antlaşma yapmayı uygun görmüşlerdir. Bu arada Rodos şövalyeleri izmir ile olan ticarî münasebetin aksamaması için Umur Bey ile bir Barış antlaşması imzalamışlardır (1347). Bu antlaşm aya göre izmir, Aydınoğullanna teslim edilecek. Aydınoğulları da Hıristiyanlara bazı ticarî imtiyazlar vereceklerdir.

Papa bu antlaşmayı onaylamamıştır. Bunun üzerine sorunu silâh kuvvetiyle halletmeye karar veren Gazi Umur Bey, sahil izmir’ini, bütün gücü ile kuşatmışsa da ön saflarda kahramanca çarpıştığı sırada şehit olmuştur (1348).

Gazi Umur Bey’in ölümü üzerine büyük kardeşi Ayasuluğ emiri Hızır Bey yönetime geçmiştir (1348). Hızır Bey, Umur Bey gibi güçlü ve idarî üstünlüğe sahip olmadığından Hıristiyanların baskılarına karşı koyamamış, çok ağır şartlarla ve Kapitülasyon özelliği taşıyan bir antlaşma imzalamıştır (18 Ağustos 1348).

Bu dönemde devlet merkezi Ayasuluğ’a nakledilmiş ve kendisinden sonra “Fahrü’ddîn” unvanıyla başa geçen kardeşi isa Bey de Ayasuluğ’da hüküm sürmüştür (1360-1390).

Aydınoğullarının Osmanlılar ile münasebetlerine gelince, I. Bayezid döneminde, Aydınoğulları üzerine düzenlenen sefer sonucunda, hutbe, para ve tımar beratını verme gibi hükümranlık haklan, I. Bayezid’e geçmiş, Aydınoğullarına da bazı beylerin idareleri bırakılmıştır. I. Bayezid, bu sefer sırasında isa Bey’in kızı Hafsa Hatun ile evlenmiş, böylece Aydınoğulları ile aradaki bağı kuvvetlendirmiş ve Aydıneli’nin idaresini oğlu Süleyman Çelebi’ye bırakmıştır. I. Bayezid, Hızır Bey’in vaktiyle Latinlerle yaptığı 1348 antlaşmasını da yenileyerek onlarla ticarî münasebetleri sürdürmüştür (21 Mayıs 1390). Timur ile Yıldırım Bayezid’in yerlerinden ettikleri beylerden her biri, yeniden kendi ülkelerine sahip olmak amacıyla bu iki taraftan birilerine sığınmışlardır. Bunlar arasında Aydınoğullarının Timur’un yanına sığınanlardan olduğu, hatta ankara Savaşı (1402) ‘nın şiddetlendiği sıralarda, Aydınoğulları askerlerinin Timur tarafındaki kendi beyleri yanına geçtiği, bu durumda Osmanlı ordusunun bozguna uğradığı bilinmektedir.

Osmanlılar tarafından her biri ayrı bir yol ile kazanılan Anadolu Beylikleri, Ankara Savaşı sonunda Yıldırım Bayezid’in yenik ve esir düşmesi, ordunun dağılması üzerine, Timur tarafından yeniden canlandınlmış ye böylece Anadolu’nun siyasî birliği bozulmuştur. işte bu arada Aydınoğulları da eski topraklarına sahip olmuşlardır ki, Yıldırım Bayezid’in Osmanlı ülkesine kattığı 1390′dan Timur’un yeniden Aydıneli’ni eski sahiplerine verdiği 1402 ‘ye kadar geçen oniki yıllık süre, Aydınoğulları Beyliği için “Saltanat fasılası” olmuştur. Timur, 2 Aralık 1402′de izmir’i aldığı gibi Foça ile Sakız’ı da haraca bağlamıştır. Bir süre sonra Aydınoğlu ibrahim Bahadır Bey’in oğullarından izmir dizdârı Hasan Ağa ile kardeşi Cüneyt Bey birleşerek hak iddiasında bulunmuşlar, sonunda Cüneyt Bey izmir’de, Hasan Ağa da Ayasuluğ’da hüküm sürmeye başlamışlardır. Bu sırada isa Bey’in oğullarından Musa Bey’in ölümü üzerine hükümdar olan II. Umur Bey (1403), rakiplerini ortadan kaldırmak için akrabası olan Menteşeoğlu ilyas Bey’den yardım istemiştir. Cüneyt Bey bir gemi ile kardeşini ve adamlarını hapisten kaçırarak izmir’e getirdiği gibi, Ayasuluğ’u da kuşatarak eline geçirmiştir. Sonunda II. Umur Bey kızım Cüneyt Bey’le evlendirerek onunla anlaşma yoluna gitmiş ve 1405′te ölmesi üzerine de Cüneyt Bey Aydıneli’ni tek başına yönetmeye başlamıştır (1405′ten aralıklarla 1425 ‘e kadar). Cüneyt Bey, Osmanoğulları arasındaki taht kavgalarından istifade ile Düzmece Mustafa denilen Şehzade Mustafa olaylarına karışmış, onun veziri sıfatı ile yeni bir maceraya atılmıştır.

Bir süre sonra II. Murat, Cüneyt Bey’e eski beyliğini vererek (1422) onu Şehzade Mustafa’dan ayırmıştır. Cüneyt Bey yeniden etrafına müttefikler toplamaya başlamış, bunun üzerine II. Murat Anadolu’ya yürüyerek onu memleketinden kovmuş (1424) ve Menteşe, aydın, Saruhan ve Hamit’i ele geçirmişse de Cüneyt’i yakalayamamıştır. Anadolu beylerbeyi Hamza Bey, Cüneyt’in oğlu Kurt Hasan’-ı yenerek esir almış, Cüneyt Bey ise Sisam adası karşısındaki ipsili Kale’sine çekilmiş, fakat Karamanlılardan beklediği yardımın gelmemesi, Venediklilerin denizden Osmanlılar lehine yolunu kesmeleri yüzünden teslim olmak zorunda kalmış ve hemen öldürülmüştür (1425). Böylelikle Aydınoğulları soyunun hükümranlığı sona ermiş ve Aydıneli de Osmanlı ülkesine katılmıştır.

.

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Dulkadiroğulları Beyliği

Dulkadiroğulları Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Dulkadiroğulları Beyliği

Maraş Elbistan yöresini merkez alarak XIV. ve XV. yüzyıllarda Egemenlik kurmuş bir Türkmen beyliğidir. Çeşitli tarihler de değişik adlar ile anılmışlardır. Dulgadır, Dulkadir,Tulgadır, Zülkadir gibi. Beyliğin kurulduğu dönemde Anadolu’da siyasî birlik olmaması, Binboğa Dağları, Maraş, Antakya’da yaşayan ve kışlayan Bozok Türkmenleri’nin bağımsızlık ilan edip beylik haline gelmelerini kolaylaştırmıştır.

Beşbin kadar atlı ile çevrelerinde var olan çeşitli beylikleri yenen ve topraklarını genişleten Zeynettin Karaca Bey, ilk Dulkadir emiri oldu. Çukurova’da Ermeni varlığını gerileten Karacabey, bir anlamda Mısır’da güçlü bir devlet kurmuş olan Memlûkların da himayesine girerek, kurduğu beyliği resmen tescil ettirdi. Böylece beylik ilk kuruluş döneminde aynı zamanda bir Memlûk Valiliği haline gelmiş oldu.

Anadolu içlerinin karışık ve güçsüz olması, Dulkadiroğullarının kuzeye ve batıya Doğru genişlemesine de yaradı. Bu yörelerde egemenlik kurmuş bulunan Ertanoğullarının ve Taşkunoğulları Beylikleri aleyhine topraklarını genişleten Duîkadiroğlu Karacabey, güçlendikten sonra Memlûk Sultanı’na da başkaldırdı. 1341-1352 yılları arasında çeşitli Memlûk ordularını ve Bizans ordularını yenerek gücünün zirvesine çıktı. Karacabey “Melik Zahir” adıyla kendini hükümdar ilan etti. Bu oldu bittiyi kabul etmeyen Memlûklar güçlü bir ordu göndererek Maraş-Elbistan yöresini yakıp yıktılar. Karacabey’i de öldürdüler. Türkmen aşiretlerinin birbiri ile kavgalarından yararlanıp, Dulkadir Beyliği topraklarının bir bölümünde Üçok Türkmenlerinden Ramazanoğullarına verip beyliği böldüler (1353). Karacabey’in oğlu Halil Bey de Memlûklulara bağımlı olmak şartı ile Elbistan Valiliği’ne getirildi. Halil Bey Anadolu’daki güçler dengesini gözleyerek, ilk fırsatta da genişleme politikasını sürdürdü. Önce Ertana Beyliği’ne saldırıp, Yozgat- kırşehir Malatya’ya kadar ilerledi. Ardından 1371 ve 1378′de Memlûk ordularını yenerek Memlûk himayesindeki topraklarda genişledi. Antakya, Harput, Amik, ovalarını ele geçirdi. Halep’in kuzeyine kadar ulaştı.

Güçlenme dönemi iç karışıklıklarla yeniden bir düşüşü getirdi. Halil Bey’le bozuşan kardeşleri Halil Bey’i öldürdüler (1386). Halil Bey’in yerine geçen Süli Bey, kızlarını Kadı Burhaneddin’e ve Osmanlı hükümdarı Çelebi Mehmet’e vererek batı ve kuzey sınırlarını güvenlik içine aldı. Sonra Memlûklularla çatışm Aya fırsat kalmadan kardeşi tarafından öldürüldü. Bu durum Dulkadir Beyliği’nde yeni karışıklıkların çıkmasına sebep oldu. Yıldırım Bayezıd bu karışıklıktan yararlanıp Elbistan’ı ele geçirdi (1399) ve yönetimini Dulkadiroğlu Mehmet Bey’e verdi. Mehmet Bey bir yanda Osmanlılarla bir yanda da Memlûklularla hoş geçinmek istiyordu. Ancak hesapta olmayan Timur saldırısı ile (1402) beyliğinin düzeni bozuldu. malatya, Elbistan, Behisni gibi şehirleri Timur tarafından yakılıp yıkıldi. Bu gerçek karsısında Dulkadiroğlu Nasirüddin Mehmed Bey, Timur’a b Oyun eymek durumunda kaldı. Timur güçlerinin çekilmesiyle

Osmanlılarla dostluk ilişkisine giren Mehmed Bey Ramazanoğlu Beyliği ile Karamanoğlu Beyliği aleyhine genişleme politikası gütmeye başladı. Karamanoğlu Mehmed Bey’i esir etti (1436).

Beyliğin bundan sonraki tarihi Osmanlılarla Memlûklular arasındaki Denge politikası üzerine kuruldu. Bazen Osmanlılarla, bazen Memlûklularla iyi geçinerek birbirlerine kız alıp vererek, varlığını 1515′lere kadar getirdi. Bu arada Doğu Anadolu’da güçlenen Akkoyunlular da beyliğin içişlerinde önemli bir etki merkezi oluşturdu. 1515′te Dulkadiroğlu Beyi Alaüddevle’nin Osmanlılarca Tumadağ Savaşı’nda yenilmesinden sonra beylik bütünüyle Osmanlı güdümüne girdi. Osmanlılar adlarına hutbe okutmak ve para bastırmak şartıyla Ali Bey’i beyliğin b Asma getirdiler. Ali Bey tam bir Osmanlı yanlısı politika güderken, bundan hoşnut olmayan Ferhat Paşa’nın oyunları ile öldürüldü. Bu durumu kökten çözmek isteyen Osmanlılar,Beyliği Maraş, Malatya, Antep, Zülkadiriye, Samsat sancaklarını kapsayan bir beylerbeylik haline getirildiler. Böylece yaklaşık iki yüzyıl süren Dulkadiroğlu Beyliği ortadan kalkmış oldu.

Dulkadiroğlu Beyliği egemenlik süresi içinde Maraş, Antep, Antakya, Bahçe, Kadirli, yozgat, Kırşehir gibi yerlerde bayındırlık alanında derin izler bırakmıştır. Camiler, medreseler, imaretler, türbeler, zaviyeler yaptırılmıştır. Bunların önemlileri Kayseri’de Hatuniye, Medresesi Kırşehir’de Balım Sultan Türbesi’dir.

.

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Candaroğulları Beyliği

Çandaroğulları Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Çandaroğulları Beyliği

III. yüzyıl sonlarında Anadolu Selçuklu Devleti parçalanırken, kastamonu, sinop ve çevresinde kurulan Türk beyliği.Beyliğin bu unvanla anılmasına, hanedanın kurucu su olan Şemseddin Yamanın, kastamonu valisi Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın “candar”ı olarak gösterilmesi sebep,olmuştur. Aynı zamanda bu beylik, hanedanın 8. hükümdarı isfendiyar Bey’e izafeten Osmanlı tarihlerinde “isfendiyaroğulları” ve hattâ, son hükümdar kızıl Ahmet Bey’e izafeten “Kızıl Ahmedlû” (Kızıl Ah-medli) diye de anılmaktadır.

Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud ile kardeşi IV. Rükneddin Kılıç Arslan arasındaki saltanat mücadelesinde Muzaffereddin Yavlak Arslan öldürüldüğünden, ilhanlı hükümdarı Keyhatu, ondan boşalan Kastamonu valiliğini Şemseddin Yaman Candar’a vermiştir (1292). Ancak, Şemseddin Yaman, Yavlak Arslan’ın oğlu Mahmut’un elinde bulunan Kastamonu’yu alamamıştır.

Şemseddin Yaman’dan sonra yerine geçen oğlu I. Süleyman 1320′de Kastamonu’yu ele geçirerek beylik merkezini bur Aya nakletmiş, Sinop ve Safranbolu’yu da alarak beyliğin sınırlarını genişletmiştir. Babası gibi ilhanlılara bağlı kalarak onlar adına para bastırmış, ilhanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra bağımsızlığını elde etmiştir.

Candaroğulları ile Osmanlılar arasında münasebet, Osmanlı tarihlerinde “Kötürüm” lakabıyla anılan Celâleddin Bayezid zamanında (1366-1385) başladı. Bu hükümdarın son yıllarında, oğulları Süleyman ile iskender arasında baş gösteren bir anlaşmazlıkta Süleyman, kardeşini öldürterek, I. Murat’a sığındı ve Osmanlı kuvvetlerinin yardımıyla Kastamonu’yu ele geçirdi. Bu sırada Kötürüm Bayezid’in ölümüyle yerine Sinop’ta diğer oğlu isfendiyar Bey geçtiğinden, Candaroğulları Beyliği, Sinop ve Kastamonu şubeleri olmak üzere ikiye ayrıldı. Kastamonu Emîri II. Süleyman, I. Murat’ın yeğeni ile yani Süleyman Paşa’nın kızı ile de evlendi ve ilk zamanlar Osmanlılarla dost geçindi. Hattâ Birinci Kosova Savaşı ile Yıldırım Bayezid’in Anadolu savaşları sırasında bir miktar yardımcı kuvvet bile gönderdi. Fakat Yıldırım Bayezid’in Anadolu beyliklerini bir hamlede ortadan kaldırdığını görünce sıranın kendisine de geleceğini sezerek Kadı Burhaneddin ile Osmanlılar aleyhine anlaştı. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid, süratle Kastamonu üzerine yürüyerek bur ayı ele geçirip Süleyman’ı öldürdü ve böylece Candaroğulları Beyliği’nin Kastamonu şubesine son verdi (1392).

Sinop şubesinde hüküm süren isfendiyar Bey ise ankara Savaşı’ndan (1402) sonra Timur’a bağlılığını bildirdi. Anadolu beyliklerini diriltmek siyasetini güden Timur, Sinop bölgesinden başka Kastamonu ve Çankırı’yı da isfendiyar’a verdi. Bundan sonra isfendiyar Bey, Safranbolu, Kalecik, müslüman samsun ve Bafra’yı da zaptederek beyliği en geniş sınırlarına ulaştırdı. Bu sırada Çelebi Mehmet’le dostça geçindi. Musa Çelebi’nin Rumeli’ye geçmesine yardım ettiği gibi, karaman ve Eflâk seferlerine de oğlu Kasım kumandası nda bir miktar kuvvet gönderdi (1415). Fakat sonradan Kasım, babası ile bozuşup Osmanlı sarayında kalınca, Çelebi Mehmet, Tosya, Çankırı, Kalecik, Kastamonu ve Bakırküre’nin Kasım’a verilmesini istedi.

Ancak, isfendiyar Bey, Kastamonu ve Bakırküre’nin kendisine bırakılmasını rica ile diğer yerleri doğrudan doğruya Osmanlılara terk ettiğinden Tosya ve Kalecik Osmanlı topraklarına katılarak Çankırı Kasım Bey’e verildi. Bundan başka Çelebi Mehmet, 1419′da isfendiyar’ın diğer oğlu Hızır Bey’in elinde bulunan Samsun’u da aldı. Çelebi Mehmet’in ölümünden sonra Osmanlı şehzadelerinin mücadelelerini fırsat bilen isfendiyar, evvelce terk etmiş olduğu yerlere saldırarak Kasım’ı kaçırdı. Fakat sonunda, II. Murat’a mağlup olup Sinop’a kaçtı. Barış istemek zorunda kalınca, Kastamonu ve Bakırküre’nin kendisine bırakılmasına karşılık, Bakırküre hasılatından bir kısmını Osmanlılara vergi olarak ödemeyi ve gerektiğinde seferlere yardımcı kuvvet göndermeyi kabul etti. Ayrıca oğlu ibrahim’in kızı Hatice’yi ( Şehzade Orhan’ın annesi) II. Murat’a verdi (1424).

Bu anlaşma Fatih dönemine kadar sürdü. Esasen Candaroğulları Beyliği’ni ortadan kaldırm aya karar vermiş olan Fatih, trabzon seferi sırasında dönemin yöneticisi Candaroğlu ismail Bey’e mektup yazarak, bu sefer için yardımcı kuvvet göndermesini ve Sinop limanına gelecek Osmanlı donanmasının ihtiyaçlarını karşılamasını bildirdi. Bunun üzerine ismail, oğlu Hasan’a bir miktar kuvvet verip hediyelerle Ankara’ya padişahın ordugâhına gönderdi. Fakat, Fatih, Hasan’ı hapsettirdi ve ismail’in kardeşi Kızıl Ahmet Bey’e bolu sancağım vererek onu Mahmut Paşa ile birlikte Kastamonu üzerine gönderdi, ismail Bey önce Kastamonu’dan Sinop’a kaçtı, fakat Osmanlı donanmasının da limana girdiğini görünce şehirden çıkıp teslim olmak zorunda kaldı (1461). Fatih, ismail Bey’e hürmet göstererek, bursa civarında Yenişehir, inegöl ve Yarhisarı kendisine tımar olarak tayin edip, Candaroğulları arazisini Kızıl Ahmet’e verdi.

Trabzon’un zaptından sonra Fatih, Kızıl Ahmet’i Mora Sancağı’na tayin ederek, Candaroğulları Beyliği’ne tamamıyla son verdi ve buraları Osmanlı ülkelerine kattı.

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Eşrefoğulları Beyliği

Eşrefoğulları Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Eşrefoğulları Beyliği

Anadolu Selçuklu Sultanlığı’nın Moğolların baskısı altında dağılm Aya Yüz tuttuğu XIII. yüz yılın yarısında eski Psidia toprakları üzerinde, merkezi Beyşehir ile Gorgorome kalesi (sanıldığına göre Ararım köyü) olmak üzere kurulan bir Türk beyliğinin adı. Bu beylik, en güçlü olduğu yıllarda güneyde Beyşehir, kuzeyde Akşehir ve Bolvadin’e kadar olan bölgeyi kontrolü altına alm ayı başarmıştı.

Beyliğin kurucusunun adı Eşref Bey idi. Eşref Bey’in Beyşehir Gölü çevresinde bir uç beyi olduğu ve kendisine Karalia kasabasının merkez edindiği, bu sebeple de kasabanın adının Beyşehir olarak Türkçeleştirildiği, kendisinin el-Emirü’l-adil veya el-Emirü’l-Kebir unvanlarını taşıdığı bilinmektedir.

1281 yılından itibaren Eşref Bey’in yerini Seyfüd-din Süleyman Bey’in almış olduğu ve bu beyin Selçuklu tahtı etrafında dönen olaylara karıştığı görülmektedir. Sultan Gıyaseddin Keyhusrev’in öldürülmesi üzerine onun oğlu II. Gıyaseddin Mesud’a karşı çıkarılan iki şehzade arasındaki mücadelede, Keyhusrev’in karısı Süleyman Bey’e saltanat naibliği rütbesini vererek, onun yardımını sağlamış ve 1284′te konya ’da iktidarı böylece elinde tutmuştu.

Moğol imparatoru Keyhatu, Anadolu Türk beyliklerini itaati altına almak için (1291) düzenlediği seferde Eşrefoğulları Beyliğini de harekat sahası içine katmıştı.

Süleyman Bey’in ölümü üzerine (1301) yerini, oğullarından Eşref ve Mehmet beylerden hangisinin aldığı bilinmemektedir. Ancak, Mehmet Bey’in Melikü’l Ümera (beylerbeyi) unvanı ve Mübarizüd-din lakabıyla kendisini tanıttığı bilinmektedir. Mehmet Bey, Akşehir ve Bolvadin’i de beyliğine katmıştır.

1326′da ise, Eşrefoğulları Beyliği’nde Mehmet Bey’in oğlu Süleyman Şah görülmektedir. Ancak, bu beyin hükümdarlığının ne kadar devam ettiği bilinmemektedir.

Anadolu’daki Selçuklu emirlerini Moğol hâkimiyetine bağlamak amacı ile Timurtaş’ın bu yıl içinde yaptırdığı sefer sonunda Beyşehir işgal edilmiş olduğu, Süleyman Şah’ın esir edildiği ve Beyşehir gölüne atılmak suretiyle öldürüldüğü, Eşrefoğulları Beyliği’nin de böylelikle son bulduğu, Timurtaş’ın çekilmesinden sonra ise, Eşrefoğulları topraklarından Beyşehir, Seydişehir ve Akşehir’in Hamidoğulları’ndan Necmeddin ishak Bey’in eline geçtiği bilinmektedir. 1391 yılında ise bu bölge Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı ülkesine katılmıştır.

Eşrefoğulları, Bolvadin’de Çarşı Camii, Beyşehir’de ise Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerinden olan Süleyman Bey Camii ve türbesiyle hatıralarını günümüze kadar ulaştırmışlardır

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Germiyanoğulları Beyliği

Germiyanoğulları Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Germiyanoğulları Beyliği

Anadolu Selçuklularının son zamanlarında kütahya ve çevresinde kurulan, sonradan bağımsızlığını ilan eden bir Türk beyliği.Germiyan aşireti XII. yüzyılda malatya dolaylarında yaşıyor, başında da Ali Şiroğlu Muzaffer ed din bulunuyordu. Kütahya çevresine yerleşme tarihleri ise kesin bilinmemektedir. 1283′ten başlayarak gittikçe güçlenmişler; 1285-1290 yıllan arasında Selçukluları egemenlikleri altına almış bulunan Moğollar ve Selçuklu Sultanı II. Mesut ile aralıklı olarak çekişmişlerdir.

XII. yüzyıl ortaları ve sonraki yıllarda Kütahya ve denizli dolaylarını yurt edinmişler “beylik” kurmuşlardır.

Beyliğin asıl kurucu su Ali Şir’in oğlu I. Yakup’tur.

I. Yakup zamanında beylik hızla gelişmiş, Bizanslılarla yapılacak savaşlarda, Aydınoğlu Mehmet komutasına verilen kuvvetler Ege kıyılarına ulaşarak Burgi ve Ayasulug’u ele geçirmişlerdir. Ayrıca Yakup Bey de Menderes kıyısında Tripolis’i almış. 1309′da kuşatıp çekilmek zorunda kaldığı Akşehir’i de 8 yıl sonra zaptederek buradaki Rumları vergiye bağlamıştır.

Kesin olmamakla birlikte 1320′den sonra öldüğü sanılan Yakup Bey’in yerine, oğlu Mehmet Bey geçmiştir. Aydınoğulları, Yakup Bey’in ölümüyle Germiyanoğullarından ayrılmışlardır.

Mehmet Bey, Bizanslılara geçmiş bulunan Kula ve Simav gölü ve çevresini tekrar beyliğe katmış, Mehmet Bey’den sonra beyliğinin başına geçen Süleyman Şah ise, Karamanlıların baskısı karşısında Osmanlılarla anlaşarak kızını padişahın oğluna vermiştir. Kütahya ile birlikte Simav, Eğri Göz ve Tavşanlı’yı da Osmanlılara bırakıp Kula’ya çekilmiştir. Osmanlılar ise Kütahya’yı 1381 yılında Şehzade Bayezıd’a sancak olarak verilmişlerdir.

1387′de Süleyman Şah’ın ölümüyle üç oğlundan, beyliğin başına geçen II. Yakup, I. Murat’ın Kosova Savaşı’nda şehit düşmesinden yararlanarak, vaktiyle düğün hediyesi anlamında Osmanlılara geçen yerleri geri almak hevesine kapılmış, fakat Rumeli’de durumu kurtaran genç Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid, Kütahya’ya gelerek Yakup Bey’le Subaşı Hisar Bey’i yakalatıp ipsala kalesine hapsettirdikten sonra 1390 yılında Germiyanoğulları ülkesini tümüyle Osmanlı ülkesine katmıştır.

Yakup Bey, 9 yıl bu kalede kaldıktan sonra 1399′da kaçarak Timur’a sığınmıştır. ankara Savaşı’ndan sonra ise parçalanan Osmanlı Devleti’nin toprakları üstünde bütün öteki beylikler gibi Yakup Bey de kendi yerini almış ve egemenliğini tanıdığı Timur adına para bastırmıştır. 1410-1411 yıllarında Karamanoğullarının üst üste saldırılarına uğramış, 1414′de yeğeni Çelebi Sultan Mehmet’in yardımıyla Beyliği’ne sahip olmuştur. Çelebi Mehmet öldükten sonra, bir ara iki şehzadeden Mustafa Çelebi’yi desteklemek istemişse de Mustafa’nın öldürülmesi üzerine Osmanlılarla dost olma yolunu seçmiştir. Son yıllarında da Edirne’ye kadar gidip, bir veliahda sahip olmadığı gerekçesiyle ülkesini padişaha bıraktığını bildirmiştir.

.

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Hamidoğulları Beyliği

Hamidoğulları Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Hamidoğulları Beyliği

Anadolu’da göller Bölgesi’nde, Eğridir, Uluborlu, Yalvaç, Kara ağaç, Asi, Keçiborlu, Isparta, burdur ‘a hâkim olmuş, Teke aşiretinin bir kolunu teşkil eden Türkmenlerin kurduğu beylik (1300). Beyliğin kurucu su Dündar Bey, yeni beyliğe babası Hamid Bey’in adını vermiştir. Hamidoğulları ülkesi büyüyünce Anlatya bölümünün yönetimi kardeşi Yunus Bey’e verilmiştir. Hamidoğulları bu şeklide iki merkezden yönetilmişlerdir.

Dündar Bey, XIV. yüz yılın başından itibaren 24 yıl süreyle öbür Anadolu beyliklerine karşı başarılı bir büyüme politikası gütmüştür. Anadolu Selçuklarının yıkılmasından sonra, meydana gelen bağımsız beylikleri kendilerine bağlamak amacıyla ilhanlılar, önemli bir kuvvetle Anadolu’ya beylerbeyi olarak Emir Çoban’ı gönderince (1314), Dündar Bey, diğer bağımsız Anadolu beylikleri gibi Emir Çoban’a itaatlerini bildirmiştir.

Hattâ ilhanlı hükümdarı Olcaytuğ Hüdabende adına Eğridir’de para bastırmıştır. Emir Çoban’ın ölümü üzerine oğlu Timurtaş, Anadolu beyliklerini ortadan kaldırm Aya başlamıştır. Bu arada Dündar Bey’in üzerine de yürümüş, Hamidoğulları Beyliği’ni kendi hâkimiyetine alarak, bu yörelerin yönetimini amcası Dündar Bey’i kendisine teslim eden Mahmut Bey’e vermiştir (1324). Fakat Timurtaş’ın ilhanlı hükümdarı Ebu Said’e isyan ederek Mısır’da hüküm süren Memlûklerin himayesine girmesi üzerine, Dündar Bey’in oğlu Hızır Bey, eski Hamidoğulları Beyliği’ne ait topraklan tekrar elde etmiştir. Daha sonraları Dündar Bey’in Mısır’da bulunan diğer oğlu ishak Çelebi Anadolu’ya geçerek yönetimi eline almıştır (1328). Bu tarihten sonra eski kudretini bulan Hamidoğulları genişleme siyaseti gütmüşler daha önceleri ilhanlıların Anadolu Beylerbeyi olan Timurtaş’ın zaptettiği Eşref oğullarına ait topraklardan bazı yerleri sınırlan içine almışlardır. Hamidoğulları Beyliği bu tarihten sonra kudretsiz beylerin yönetiminde gerilemeye başlamış, sonunda Kemalettin Hüseyin Bey zamanında, Hamidoğulları ülkesinin en güzel bölgeleri (Yalvaç, Karaağaç, Beyşehir, Seydişehir ve Akşehir), iktidarı bir çığ gibi büyüyen Osmanlı hükümdarı Sultan I. Murat’a 80 bin altın karşılığında satılmıştır. Kemalettin Hüseyin Bey’in ölümü üzerine Hamidoğulları ülkesinin diğer kısımları Osmanlılarla Karamanlılar arasında paylaşılmıştır. Osmanlılar, Isparta ve çevresine Hamid Sancağı adını vermişler, antalya ve çevresine de Teke Sancağı adı vererek-Konya iline bağlamışlardır. 1423′te de beyliğin hüküm varlığı ortadan kalkmıştır.

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Karakoyunlular Beyliği

Karakoyunlular Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Karakoyunlular Beyliği

1365 yılından 1469 yılına kadar hüküm sürmüş bir Türk devletidir. Önceleri iran ve Irak’a hâkim olmaları, 1437 yılından 1467′ye kadar 30 yıl sürmüştür. 1467′de iran, Akkoyunlulara geçmiştir. iki yıl sonra da Karakoyunlular, Akkoyunlular tarafından bütünüyle ortadan kaldırılmışlardır.

Karakoyunlu Türkmenleri, Baranlı oymağı beyleri olan üç kardeş ile tarih sahnesine girmiştir. Bunlar Bayram Hoca, Murat Hoca ve Mısır Hoca’dır. Büyükleri olan bayram Hoca, ilk Karakoyunlu prensi sayılır. 1380 yılına kadar yaklaşık olarak 15 yıl Erciş’ de, Van’da hüküm sürmüşlerdir. Küçük kardeşi Mısır Hoca, 1390 tarihine kadar yaşamıştır. Ortanca kardeş Murat Hoca ise, 1365-1366′da Celayirlilerin Musul valisi olmuş, 1375 tarihinde Celayirlilere tâbi olarak Musul’da bir prenslik kurmuş ve bu prensliğin başında 1385 yılına kadar kalmıştır. Bayram Hoca’nın yerine oğlu Kara Mehmet geçmiştir. Kara Mehmet, 9 yıl prenslik yaptıktan sonra öldürülmüştür. Yerine büyük oğlu Kara Yusuf Bey Bahadır geçmiş ve onun zamanında Karakoyunlular, prenslikten krallığa yükselmişlerdir.

Kara Yusuf Bey, XV. yüzyıl Türk Tarihinin büyük simalarındandır. Karakoyunlular, Yusuf Bey’in ve haleflerinin zamanında Timurlularla geniş ölçüde bir mücadeleye girişmişler, Osmanlılar ve Memlûkler tarafından da desteklenmişlerdir.

Kara Yusuf Bey, 13 Kasım 1420′deki ölümüne kadar 31 yıl 5 Ay saltanat sürmüş ve 63 yaşında ölmüştür. 21 nisan 1408′de Timur’un hayattaki iki oğlundan büyüğü ve Hindistan Timurlan (Bâburlular)’nın atası olan Mîrâh Şah Mirza’yı yenmiş, Mirza da bu Savaş sonunda ölmüştür. Yusuf Bey Sultaniye, Kaz-vin ve Mardin’i fethetmiş, bu suretle Doğu-Anadolu ile Batı-iran’ın en büyük kısmına hâkim olmuştur.

Erzincan’ı da 1410 yılında almıştır. ikinci büyük zaferini Celayirlilere karşı kazanmış ve bu savaşta Sultan Ahmet Celayir ile oğullarından biri ölmüştür (30 Ağustos 1410). Üçüncü büyük zaferini Şirvan Şahlar ile Hıristiyan Gürcistan’ın müttefik ordusuna karşı kazanmıştır (1412). Bu iki krallık Karakoyunlulara tâbi olmuşlar, bu suretle bütün Güney Kafkasya ve Dağıstan, Karakoyunlulara geçmiştir.

Kara Yusuf’un yerine 3. oğlu iskender Bey geçmiştir. Büyük oğlu Şah Mehmet Bey, Bağdat valisi idi ve 9 Nisan 1433 yılına kadar 23 yıl Irak’ta saltanat sürmüştür. Karakoyunluların Bağdat kolunun ilk hükümdarı idi. Seyhan meydan savaşında ölmüştür (26 Temmuz 1433). Âdilcevaz valiliğinden Bağdat tahtına geçen ispend Bey, 7 yıl 11 ay saltanat sürdükten sonra yerine oğlu Pulad Bey, Tebriz ve Bağdat hükümdarı olmuştur. Pulad Bey’in yerine Zeynel Bey’in oğulları tahta geçmişlerdir. Kerkük valiliğinden babasının yerine geçen iskender Bey, 18 yıl 4 ay 18 gün saltanattan sonra tahtını kaybetmiş, iki yıl sonra öldürülmüştür (1439).

Karakoyunlular tarihinin büyük siması iskender Bey’in yerine geçen Kara Yusuf’un 5. oğlu Sultan Muzafferiddin Cihan Şah’tı. Onunla, Karakoyunluların imparatorluk devresi başlar. 1405′te doğan, Cihan Şah, 11 Kasım 1467′de 62 yaşında öldürülünce, ye kadar 30 yıl, 7 ay, 10 gün hüküm sürmüştür. Ondan sonra imparatorluk Akkoyunlulardan Uzun Hasan Bey’e geçmiştir.

Isfahan, Fas ve Kirman (1446)’da Batı Horasan (1458)’da Karakoyunlular imparatorluğu’na katılmıştır. Hattâ Cihan Şâh 28 haziran 1458′de 5 ay için Doğu Horasan’a, Timurlûlârın iki imparatorluk taht şehirlerinden Herat’a hâkim olmuştur. Bu suretle bütün iran, Irak, Güney Kafkasya, Dağıstan, Güneydoğu ve Doğu-Anadolu ile Basra Körfezi kıyıları Karakoyunluların hâkimiyeti altına girmiştir.

En umulmadık bir şekilde Akkoyunlu Uzun Hasan Bey tarafından baskın sonucu öldürülen Sultan Cihan’ın yerine, oğullarından Sultan Hasan Ali geçmiştir. Hasan Ali’nin intihan (1469) üzerine, Karakoyunlular imparatorluğu’nun tamamını Akkoyunlu imparatorluğu hakimiyetine geçmiştir

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Karamanoğulları Beyliği

Karamanoğulları Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Karamanoğulları Beyliği

Anadolu Selçuklularının yıkılışından sonra kurulan beylikler arasında bugünkü içel, konya ve niğde illeri üzerinde gelişip çevreye yayılan bir Türk beyliğidir. Osmanoğullarından sonra Anadolu’da en kudretli beyliği kurmuşlardır. Beylik olarak faaliyetleri 1256 yıllarında başlar. 150 yıl süreyle Anadolu hâkimiyeti konusunda Osmanlıları engellemiş, başta Akkoyunlular gibi büyük Türk beylikleri olmak üzere, birçok Avrupalı devletlerle antlaşmalara girerek, aradaki rekabetten yararlanm Aya çalışmışlardır.

Anadolu Selçuklularının en yakın mirasçısı kabul edilen Karamanoğulları, Oğuzların Afşar boyunun beylerinden 1228′de Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Ermenek yakınlarında yerleştirilen Saadeddin Nure Sofi Bey’den gelir. 1262′de Nure Sofinin yerine geçen oğlu Mehmet Bey, Moğol dâvasını ciddî şekilde ele alıp, 1277′de geçici olarak Konya’yı zaptetmiş, bu arada Selçuklular hesabına ilhanlılara başkaldırmıştır. Türkçe’nin resmî devlet dili olarak kullanılmasını öngören ünlü fermanın yayınlaması bu devreye rastlar.

ilhanlıların karşısında başarılı olamayan Mehmet Bey bir ara Türk Memlûk imparatoru Sultan Baybars’ın yardımını istemiş, 1278′de de Moğollarla bir çarpışma sırasında ölmüştür. Yerine kardeşi Güneri Bey, ondan sonra yine kardeşlerinden Mahmut Bey 1307′de Mahmut’un oğlu ibrahim ve onun yerine de oğlu Halil Bey sırasıyla beyliğin başına geçmişlerdir.

Selçuklu hanedanının yıkılışından faydalanan Karamanoğulları, 1314′de Konya’yı kesin şekilde ele geçirmişler, daha sonra ilhanlıların yıkılışından faydalanarak bu bölgeye sızmak isteyen Memlûkler ve daha başka Türk devletleriyle, Osmanlılara karşı dayanışma kurmuşlardır.

Karaman tahtına Halil Bey’den sonra Süleyman Bey, onun yerine de Sultan I. Murat’ın damadı olan Süleyman Bey’in kardeşi Alâeddin Bey geçmiş ve onun zamanında Karamanoğulları Osmanlı nüfuzuna girmişlerdir. Alâeddin Bey’in Yıldırım Bayezid tarafından öldürülmesinden sonra da devlet 4yıl kadar Osmanlı hakimiyetinde yaşamıştır. 1402′de saltanat Ali Bey’in oğlu II. Mehmet, 1424′te onun oğlu ibrahim Bey, 1464′te ibrahim’in oğlu ishak, Pir Mehmet ve Kasım beyler arasında el değiştirdikten sonra 1483 yıllarında Karamanoğulları Devleti tarih sahnesinden silinmiştir.

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Karasi Beyliği

Karasi Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Karasi Beyliği

XIII. yüz yılın sonlarında balıkesir bölgesinde Karasi Beyliği kurulmuştur. Bu beylik 50 yıl süren kısa hâkimiyet döneminden sonra Osmanlıların eline geçmiştir. 1243′deki Kösedağ yenilgisinden sonra, Anadolu Selçukluları için Moğolların da gittikçe artan baskısı altında çöküntü başlamıştır. Bu sıralarda, Batı Anadolu’dan, Bizans’ın zararına olarak gelişen Selçuklu uç beylerinden birçokları bağımsız beylikler kurmuşlardır.

Danişmend Gazi’nin neslinden K alem Şah Bey’in oğlu Karasi Bey de Bizans’tan birçok yerler elde etmiş, Balıkesir ve dolaylarına sahip olmuştur. Böylece bir beylik de kurmuştur (1293). Balıkesir kurulan Karesi Beyliği’nin merkezi olmuştur.

Karasi Bey, Dobruca’dan dönen Sarı Saltuk Türklerini ve Doğu’dan gelen Türkmenleri bölgesine yerleştirerek kuvvetini arttırma yoluna gitmiş, bu arada Bizans topraklarına da saldırılarına devam etmiştir. Bizans’a yardıma gelen Katalanlar, 1304 yılında, Artak (Erdek)’ta Karasi kuvvetleriyle karşılaşmışlar, savaştan az bir zaman sonra Truva, Bergama ve Buhraniye’de Karasi Beyliği’ne katılmışlardır. Sonraki Karasi beyleri, Çandırlı’da bir donanma kurmuşlardır.

Karasi Bey’in ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Bizans imparatoru II. Andronikos’un, 1328 yılında Kapıdağı’ndaki Kizikos şehrine geldiği zaman Karasi Beyi Demir Han ile bir saldırmazlık Antlaşması yaptığı bilindiğine göre, Karasi Bey’in bu tarihten önce öldüğü kesindir.

Karasi Bey’den sonra, beylik ikiye bölünmüş, merkezi Balıkesir olan kısmın başına Karasi Bey’in oğlu Demir Han, Bergama kısmının b Asma da diğer oğlu Yahşi Bey geçmiştir.

Demir Han’ın kuvvetleri, Yahşi Bey’in kuvvetlerine oranla kuvvetli idi. Yahşi Han’ın bölgesinde 15 şehir ve o kadar da kalesiyle 20.000 atlısı vardı. Her iki kardeşin ayrı donanmaları vardı ve iki kardeş, Bizans’ın Trakya’daki topraklarına akınlar düzenliyorlardı (1331- 1357). Hatta Aydınoğlu Umur Bey de, Rumeli’ye geçerken Karasi beylerinden yardım sağlamıştı.

Demir Han, devlet yönetiminde gösterdiği başarısızlıklar sebebiyle halkı tarafından sevilmezdi. Orhan Bey’in yanında bulunan Demir Han’ın kardeşi Dursun Bey halkın bu hoşnutsuzluğundan da istifade ederek ve Orhan Bey’in de desteğini sağlayarak Demir Han’a karşı harekete geçmek arzusunda idi. Hatta Orhan Bey’den yardım da istedi. Orhan Bey, Dursun Bey’e Karasi Beyliği’nin birçok yerlerini vermeyi vaat etti.

Orhan Bey, Dursun Bey’i de yanma alarak Balıkesir üzerine yürüdü. Demir Han, müstahkem bir kale olan Bergama’ya kaçtı. Orhan Bey, kardeşi Demir Han ile anlaşm Aya varması için Dursun Bey’i Bergama’ya gönderdi; fakat Dursun Bey, Kale’den atılan bir okla öldürüldü. Bunun üzerine Orhan Bey, Karasi Beyliği’nin büyük bir kısmını -Balıkesir dahil- işgal ederek topraklarına kattı (1345). Bu bölgenin idaresini, oğlu Süleyman Paşa’ya verdi. hacı il Bey’i Süleyman Paşa’nın yanında bıraktı

Bergamalılar, Demir Han’ı Orhan Bey ile anlaşması için zorladılar; anlaşm aya razı olmadığı takdirde kendisini tutup Orhan Bey’e teslim edeceklerini de söylemeleri üzerine Demir Han, Orhan Bey’e sığınarak ondan af diledi. Orhan Bey tarafından affedildikten sonra Bursa’ya gönderilen Demir Han, iki yıl sonra orada öldü. Bu ol aydan sonra Karasi Beyliği’nin Osmanlılar tarafından zaptedilmesi, I. Murat zamanında tamamlandı.

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Ramazanoğulları Beyliği

Ramazanoğulları Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Ramazanoğulları Beyliği

adana bölgesinde kurulan bir Türkmen beyliğinin adı. Oğuzların Yüregir boyu beylerinden ramazan Bey tarafından 8 kuruldu. Ramazan Bey, 1383 yılına kadar Elbistan’ı, sonra or ayı Dulkadiroğullarına bırakarak Adana’yı, beyliğin merkezi yaptı. Ramazan Bey’den sonra beyliğin başına oğlu ibrahim Bey geçti. ibrahim Bey, Memlûklerin elinde bulunan Sis’i almak için Dulkadiroğlu Halil Bey’le birleşti (1376). Memlûklerle yaptıkları savaşı kaybettiler.

ikinci bir savaşta ise Sis’i ele geçirdiler. ibrahim Bey’in ölümünden sonra kardeşi Ahmet Bey beyliğin başına geçti.

Ramazanoğulları, Ayaş ve Tarsus’u aldı (1415). Bu beylik, hudutlarını. Adana vilâyeti ile içel vilayetinin doğu kısmı ve Maraş’ın kuzey kısmına kadar genişletti. Fakat Maraş çevresi bir süre sonra Dulkadiroğullarının eline geçti.

Ahmet Bey’in ölümü üzerine yerini, oğlu ibrahim Bey aldı. Bir süre sonra ibrahim Bey, Memlûk sultanı Melikül Müeyyed tarafından beylikten indirildi. Yerine kardeşi Hamza Bey getirildi (1418).

1427 yılından sonra Çukurova bölgesi, Memlûk valileri tarafından yönetilmeye başlandı. O sırada Ramazanoğulları Beyliği, eski önemini kaybetti. Bundan sonra beyliğin başına geçen Uyluk ve Dündar beyler, Memlûklere sadık kaldılar. Savaşlarda onlara yardım ettiler.

Adana’nın Osmanlılar tarafından alınması sırasında Ramazanoğullarından Ömer Bey esir edildi (1485). Suriye ve Mısır’ın Osmanlıların eline geçmesinden sonra da, Ramazanoğulları Beyliği Osmanlılara bağlandı.

Ramazanoğulları beyliği ailesinden olan Pirî Bey, Osmanlı Devleti’nin çeşitli hizmetlerinde bulundu. Son zamanlarında Şam beylerbeyiliğine getirildi. Pirî Bey, bu görevde iken vefat etti (1569). Aynı aileden olan ibrahim Bey de Sis sancakbeyliğine getirildi. Kubad Bey ise karaman, içel ve trabzon sancak beyliği gibi görevlerden sonra Basra beylerbeylliğine atandı. Kubad Bey 1554 yılında öldü.

XIII.yüz yılın sonlarına Doğru güneybatı Anadolu’da beylik kuran bir Türk ailesi. Menteşeoğulları Beyliği’nin ilk zamanlan ve nereden geldikleri hakkında kesin bir bilgi yoktur. muğla, Balat, Beçin, Milas, Bozöyük, Çine, Davas, Meğri (Fethiye) taraflarında kurulmuş olan bu beylik, bu bölgelere, diğer Türkmen aşiretleri gibi Selçuklular tarafından yerleştirilmişlerdir.

Akdeniz ve Ege Denizi sahillerine sahip olan Menteşe Beyliği, bu kıyılarda büyük bir donanma vücuda getirerek denizcilikte bir hayli ilerlemişlerdir.

Menteşeoğlu Beyliği’nin bilinen ilk beyi, Kuru Bey’dir. Kuru Bey’den sonra yerine oğlu Elbistan Bey, onun yerine de Menteşe Bey beyliğin başına geçmiştir. Menteşe Bey’in ölümünden sonra (1282′-den sonra) yerini oğlu Mesud Bey almıştır. Mesud Bey, donanmasıyla Rodos Adası’na bir saldın düzenleyerek burayı almıştır (1300). On yıl sonra da Papa V. Kleman ile Fransa Kralı Güzel Filip’in yardımı ile Sen Jan şövalyeleri Rodos Adası’nı geri almışlardır (15 Ağustos 1310). Menteşe Beyliği’nin Osmanlıların eline geçmesi: Menteşeoğlu Gıyaseddin Mahmut Bey’in (1389′-dan önce) elinde bulunan Balat ve havalisi, Osmanlı padişahı I. Bayezid tarafından işgal edilmiştir (1390). Bu bölge, ankara Savaşı sonuna kadar (1402) Osmanlıların elinde kalmıştır.

Menteşe Beyliği’nin Beçin- Milas bölgeleri ise, buraların hakimi Gazi Ahmet Bey’in ölümünden sonra (1391 Temmuz) Osmanlıların idaresine geçmiştir.

Ankara Savaşı’ndan sonra Timur, Menteşe’yi Mehmet Bey’e vermiş; Mehmet Bey’in ölümü üzerine (1402) oğlu ilyas Bey, Menteşe beyi olmuştur.

ilyas Bey, Osmanlıların saltanat kavgaları sırasında Şehzade isa Çelebi’ye yardım etmiş ise de başarılı olamamış; sonunda Çelebi Mehmet’in hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmıştır (1414). ilyas Bey’in 1421 yılında ölmesi üzerine, daha önce Osmanlı sarayına rehin olarak alınmış olan Ley ile Ahmet sar aydan kaçarak memleketlerine gelmişler, idareyi ellerine almışlardır. 1424 yılında II. Murat tarafından Menteşe Beyliği yemden işgal edilmiş; iki kardeş de tokat Kalesi’ne hapsedilmişlerdir. Bu kardeşlerden Ahmet’in oğlu ilyas Bey, 1451 yılında II. Mehmet’in tahta çıkması sırasında tekrar ülke sine dönmüşse de Anadolu beylerbeyi ishak Paşa’nın bur Aya gönderilmesi üzerine Rodos’a kaçmak zorunda kalmış ve kesin olarak Osmanlı Devleti’ne bağlanan Menteşeoğulları Beyliği bir sancak haline getirilmiştir

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Rumeli Beylerbeyliği

Rumeli Beylerbeyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Rumeli Beylerbeyliği

Osmanlı devlet teşkilâtında Balkanlar’daki Osmanlı topraklarının yönetiminden sorumlu beylerbeyilik. Osmanlı Devleti’nin ilk döneminde 1361 tarihinde I. Murat (Hüdâvendigâr) tarafından kurulmuştur. Gerçi Rumeli’nin ilk fatihi Süleyman Paşa da Orhan Gazi’nin beylerbeyisi durumunda idi ise de I. Murat (Hüdâvendigâr) Edirne’yi fethedip Bursa’ya döndüğünde lalası Şahin Bey’i orta uca getirip kendisine Rumeli Beylerbeyi unvanını vermekle, yeni bir askerî- idarî yönetim biçimi meydana getirmişti.

Rumeli Beylerbeyliği, Anadolu ve öteki beylerbeylikler meydana geldikten sonra da özel durumunu uzun yıllar korumuştur. Rumeli Beylerbeyliği’nin ilk merkezi Edirne şehri olup, merkez sancağı bu sebeple Paşa livası ve Trakya bölgesi de Paşalı adını taşımakta idi. XIV. ve XV. yüzyıllarda Rumeli beylerbeyisi hükümet merkezinde (Edirne) otururlar, Divân-ı Hümâyûn’a üye gibi katılırlar, terfi edecekleri zaman Divân’da küçük vezir, yani, sonuncu Kubbe veziri olurlar ve vezirler gibi paşa unvanını taşırlardı.

Rumeli Beylerbeyiliği, Anadolu beylerbeyilerinin terfi edecekleri bir görev sayılırdı. 1534′te Kapudan Paşa Eyâleti’nin (Cezâyir-i Bahr-i Sefîd) teşkili ile Rumeli Beylerbeyiliği’nin kıyı sancakları Eğriboz, Avlonya inebahtı vb. derya kalemine aktarılmakla Rumeli Beylerbeyi bazı sancaklardan çekilmiş oldu. 1541 yılında Budin Eyâleti’nin kurulmasıyla balkan Yarımadası’ndı ve Doğu Avrupa’da fethedilen veya yasal hale getirilen bütün bölgeler Rumeli beylerbeyine bağlanıyordu. Aynı yıl Bosna Sancağı’nın da beylerbeyilik haline getirilmesi, 1608′de ise Silistre veya Özü Eyâleti’nin kurulması ile Rumeli Beylerbeyiliğinin sınırları bir hayli daraltılmış oldu. Böylece Osmanlı Avrupasında Tamışvar ve Eğri eyâletleri ile birlikte 7 beylerbeyilik kurulmuş oldu.

1640′a Doğru Rumeli’nin Köstendil, Mora, işkodra, Tırhala, Yanya, Ohri, Dukagin, ilbasan, Delivine, Üsküp, Alacahisar, Prizren, Vulçetrin ve Paşa olmak üzere 14 sancağı ve bütün eyâlette de 450 kadılığı vardı. Pirlepe, Manastır ve Kesriye de Paşa Sancağı’na bağlı bulunuyordu. Yenişehir, Sofya Selanik, Filibe ve Plorina ise havass-ı hümâyûna bağlı idi. Rumeli Beylerbeyiliği’nin devlet teşkilatındaki üstün mevkii, bazı sadrazamlara Fatih’in veziri Makbul ibrahim Paşa’nın bu görevi üstlenmelerinin sebebi olmuştur. Rumeli Beylerbeyiliği sağ, sol, orta kol olmak üzere üç kola ayrılmıştır. Sağ kolda Vize, Kırkkilise ( kırklareli ), Silistre, Niğbolu, Vidin, Kili, Bender, Akkirman, orta kolda Çirmen, Sofya, Alacahisar, Semendire; sol kolda da Gelibolu, Serez, Köstendil, Delvine, Manastır, Karlıili sancaklârı yer alıyordu. Viyana bozgunundan sonra Avusturya ordularının Balkan Yanm adası içlerine sarkması ve Sırpların ayaklanması üzerine Rumeli Beylerbeyiliği’nin merkezi Manastır’a taşınmıştır.

1699 Karlofça Antlaşması ile Mora Sancağı ve Yunan Denizi kıyılarından bazı kesimler Venedik Cumhuriyeti’ne bırakılınca Rumeli Beylerbeyiliği’nin bir bölüm arazisi elden çıkmış oldu. XVIII. yüz yılın başlarında Mora Yarımadası alındıktan sonra bu bölge ayrı bir eyâlet olarak teşkilâtlandırılmış, Rumeli Beylerbeyiliği Meriç vadisi ile Trakya, Makedonya ve bir kısım arnavutluk topraklarından ibaret kalmıştır. XVII. yüzyılın başlarında devlet teşkilâtında görülen bazı aksamalar, Rumeli beylerbeyilerinin sahip oldukları yetki ve sorumlulukların daraltılmasına yol açmıştır. Önce Divân-ı Hümâyûn’a katılma hakları kaldırılmış, paşa sancağının Manastır’a taşınmasıyla da önemleri öteki beylerbeyiler derecesine inmiştir. Aynı yüzyılın ikinci yansında Rumeli beylerbeyinin paye olarak Sar Ay Birûn ağalarına dağıtımı ise bu beylerbeyiliğin değerinin biraz daha azalmasına sebep oldu. Bu görev giderek bölgede türeyen Derebeyi, âyân ve mütegallibeleri bastırmakla görevli bir vali durumuna geldi. Rumeli Beylerbeyiliği’nin kuruluşundan XVII. yüzyıl ortalarına kadar veziriazamdan sonra en önemli mevkii alan Rumeli beylerbeyileri, sefer-i hümâyûnlarda cenah Komutanı veya müstakil fütuhat yapmakla elde ettikleri şöhreti de kaybettiler.

III. Selim zamanında idarî teşkilâtta yapılan yeni düzenlemede Rumeli Beylerbeyiliği 9 idarî bölümden biri oldu ve merkezi Edirne’ye taşınarak burası Varna, Çimen, Kırkkilise, tekirdağ, Gelibolu ve Kavala sancaklarından oluşan bir il haline getirildi. II. Mahmut devrindeki düzenlemede ise Rumeli müşirliği ihdas edilmekle vilâyet merkezi tekrar III. ordu merkezine alan Manastır’a götürüldü. 1848′de yapılan düzenlemede ise Rumeli Beylerbeyiliği payesi istanbul Kadısı, ferîk, mîr-i mîrân ve ulâ sınıfı sânisi derecesine indirilmiştir. 1864′te Tuna vilâyeti teşkil edilirken Balkanlar’da Bosna, iskodra, Yanya, Manastır, Selanik, Rumeli Beylerbeyiliği unvan ve teşkilâtı tamamen kaldırıldı.

Osmanlı Tarihi : Beylikler - Saruhanoğulları Beyliği

Saruhanoğulları Beyliği
19 Mart 2009 Yorum Yok
Saruhanoğulları Beyliği

Önce Selçukluların uç beyliği olarak, 1308-1335 yılları arasında ilhanlılara tabi bulunmuş, sonra bağımsız olmuş bir beyliktir. Merkezi manisa idi. ankara muharebesinden sonra da 8 yıl Osmanlılara tabi olarak yaşamışlardır. Osmanlılar, “Saruhan Tahtı” denen Manisa sancakbeyligine ekseriya veliaht şehzadeleri yollamışlardır. Kuzeyinde Karasioğulları, güneyinde Aydınoğulları vardı. Doğusundaki Germiyanoğulları, ilk zamanlarda Saruhanlılara bağlı idiler.

Esasen Saruhan beylerinin ataları evvelce Germiyanoğulları hizmetinde bulunuyorlardı.

Aydın ve Saruhan beyleri, Germiyanoğullarının en batıya Ege kıyılarına gönderdikleri kumandanları olup, fethettikleri bölgede kılıç hakkı olarak kalıp devlet kurmuşlardır. Bu beylik bilhassa deniz gücüne dayanıyor, müttefikan hareket ediyorlardı. Cenevizliler, Rodos Saint Jean Şövalyeleri ve Bizans’a karşı Aydınoğulları ile birlikte hareket ediyorlardı. 1313′te Manisa şehrini alan Saruhan Bey’in ailesi de Osmanoğulları gibi Cengiz’in saldırıları sonucunda Anadolu’ya gelmişlerdi. 1410′da beylik tamamen Osmanlılara geçti. Son beyin kardeşi Orhan Bey, 1403′ten sonra ölmüştür.

Saruhanoğulları içinde beyliği için en çok yararlılıklar gösteren Saruhan Bey’in oğlu Gazi Süleyman Bey’dir. Gazi Süleyman Aydınoğlu Umur Bey ile birlikte Mora, Yunan ve Makedonya seferlerine çıkmış, Makedonya’da şehit düşmüştür. Haberi alip kederinden ölen babası Saruhan Bey’in yerini küçük oğlu ilyas Bey almıştır. Saruhan Bey’in diğer oğulları Devlet-Han, Atmaz-Han, Orhan, Timur-Han, Gördes beyi Yusuf, Kayacık beyi idris Beyler, Devlet-Han Bey’in oğlu da Demirci beyi Yakup-Han Bey’dir.

Pipes Output

Blog Archive

etiket bulutu

Widget edited by Davut Erarslan